Bakara Suresi 6.Bölüm (2024)

194:”Haram ay, haram ayakarşılıktır. Hürmetler karşılıklıdır. Ama kim bu aylarda sizin üzerinizesaldırırsa, onun size saldırdığı gibi siz de onlara saldırın. Allah’tan sakınınve bilin ki Allah sakınanlarla beraberdir."

Haramaylarda savaş yoktur. Kâfirler bu haram aylarda sizinle savaşmıyorlarsa direktolarak siz de bu aylarda onlara hü­cum etme­yin. Haram aylar bugün devarlıklarını devam ettirmek­tedirler. Haramaylar Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep ayları­dır. Göklerin ve yerinyaratılışından beri haram olan bu ayları Rabbimiz tarih boyunca her ümmeteharam olarak takdim buyur­muştur. Hattâ Mekkeli müşrikler kendileri çok çirkinşeyler yaparak yoldan sapmala­rına rağmen bu haram ayların hukukuna riâyetederek, bu aylarda sa­vaş yapmıyor-lardı. Gerçekten bu aylarda emniyet ve sükunhakim oluyordu. Ama haddi zatında Allah ya­sası, İslâm yasası olan bu ya­sayı AllahRasûlü de Mekke’de ay­nen korudu ve insanlara bu yasaya uymalarını öğütledi.Ama Al­lah buyurur ki:

"Amakim bu aylarda sizin üzerinize saldırırsa, onun size saldırdığı gibi siz deonlara saldırın."

Haramayların hürmetine riâyet edin, bu ayda savaşmayın; ama onlar, o kâfirler haramaylarda bu ayların hürmetini çiğneyerek sizlerle savaşırlarsa, o zaman sizlerde onlara hiç acımayın! Siz de onlara vurun! Diyor Rabbimiz. Çünkü:

"Birkötülüğün cezası ona denk bir kötülüktür."

(Şûra: 40) buyrulur.

Birtecavüze aynıyla karşılık vermek; aslında tecavüz değil, te­cavüzün cezasıdır.Allah’ın Rasûlü Buhârî ve Müslim’deki bir hadis-lerinde şöyle buyurur:

"Kötülüğeilk başlayan daha zâlimdir."

(Buhârî iman 17)

Öyleysehürmetler, hürmetlere kısastır. Haram ay da haram aya kısastır. MüşriklerHudeybiye senesi Zilkade ayında müslüman-lara saldırarak bu haram ayınhürmetini çiğnediler ve siz de bu ayda onlara karşılık vererek aynı şekildeonlarla savaşmaktan sa­kınmayın deniyordu. Müslümanlar da bu ayda Mekke’ye gir­mişlerve bu âyet müşriklere: "İşte bu geçen senekine kısastır" diye açıkçaha­ber veriyordu.

Veya evetbu haram aylarda savaşmak yasaktır. Ama bu ha­ram ayların birinde müslümanlarınhataen kâfirlerden birilerini öldür­melerinden söz ediliyordu. Yâni bu haramaylara ufak tefek yanılgılı bir şekilde yaklaşan, bu konuda ufak tefek hataeden müslümanların tavır ve davranışlarını da Rabbimiz kınamadı. Her ne kadarda bir ya­nılgıyla sizler bu haram aylarda bir savaş yap­tıysanız da ötekilerkülli­yen zaten bunu yapıyorlar buyurdu.

Mescid-i Haram, Mekke haramdı. O Mescid-i Ha­ram’da kim­seye kötülükyapılmayacak, hiç kimse incitilmeyecekti. Bütün insanlar orada rahat ve huzuriçinde bir hayat sürecekti. Herkes istediği bi­çimde çok rahat olarak inancınıyaşayacaktı. Al­lah böyle istiyordu, din böyle diyordu. Ama Allah’ın peygamberiAllah’ın mescidinde, Allah’ın hareminde, Allah’ın mülkünde kendi­sine hayathakkı tanınmayan bir durumla karşı karşıya bırakıldı. Allah’a inanmış Allah’ınkulları, Al­lah’ın evinde rahat bir şekilde Al­lah’a kulluk yapamayacak birduruma getirildiler. Mekke’de Al­lah’ın Kâbe’sinin yanı başında on üç yıl müs-lümanlarakan kustur­dular. Orada hukuken hayvanlara bile ilişil­me-mesi gerekirken,müslümanların kanlarını helâl kıldılar.

Şimdi bu adamlar hem ha­ramayların kutsiyetini kabul etmesinler, hem Mekke’nin, Kâbe’nin kutsiyetini ihlâletsinler, ondan sonra da çıkıp müslümanlara, müslümanlar bugün haram olanRecebin sonu mu? Recep çıktı mı? Çıkmadı mı? Şüphe ederek ve bilmeyerekonlardan birilerini öldürdüler diye yaygarayı bassınlar. Bak, bak bumüslümanlar ha­ram aylara riâyet etmiyorlar! Bunlar adam öldürüyor­lar! diye.Hiç önemli değil! Diyor Rabbimiz. Zira müslümanların da öl­dürmeye hakları vardır.

Tamam biryanılgı olmuştur, öldürmemeleri gerekiyordu. Ama onlar on üç senedir müslümankanı akıtıyorlardı ya. Yahut şu anda bu haram aylara çok büyük kudsiyet atfedenbugünün yer­yüzü kâfirleri, eğer fırsat bulsalardı yeryüzünde acaba bir tekmüslüman bırakırlar mıydı? İşte görüyoruz. Bosna kan gölü, Çeçenistan kan gölü,dünya­nın her tarafında akan müslüman kanı.

BuradaKur’an’ın genel mantığına bakıyoruz. Kur’an hiçbir za­man savunmada değildir.Daima hücumdadır Kur’an. Zaten daima hücumda olan toplumlar galip gelecekler vesavunmada olanlar da mutlaka mağlup olacaklardır. Öyleyse bizim de içimiz­deki ezikliğibu Kur’an âyetleri inşallah silecek ve biz sürekli kâ­firler karşısında hü­cumdaolarak sürekli inanç dünyamızda galip olabilmenin izzet ve şe­refiniyaşayabilmeliyiz.

Bu haram aylarda ilk başlayan siz olmamakşartıyla, onların size saldırdığı gibi siz de onlara hücum edin. Ama:

"Allah’tansakının ve bilin ki Allah sakınanlarla be­raberdir."

Bilin kiAllah muttakilerle beraberdir. Haram aylarda mı sava­şa­caksınız? Takvayıunutmayın. Haram aylar çıktığında mı savaşa­caksınız? Takvayı unutmayın.Kâfirlerle mi savaşıyorsu­nuz? Takvayı unutmayın. Onlar sizin egemenliğinizikabul etti de sulh mu yapacak­sınız? Takvayı unutmayın. Allah huzurundaolduğunuzu, sürekli Allah kontrolünde bir hayat yaşadığınızı ve yaptığınız herşeyden hesaba çekileceğinizi unutmayın. Hayat budur zaten. Bakıyoruz, bu savaşâyetlerinin arasında bir infak âyeti:

195:Allahyolunda infak edin. Kendi ellerinizle ken-di­nizi tehlikeye atmayın. İyilikyapın, ihsanda bulunun çünkü Allah muhsinleri sever."

Bir savaşortamından sonra birdenbire bir infak emriyle karşı karşıya geliyoruz. Hayatbudur işte. Savaş ve infak iç içice yaşana­cak. Ölmek, öldürmek, sağ kalmak veinfak hayatın içinde olaylardır bunlar. Zaten Allah yolunda infak edemeyentoplumlar Allah için sa­vaş­maya da güçleri yetmeyen toplumlardır. Vücutlarınındışın­dakileri harcamaya gücü yetmeyen insanlar, iç dünyalarını veyavücutlarını nasıl harcayabilecekler? Malını Allah yolunda vereme­yen insanlarcanlarını nasıl verebilecekler? Cebimdeki on bin lirayı Allah için har­cayamayanben, ömrümün on saatini yahut ilerde ömrümün tamamını nasıl verebileceğim?Halbuki Allah için savaşa girmek demek; ömrün tamamını fedâya hazır olmak de­mektir.Sormak lâzım; inandıkları Al­lah, uğrunda mal harcamaya değmeyen bir Allah olanbu insanlar, o Allah uğrunda canlarını na­sıl fedâ edecekler? Bugün malımızınbeş on kuruşunu Allah için harcayamayan sen ve ben ömrümüzün tama­mını isteyenbir sa­vaş felsefesi içinde, bir savaş ortamı içinde kendi­mizi nasıl fedâedebileceğiz? Bu durumda hiç bir şey yapamayacak ve oturup kalacağız yerimizdeşu anda olduğu gibi. Bir şey yapamayız ki.

AmaAllah’ın ver dediği noktada yavaş yavaş verebilirsek, ken­dimizi vermeyealıştırırsak, o zaman ötekisini de vermeye ken­di-mizi alıştıracağız demektir.Yâni bugün beş kuruşu, yarın on ku­ruşu, öbür gün yirmi kuruşu verebilirsekveya bugün bir saatlik, öbür gün iki sa­atlik ömrümüzü Allah’a verebilirsek,ilim öğren­meye, din anlatmaya, hasta ziyaret etmeye verebilirsek, öbürsü günöyle bir duruma geliriz ki; tüm ömrümüzü Allah’ın dinine, müslümanların hizmetinefedâkarca infak edebiliriz. Ve nihâyet bir gün gelir de Allah bizden ömrümüzüntümünü isterse, malımızın tamamını isterse o zaman verebiliriz bun­ları. Amaben şu anda bir çay parasını bile veremiyorsam veya bir müslümanın dolmuş pa­rasınıveya bir talebenin kitap parasını vere­miyorsam, canım isten­diği zaman ben bucanı nasıl verebilirim? Za­ten devam eden âyette buyuruluyor ki:

"Kendiellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın"

Yâni Allahyolunda infak etmeyerek kendi ken­dinizi cehenne-me, tehlikeye atmayınbuyuruluyor. Bu âyetin pratikte uygulanmasının bir yorumunu, bir savaş anındanaklen sahabe bize şöyle anlatıyor: Kostantin muhasarasında Rasulullah’ın sahabelerindenEbu Eyyub el-Ensârî, yaşlı bir kişi. Allah’ın Rasûlü Medine’ye geldiği zamanevinde misafir kal­dığı sahabe. Emeviler döneminde İstanbul’un fethi için gelir.

Bakıyor kimuhasara esnasında bazı kimseler sürekli ileri atı­lı­yorlar ve şehidoluyorlar. Yanlarındaki bazı kimseler de diyor­lar ki: Yapmayın böyle! Allahkendinizi tehlikeye atmayın! Diyor. Yok diyor Ebu Eyyub el Ensârî, bu âyetbizim için nazil oldu. Bu âyeti içinizde benden daha iyi bileniniz yoktur. BizMekke fethedil­dikten sonra, Ara­bistan müslüman olduktan sonra geldikRasulullah’a ve dedik ki: Ey Allah’ın Rasûlü, Mekke fethedildi, Arabistantamamıyla müslüman oldu, artık gücümüz kuvvetimiz zirveye ulaştı. Sulh sükunhakim oldu. İslâm egemen oldu. Artık bize müsaade et de biz şu işimize,aşımıza, ticaretimize, hurma­lıklarımıza, tarlalarımıza dönelim! Dedik.Allah’ın Rasûlü şöyle bu­yurdu: Siz Allah yolunda cihadı bırakır da tarlaları­nıza,ticaretinize dönerseniz kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmış olursunuz!Sonra da bu âyeti okudu. İşte âyetin mânâsı budur. Ve e- ğer gerçekten bizlerİşimize, aşımıza, dükkanımıza tezga­hımıza döner de Allah yolunda cihadı terkedersek, kendi el­lerimizle kendi kendimizi tehlikeye atmış olacağız. Halbukibize göre bizim kendi kendimizi tehlikeye atmamız, zarara uğramama­mız,maslahata uygun rahat içinde bir hayatı kaybetmemiz de­mektir.

Öyleysecihadı bir kenara bırakıp mal mülk derdine koşma­nız, tarla tapan derdine, evbark derdine, mark dolar derdine koş­manız si­zin kendi kendinizi kendiellerinizle tehlikeye atmanızdır diyor Allah Rasûlü. Ebu Eyyub el Ensârî bununbu mânâya geldi­ğini anlatıyor. İşte savaş âyetlerinin ve savaş ortamının içinde,sa­vaş âyetlerinden hemen sonra bizi infakla karşı karşıya getiren bu âyetinbilincine er­memiz gerekecek. Şu anda bizler belki fiilen bir savaş ortamında olmamaklabera­ber, öyle miyiz değil miyiz o da tartışılabilir de, şu anda her ne kadarçevremizdeki kardeşlerimizin savaş ortamında oluşundan ha­bersiz yaşayanbizler, belki fiilen bir savaş ortamının içinde ol­ma­makla birlikte şu andahepimiz infak ortamı içinde bulunuyoruz. Ya da infak ortamında olabiliriz.

Yâni şu anda bizler hiç olmazsahayatımızı dünyaya ba­ğım-lılıktan kurtarmak zorundayız. Uykuya bağımlılıktan,rahata bağımlı­lıktan, paraya bağımlılıktan, büroya, dükkana, tezgaha ba­ğımlılıktankurtarmak zorundayız. Zaman imkânlarımızı, ömür im­kânlarımızı, malimkânlarımızı yavaş yavaş fedâ etmeye alıştır­malıyız kendimizi. Öm­rümüzün birbölümünü, meselâ 24 saatimi­zin 2 saatini müslümanların dirilişi meselesinefedâ edebilmeliyiz. Benim günlük zamanımın iki saati sizin içindir eymüslümanlar! di­yebilmeliyiz. Kullansınlar bizi iki saat. Harcasın müslümanlariki saatimizi. Harcasınlar bizi. Kim har­carsa harcasın fark etmez. İhti­yarıkullansın, genci kullansın, kadını kullansın, erkeği kullansın, akrabam kullansın,babam, anam, kom­şum, arkadaşım kullansın fark etmez. Ama ben başkalarının olabile­yimiki saat. Ve yirmi dört liramın iki lirası da başkalarının olsun. Ben onda hiçtemellük hakkı saymayayım. Varsa yirmi dört liramın iki lira­sını da başkalarıkullansın ne çıkar bundan? Ben bugün iki saatimi vereyim de, ben bugün ikiliramı vere­yim de, yarın öbürsü gün dörde, beşe çıkarayım. Eğer bugün ben bunubeceremezsem, bencillik yapar ve sadece ken­dim için yaşarsam ve paramı da hepkendime harcarsam, bir gün zorunlu olarak canımın istendiği bir ortamda,malımın tamamının istendiği bir savaş orta­mında benim yapabileceğim hiç birşey yoktur. Allah yolunda infak edin:

"İyilikyapın, ihsanda bulunun; çünkü Allah muh-sinleri sever."

İhsan,hayatın herşeyinde ihsan. Hayatın her bir bölü­münde ih­san isteniyor bizden.Savaşırken ihsan, öldürürken ih­san, ölürken ihsan, infak ederken ihsan, kurbankeserken, yerken, yedirirken, na­maz kılarken, oruç tutarken, haccederken,savaşır­ken, barışırken hep ihsan isteniyor bizden. Yâni hayatı Allah çin yaşamakisteniyor. İhsan budur işte. Hayatı Allah için ve Allah’ın gördüğü şuuru içindeyaşa­mak. İşte Allah böyle kendisini görürce­sine kendisine kulluk yapanlarısever. Allah’ın her ân ve her za­man kendisini kontrol ettiğine inanan ve herân Allah huzurunda bir hayat yaşadığı bilincine eren bir müs-lüman, elbette tümyaptık­larını Allah’a lâyık yapmaya çalışacaktır.

196:"Hacve umreyi de Allah için tamamlayın. Bun­dan engellenirseniz, yapamadığınız birşey olursa o vakit size kolay gelen kurbanı gönderin. Ama kurbanlar kurbanmahalline (Mina) varın­caya kadar başlarınızı tıraş etme­yin. Sizden kim hastaolur veya başından bir rahatsız­lığı varsa ona oruç, veya sadaka, veya kurban­danfidye gere­kir. Güven içinde olduğunuz zaman hacca kadar umre ile yararlanmakisteyene, temettû yapmak isteyene kolayına giden bir kurban kesmek gerekir. Kimkurban bulamazsa hacda üç gün, hacdan döndüğünüzde de yedi gün olmak üzere tamon günlük oruç vardır. Bu ailesi Mescid-i Ha­ram’da olamayanlar içindir.Allah’tan sakının, bilin ki Allah cezası çok şid­detli olandır."

İşte hayatböyle. Bazen savaşırsın, bazen para harcarsın, ba­zen de hacca ve umreyegidersin. Hayat budur işte. Veya anında hacdan dönerken yolun değişiverir,memleketine dönece­ğin yerde Fi­listin’e, Mescid-i Aksa’yı kurtarmayadönüverirsin. Veya bakarsın bir gün şeytana attığın o taşları Filistinligaribanla­rın arasında, onların at­tıkları hedefe atıverirsin. Bakarsın ki mil­yonlarcainsanın ellerinde taşlarla beraber kendilerine doğru gel­diğini gören zâlimler,yıllardır kemik kırıp, kan içen zâlimler kaça­cak delik aramaya başlamışlardırartık. Korktukları günün gelip çattığını anlamışlar ve korkudan ödleri patlamıştırartık. Ve artık yıllardır tüm dünyanın gözleri önünde ke­mikleri kırılan, kanlarıiçi­len gözü yaşlıların yüzleri de gülmeye başla­mıştır. Ve bu iş, o za­man çokkolay olur. O günler pek uzak olmasa gerek. İşte savaş­tan sonra bir infak veinfaktan sonra da bir hac âyeti.

Haccı veumreyi de Allah için tamamlayın! Haccı ve Umreyi düz­gün yapın, ihsan içinde veAllah’a lâyık bir biçimde yapın! Zira hac, insan ömrünün bir kesitidir. İnsanhayatının bir maketidir. Hacla insan ömrü doğru orantılıdır. Hac anlaşılmışsa,hac Allah’ın istediği biçimde ifa edilmişse insan hayatı düzgündür. Hac anla­şılmadanya­pılmışsa, hacda ihsan gerçekleşmemişse o zaman in­san hayatı da bozuktur.Öyleyse haccı ve umreyi Allah için ve Al­lah’ın istediği şe­kil-de tamamlamakzorundayız.

"Bundanengellenirseniz, yapamadığınız bir şey olursa, o vakit size kolay gelen kurbanıgönderin."

Eğer haciçin yola çıktıktan sonra engellenirseniz, orada hapse filan girerek veya başkasebeplerle engellenirseniz, niyet­lendi­ğiniz haccı gerçekleştiremezseniz, ozaman da kolayınıza gelen bir kurbanı kesin diyor Rabbimiz. Hacdan engellenmekonusunda iki görüş vardır: 1: Düşman tarafından konulan bir engeldir. Nitekimulemâ­nın ifadesine göre bu âyet umre yapmak niyetiyle giderken Hudeybiye denenmevkie geldiklerinde Mekke’li müşriklerin Rasulullah’a ve be­raberindekimüslümanlara Mekke’ye girme en­geli koy­maları üzerine nazil olmuştur. Allah’ınRasûlü burada ih­ramdan çıkıp kurbanlarını kesmiştir. 2: İkincisi niyetlenmişhaccı engelleyen herşeydir diyenler de ol­muştur. Hastalık, düşman korkusu, yolemniyetsizliği, bineğin kaybolması, ölmesi, kadının yanındaki mahreminin ölmesigibi en­gel-ler­dir. İbni Mes'ud’un rivâyetinde Allah’ın Rasûlü, Duba bintiZübeyr Binti Abdul Muttalib’in evine uğradı. O Rasulullah’a dedi ki: Ey Allah’ınRasûlü ben haccetmek istiyorum ama hastayım, ne ya­payım? Allah’ın Rasûlübuyurdu ki: Haccet ve şöyle bir şart koş: Ben nerede hacdan ala konursam oradaihramdan çıkarım. (Buhârî ve Müslim)

"Amakurbanlar kurban mahalline (Mina) varın­caya kadar başlarınızı tıraşetmeyin."

Hastalık sebebiyle düşman sebebiyle veya başkabir şeyler se­bebiyle engellendiğiniz zaman kişi kurbanını ya Haremi Şerife gön­derir,ya da bulunduğu yerde kurbanını keser. Yâni bir zaman ihram­dan çıkıpbaşlarınızı tıraş etmeyiniz. Arafat, Müzdelife, sonra kurban kesme mahalli olanMina’ya varıncaya kadar saçlarınızı tıraş etmeyin.

Bu âyetle alâkalı kimileri Mescid-i Haram’a bir kurbanveya be­delini mutlak göndermelidir demişler. Çünkü kurbanın ulaşacağı yer konusundaMâide’de şöyle buyurulur:

"Kâbe’yeulaşacak bir kurbanlık.."

(Mâide: 95) Âyetinin delâletinegöre harem bölgesi kastedilmiştir. Kimileri de kişinin bulunduğu yerde kurbanınıkesmesi de caiz­dir demişler. Nitekim Allah’ın Rasûlü Hudeybiye’de kurbanla­rınıkes­miştir. Hudeybiye harem bölgesinin dışındadır. Yukarıda ifade ettiğim şartkoşma hadisi de buna delildir Allahu âlem.

"Sizdenkim hasta olur veya başından bir rahatsız­lığı varsa ona oruç, veya sadaka,veya kurban­dan fidye ge­rekir. "

Yâni kişiihzar durumunda iken, hacdan engellenmiş du­rumu ya­şarken hasta olur, ameliyatedilecek olur, başından veya vücudu­nun herhangi bir yerinden tıraş yapılmakzorunda kalırsa, zamanın­dan önce tıraş olduğundan dolayı o kişiye oruç tutmasıveya sadaka vermesi veya kurban kesmesi vacip olur. Bu tercihi Rabbimiz kişininkendisine havale etmiştir.

İslâm’datıraş önemlidir. Çünkü tıraş hayata yeniden, yeni­baş-tan dönmek gibidir. Yânibir kişinin ihrama girip de Mina’da geceleyip ertesi sabah Arafat’a çıkıp,ertesi akşam Arafat’tan Müzdelife’ye doğru yürüyüp ve sabah namazından sonra daMina’ya, savaş ala­nına doğru gitmesi, orada şeytanlarla karşı kar­şıya gel­mesianına ka­dar artık tamamen dünyayla irtibatını kes­miş, varlı­ğını bitiripsıfırla­mış, hiç bir şeyi kalmamış, herşeyi Allah için ol­muş. Arafat’ta irfanaulaşıyor, Allah için öğreniyor, Meş’ar’de bu öğ­rendiklerinin Allah için bilincineeriyor, öğrendiklerini şuur haline geti­riyor ve Mina’da da bu öğrendikleriniAllah’a kulluk adına uy­gulamaya koyunca karşısına çıkacak tüm engelleri kurbanetme noktasına ula­şıyor, kurban ediyor. Bambaşka bir dünyada, bam­başka bir hayatınmaketini yaşıyor. Ve ondan sonra da ihramdan çıkarken başını tıraş ederektekrar dünyaya, eski hayatına dönü­yor. Orada yaşadığı bu sembol hayatla bumaket hayatla dünyaya dönüyor. Yâni orada pra­tikte uyguladığı bir hayatbilgisi ve bilinciyle tekrar hayata dönüyor. Ve onu aynen bundan sonraki hayatındauygulamak bilinciyle hayata dö­nüyor. Artık bir ömür boyu o hayatın aynınıgerçekleştirmek zorunda­dır. İşte mo­del bir hayattan, maket bir hayattanyeniden hayata dön­menin başlangıcında kişi, başını tıraş edecektir. Evet,orada Rabbimiz bize sunduğu, bize yaşattığı o maket hayatın aynısını bir ömürboyu yaşamamızı istiyor. İşte bundan sonraki tüm hayatınız buradaki gibi olsundiyor.

¬

"Güveniçinde olduğunuz zaman hacca kadar umre ile yararlanmak isteyene, temettûyapmak isteyene kola­yına giden bir kurban kesmek gerekir."

Temettuhaccına niyet eden kişi kurban kesmek zorunda­dır. Ama herkimin de bu kurbanıkesmeye gücü yetmezse:

"Kimkurban bulamazsa hacda üç gün, hacdan dön­düğünüzde de yedi gün olmak üzere tamon günlük oruç vardır. Bu ailesi Mescid-i Haram’da olamayanlar içindir.Allah’tan sakının, bilin ki Allah cezası çok şid­detli olan­dır."

Kurban kesmeye gücü yetmeyen kişi de hac esna­sında,yâni kurban bayramından önce üç gün oruç tutacak ve memleketine dön­düktensonra da yedi gün oruç tutacak, böylece on gün oruç tutması gerekecektir.

197:"Hacbelli aylardadır. Kim bu aylarda haccı ken­disine farz ederse, hacda kadınlacinsi birleşme, fısk ve cidal yoktur. Hayırdan ne yaparsanız Allah onu bilmekte­dir.Azık da alınız, azıkların en hayırlısı takva azığıdır. Ey akıl sahipleri bendensakının."

Kimileri buhac belli aylardadır ifadesini yanlış anlamaya ça­lışı­yorlar. Efendimistediğimiz zaman hac yapabiliriz, baksana Allah hac belli aylardadırbuyuruyor, öyleyse dilediğimiz zaman dilediğimiz aylarda hac yapabiliriz bundahiç bir mahzur yoktur di­yorlar. Halbuki durum böyle değildir. Hac aylarıŞevvalden sonra başlıyor. Şevval hazırlıktır, Zilkade bu hazırlığın zirveyeçıkmasıdır ve Zilhicce de hac aylarıdır. Ve böylece Rabbimizin zikrettiği aylarbunlardır diyoruz ha­zırlık dönemiyle birlikte son safha olarak.

Yine Tevbesûresinde:

“...Büyükhac günü, Allah ve peygamberleri, in­san­lara ilan eder.

(Tevbe 3)

Diye birgünden söz ediyor Rabbimiz. İşte o belli gün Zilhic­ce­nin dokuzuncu günüdür.Allah’ın rasûlu de "O gün Arafa’dır" diyor. Buna göre hiçbir zamanbir müslümanın Zilhiccenin dokuzunun dı­şında bir günde Arafat’a çıkıp hacyapabilirim diye bir söz söylemeye hakkı ve selahiyeti yoktur.

Efendimişte insanlar çoğaldı, hacda izdiham oluyor, artık bu hac işini diğer aylara dayaymak zorundayız. Kimimiz Muhar­rem ayında, kimimiz Zilhiccede hac yapabilmeliyizdemeye kimse­nin hakkı yoktur. Hac bellidir, hac ayları da bellidir. Bu yasaHz. İb­rahim döne­minde belirlenmiştir, Rasulullah (a.s) döneminde de bu yasaaynen pratikte uygulanmıştır. İlk önce Hz. Ebu Bekir Efendi­miz bunu pratiktegöstermiş, sonra da Allah’ın Rasûlü veda hac­cında bizzat bunu pra­tikte göstermiştir.Bundan sonra artık hiç bi­rimiz istediğimiz zaman hac yapabiliriz diyemeyizkıyamete kadar.

"Kimbu aylarda haccı kendisine farz ederse, hacda kadınla cinsi birleşme, fısk vecidal yoktur."

Yâni kimihramını giyer de hacca karar verip başlarsa; artık onun için refes, fısk vecidal haramdır. Yâni kim ki hac aylarında hac­cetmek niyetiyle binitini veazığını hazır ederek haccı kendi­sine farz ederse. Rasulullah efendimizin birhadisinden öğreniyo­ruz ki; bir müs-lümana haccın farz olması için iki temelşart vardır. Bunlardan bi­risi azık diğeri de binittir. Binit ve azık. Binitive azığı olan kişiye hac farz olmuştur. Bir merkebi, yahut atı veya devesi veyabir bisikleti, motosikleti veya arabası olan ve de yolda yiye­bileceği kadarişte üç beş kilogram yağı ve bulguru olan kimseye hac farz olmuştur. Altı aydada bu şekilde varıp gelebilecek bu im­kânı olan kişiye Allah ve Resûlüne görehac farzdır. Eskiden ata­larımız binerlerdi develerine ve üç beş ayda buvazifelerini ifa edip gelirlerdi.

Hazırlıklarınıyapıp hac yolculuğuna çıkan kimseye refes, fısk ve cidal haramdır diyorRabbimiz.

Refes;kadınlarla cinsel ilişki ve kötü, kaba lafları içine alır. Hac esnasındakadınlarla cinsel ilişki yasak olduğu gibi, aynı za­man-da cinsel ilişkiyiçağrıştıran sözler söylemek de yasaktır. Refes kelimesi bunun ikisini dekapsayan bir kelimedir.

Fısk, ya dafusuk ise Allah’ın yasaklarını çiğneyerek korku­suz-ca ve pervasızca günahişlemektir. Hac esnasında ve her za­man bu da yasaktır.

Cidal datartışmak, ağız kavgası yapmaktır ki; hac esna­sında Rabbimiz bunu dayasaklamıştır. Allah’ın Rasûlü Buhârî’deki bir ha­dislerinde buyurur ki:

"KimRefes ve fusuk yapmadan haccederse anasından doğ­duğu gündeki gibi tümgünahlarından arınmış olarak hacdan döner."

Az önce deifade ettiğimiz gibi, günah her yerde günah­tır, se­vap her yerde sevaptır. Amaşunu da unutmayalım ki orada işlenecek günahların da sevapların da kat sayılarıfarklıdır.

Bunun içinmi dir ki bilmem, galiba şeytanlar o ayda yeryü­zü­nün tamamındaki mevzileriniterk edip hac yolunda müslümanları bu tür şeylere, kavgalara isyanlarasürükleyip hacda günahla­rının dö­külmesini engellemeye çalışıyorlar.Şeytanlar, orada müslümanların günahlarını dökerek tertemiz ülkelerine dönmele­riniistemedikleri tüm izinlerini kaldırıp müslümanların hac yolları­nın üzerineçıkmaktadırlar. Hattâ A’râf sûresindeki:

"Beniazdırdığın için, andolsun ki, Senin doğru yo­lun üzerinde onlara karşıduracağım. Sonra önlerin­den, ardlarından, sağ ve sollarından onlara sokulaca­ğım;ço­ğunu Sana şükreder bulamayacaksın" dedi.”

(A’râf 16,17)

Âyetindekişeytanın, mü’minlerin yolları üzerinde duracağım ifa­desini de kimi âlimlerimizbu hac yolculuğu olarak anlamışlardır. Evet hacda refes, fusuk ve cidal (kavga)yasaktır. Peki acaba bunlar sadece ihramlıya mı yasaktır? Yâni adam ihramdançıkınca artık bunlara izin var mıdır? Hayır bunlar ihramın dışında da yapılmasıyasak olan şeylerdir. Ama hacda bize tüm ömrümüz boyunca takip edeceğimiz maketbir hayat sunuluyor ya, işte belki bundan ötürü bu­rada daha bir hassasiyetlebu konulara dikkatimiz çekilmektedir diyo­ruz.

"Hayırdanne yaparsanız Allah onu bilmektedir. Azık da alınız, azıkların en hayırlısıtakva azığıdır. Ey akıl sahipleri benden sakının."

Evet,siz ne yaparsanız, nasıl bir amel işlerseniz Allah onun bilmektedir, Allah onunfarkındadır, onu hesaba katmaktadır. Bu konuda pek çok hadisten bir kaçınıhatırlayalım inşallah. Ebû Zerr (r.a)’den rivayet edildiğine göre bazı insanlar: Ey Allah’ınRasûlü zenginler tüm sevapları alıp götürüyorlar, çünkü onlarda bizler gibinamaz kılıyor, oruç tutuyor, ayrıca zenginliklerinden dolayı sadaka da veriyorlardediler. Rasûlullah (s.a.v.):

“Allah sizlere sadaka verme ve buyönde sevap kazanma imkanı vermedi mi sanıyorsunuz?

Her sübhanallah demek bir sadakadır,

her Allahüekber demek bir sadakadır,

her elhamdülillah demek bir sadakadır,

her lâ ilâhe illallah demek bir sadakadır,iyiliği em-retmek sadaka, kötülükten sakındırmak sadakadır. Hatta her birinizinhanımıyla birlikte yatması sadakadır”

buyurdu. Bununüzerine sahâbîler: Ey Allah’ın Rasûlü hanımı-mızla şehvetimizi tatmin etmeklebize sevap mı var? dediler. Pey-gamber (s.a.v.):

“Kişi bu istek ve ihtiyacını haram yoldangiderseydi, günah olmayacak mıydı? Helal yoldan gidermesinde de elbette sevapvardır”

buyurdular. (Müslim, Zekat 53)

Ebû Zerr (r.a)şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v) bana şöyle dedi:

“Kardeşini güler yüzle karşılamaktan ibaretbile olsa hiçbir iyiliği küçük görme!”

(Müslim, Birr 144)

Ebû Hureyre(r.a)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdular:

“İnsanların her bir eklemi için her gün birsadaka gerekir. İki kişi arasında adâletle hükmetmen sadakadır, bir kimseninbinitine binerken veya yükünü yüklerken yardım etmen sadakadır, güzel ve tatlısöz sadakadır, namaz için mescide giderken attığın her adım sadakadır, insanlaraeziyet veren şeyleri yoldan kaldırman da sadakadır.”

(Buhârî, Sulh 11; Müslim, Zekat 56)

Hz, Aişe (r.a)’nın değişik bir rivayetinde şöyledenmiştir:

“Her insan üç yüz altmışeklem üzere yaratılmıştır. Şu halde bir kimse: Allahüekber derse elhamdülillahderse lâ ilâhe illallah derse sübhanallah derse, Allah’tan bağışlanma dilerse,insanların yollarından eziyet veren taş, diken, kemik gibi şeyleri bir kenaraatarsa, iyi olan şeyleri emreder, kötülüklerden sakındırırsa, bunların hepsi deüç yüz altmışı bulursa o gün cehennem ateşinden uzaklaşmış olarak akşamı eder.”

(Müslim,Zekat 54)

Ebû Hureyre (r.a)’den rivayet edildiğine göre Peygamber(s.a.v) şöyle buyurdu: “Sabah akşam camiyegiden her kimseye her gidişinde Allah onun için cennette bir ziyafet hazırlar.”

(Buhârî,Ezan 37; Müslim, Mesâcid 285)

Ebû Hureyre (r.a)’den rivayet edildiğine göreRasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Ey müslüman hanımlarhiçbir komşu kadın komşu-sunun verdiği koyun paçası bile olsa yaptığı iyiliğiküçüm-semesin.”

(Buhârî,Hîbe 1; Müslim, Zekat 90)

Ebû Hureyre (r.a)’den aktarıldığına göre Peygamber(s.a.v) şöyle buyurdu:

“İman yetmiş yahutaltmış bu kadar şubedir. En yük-seği لاَ إِلَهَإِلاَّ اللهُ = Allah’tan başkaibadet edilecek sözü din-lenecek gerçek ilahyoktur sözüdür. En aşağısı ise eziyet verecek şeyleri yollardankaldırmaktır, utanmak da iman-dan bir bölümdür.”

(Buhârî,İman 3; Müslim, İman 58)

EbûHureyre (r.a)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Vaktiyle bir adam yolda giderkençok susadı, niha-yet bir kuyu bulup oraya indi, su içip çıktı, bir de negör-sün bir köpek dilini çıkarmış soluyor ve susuzluktan nemli toprağıyalıyordu. Adama kendi kendine bu köpek de tıpkı benim gibi susamış dedi vehemen kuyuya indi, mestini su ile doldurdu ve mesti ağzına alarak kuyudançıktı, köpeği suladı. Bundan dolayı Allah o kimseden razı oldu ve onubağışladı.”Sahabeler: Ey Allah’ın Rasûlü bizim için hayvanlardan dolayı sevap var mıdır?dediler. Rasûlullah (s.a.v) de: “Hercanlı sebebiyle sevap vardır” buyurdular.

Birbaşka rivayette: “Allah ondan memnunoldu ve onu bağışlayıp cennetine koydu” denilmektedir.

Birdiğer rivayette ise şöyle buyurulmaktadır: “Susuzluktan ölmek üzere olan bir köpek bir kuyunun etrafında dolaşıpduruyordu. İsrail oğullarından ahlaksız bir kadın onu gördü hemen çizmesiniçıkardı, köpek için kuyudan su çekerek onu suladı, bu sebeple o kadınbağışlandı.”

(Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Selam 155)

Yine bir kadının bir kediyi hapsedip aç bırakarak ölümünese-bep olduğu da başka bir hadiste belirtilir. Bu iki hadîsi birlikte incele-yecekolursak her canlıya yaptığımız iyilikten dolayı sevap kazana-cağımızı, zararverdiğimizde de cezalandırılacağımızı bileceğiz. “Za-rarlıolan hayvanları öldürün” hadîsi ile de istisnaîdurumlar açığa kavuşturulmuş oluyor. Hayır yolları pek çoktur, ciğer sahibican-lılara yardım da sevaba vesiledir. Müslüman kişi canlılara ilk yardımolarak hidayet ve doğru yolu gösterme yanı sıra diğer gereken yar-dımları damutlaka yapacaktır, çünkü tüm bu yardımlar onun için müslümanlık borcudur.

EbûHureyre (r.a)’den rivayet edildiğine göre Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Müslümanları rahatsız eden yolüzerindeki bir ağacı kesen bir kişiyi cennet nimetleri içinde yüzer gördüm.”

(Müslim, Birr 129)

Başka birrivayette ise şöyle buyurulur:

“Adamın biri yol üzerinde bir ağaç dalıgördü ve Al-lah’a yemin ederim ki; bunu müslümanları rahatsız etme-mesi için buradankaldıracağım dedi ve o ağacı kaldırdı, bu yüzden cennetlik oldu.”

(Müslim, Birr 128) Başka bir rivayette de şöyle denilir:

“Bir adam yolda yürürken yol üzerinde birdiken dalı buldu ve insanlara eziyet vermesin diye onu yoldan uzak-laştırdı. Buyüzden Allah ondan razı oldu ve onu bağış-ladı.”

(Buhârî, Ezan 32; Müslim, Birr 127)

Ey Allah’ınkulları yanınıza azık da alınız. Hac yolculuğuna çı­karken yanınızayiyeceklerinizi de alınız. Nasıl olsa orada bizler Al­lah’ın misafirleriyiz,Allah bizi aç bırakmaz! O bizi doyuracaktır diyerek başkalarına yük olmayınız!Başkalarının sırtından geçin­meye çalış­mayınız diyor Rabbimiz.

Âyetinnüzul sebebi hakkında İbni Abbas efendimiz der ki: Ye­men ahalisi haccaçıkarken paraları olduğu halde yanlarına azık al­mazlardı. Bizler Allah’atevekkül eden insanlarız! Bu Allah’a karşı iti­matsızlıktır, Allah kendi misafirlerini,kendi evinin ziyaretçi­lerini elbette doyuracaktır, Allah misafirlerinidoyurmaktan âciz değildir derlerdi. Ve hacda müslümanlardan dilenerekgeçinirlerdi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak bir de yanınıza azık alın! Buyurdu.

(Buhârî,Ebu Dâvûd, Nesei)

Bu anlayışİslâm’daki tevekkülü yanlış anlamaktır. İs­lâm’daki te­vekkül sebepleresarılmadan rızkı Allah’a havale etmek anlamına bir tevekkül değildir. Bunatevekkül değil tevakül, yâni yiyicilik denir. Evet azıklanınız! Yanınıza azıkalınız ama:

"Azıklarınen hayırlısı takva azığıdır."

Diğerazıkları ihmal etmeyin ama takva azığı da alın yanı­nıza. Yeme içme azığındanfazla, yağ yoğurt azığından fazla takva azığı da alın. Takva azığıyla daazıklanmayı ihmal etmeyin. Bu takva azığını bir ömrün başlangıcından o anakadar biriktirmek lâzımdır. Âkıl bâliğ olduğumuz, İslâm’la mükellef olduğumuzgün­den itibaren hac yolcu­luğuna çıkacağımız o güne kadar bu azığı toplamakzorundayız. Bir ömür boyu takvayı biriktiremeyen müslümanlar, hiç olmazsa haccagitmeye karar verdikleri andan itiba­ren bu azığı toplamaya başlamalı­dırlar.Veya bizler, hiç olmazsa müslümanlar hacca niyet ettikleri an­dan itibarenonlara bu azığı vermeye çalışmalıyız. Yâni onlara bilenle­rimiz haccı anlatmayaçalışmalıdır. Kur’an’daki hacla ilgili âyetleri, İb­rahim ve İsmail (a.s) larlailgili âyetleri, Sa’y la ilgili âyetleri ve Rasu-lullah’ın sünnetindeki haccıanlatmaya çalışalım. İbrahim’in (a.s) ve Rasulullah efendimizin pratikteuyguladıkları haccı anlatmaya çalı­şalım. Yâni bu insanlar bu âyetlerle, bubilgi­lerle donansınlar, haccı bilsinler, dua etmeyi bilsinler, Arafat’ı bil­sinler,Müzdelife’yi bilsinler, Meş'ar’i bilsinler, Mina’yı bilsinler, Hacer’ibilsinler, Safa’yı, Merve’yi bilsinler, zemzemi bilsinler. Tüm bunların birermektep olduğunu, bu mekteplerden diploma alarak tüm hayatlarını böyleceyaşamaları için, kendilerine maket bir İs­lâm hayatı sunulacağını bilsinler.Bilsinler de böylece takva azı­ğıyla azıklansınlar. Helkelerini yoğurtlarla doldurupda güzel bir şekilde kim­seye yük olmadan hacca gitmeye çalışan bu insanlaraynı za­manda takva azığıyla da azıklanarak hacca gitmenin daha hayırlı olacağınıbilsin­ler. Onlar bilsinler, biz de bilelim inşallah.

"Ey akıl sahipleri, benim için takvalıolun."

Benim içinhayatınızı yaşayın. Yolunuzu benimle bulun, yolu-nuzu bana sorarak bulun, benkonusunda takvalı olun, takvayı ben­den alın, takvayı benden öğrenin! diyorRabbimiz...

198:"Hacdaticaretle Rabbinizin fazlından bir şey­ler istemenizde günah yoktur. Arafat’tanakın ettiğinizde Meş’ar-i haram deni­len yerde Allah’ı zikredin. O Allah sizenasıl hidâyet verdiyse siz de onu anıp zikredin. Doğ­rusu Allah size bunuöğretmeden önce zaten sizler sapıktı­nız."

Yâni hacdaticaret yapabilirsiniz, bunda herhangi bir günah yok­tur diyor Rabbimiz. Haccagiden adam çok rahat bir şekilde ticaret yapabilir. Ticaret mallarındangötürebilir, getirebilir. Orada da ticaret yapabilir, yolda da ticaret yapabilir,bu işte hiçbir sakınca yoktur. Çünkü İslâm’ın istediği hayatta ne haccın, neorucun, ne namazın, ne ticaretin hiçbir farkı yoktur. Hayat bunlarla iç içedirİslâmda. Bir anda namaz kılarsınız, bir anda da tüccarsınız. Bir anda ticaret yapıyorsu­nuz,bir anda da hacca gidiyorsunuz. Bir anda savaşıyorsunuz, bir anda da öğreniyorsunuz.Bir anda öğre­tirken, bir anda da öğrenen konumundasınız. Yâni İslâm’da bu ko­nulardabir ayırım söz konusu değildir, caiz de değildir bu. Yâni biz namazda ayrıyızda ticarette ay­rıyız, bu mümkün değildir. Namaz kılarken ayrı bir kişiliksahibi, ama ticaret yaparken ayrı bir şahsi­yet sahibi olmak İslâm’da yoktur.Müs­lüman namaz kılarken Al­lah’ın kulu; ama ticaret yaparken kapitalizmin kuluolamaz. İs­lâm’da böyle bir laisizm yoktur. Kişi namaz kılarken de Allah’lakarşı karşıya, ticaret yaparken de Allah huzurundadır.

Hacyolculuğunda ticaret olmaz! Hacca giderken ticaretin de bi­tecek! Hacdangeldikten sonra teraziye el değmeyeceksin! Olmaz bunlar. Bilâkis müslümanın tümhayatı ibâdettir. Onun ha­yatında tır­nak kesmekten tutun da tuvalete gitmeyevarıncaya ka­dar herşey kulluktur.

Müslümanınhayatında kulluğun dışında bir ek saniye bile dü-şü­nülemez. Çünkü Allah hayattaboşluk bırakmaz. Hayatta boşluk de-mek, şirkin başlangıcı demektir. Yâni sankihayatımızın bir bölü­mün-de Allah’la karşı karşıyayız, hayatımızın birbölümünde Allah’a karşı sorumluyuz, hayatımızın bir bölümüne Allah karışır; amaöteki bö-lümlerinde başkalarına karşı sorumluyuz, o bölümlere Allah’tan başkalarıkarışır diyerek hayatı böldünüz mü, şirk başla­mıştır Allah korusun.

Birileri bubâtıl fikirleri yaymaya çalışırken, hacca giderken müslümanlar ticaretyapamazlar derken, her halde bunu Japon, Ame­rikan ve İngiliz sanayilerinindaha da gelişmesi ve onların ürettikleri malların oralarda daha kolaysatılabilmesi için söylüyor­lar hainler. Ve kimi zavallı hocalar da bunların buoyunlarına alet oluyorlar. Müslü­manlara: Sizler ticaret yapmayın! Sizlersadece tüketici olun! Diyorlar. Tabii bu hainler için önemli olan kendi mal­larınıntüketilmesidir zaten. Çoğu zavallı müslüman da hacdan döndükten sonraticaretini bırakı­yor. Teraziye dokunmaya bile korkuyor âdeta. Kimileri de budurumda hacca gidemem diye kor­kuyor. Yâni ben bu ticareti, ben bu hayatı bı­rakmadıkçahacca gi­demem diye korkuyorlar. Efendim ticaret varsa ibâdet yoktur, ibâdetvarsa da ticaret olmaz filan demeye çalışıyorlar. Vs. Vs. Hal­buki İslâm’dakesinlikle böyle bir laisizm anlayışı yoktur. Müslüman hayatın tamamını Allahiçin yaşayan kişidir.

"Arafat’tanakın ettiğinizde Meş’ar-i Haram deni­len yerde Allah’ı zikredin."

İfazakelimesi taşmak mânâsınadır. Arafat’tan taşmaya, ak-maya baş­ladığınızda.Düşünün iki milyon­luk, üç milyonluk bir kent boşalıyor. İki günlüğünekurulmuş, Allah adına bir vazife icra etmek için geçici bir şekilde kurulmuşbir kent boşalı­yor. Ne muazzam bir gö­rüntü, tüyler ürpertici, mahşeri bir man­zara.Akşam güneş batar bat­maz üç milyonluk bir kent yepyeni bir hayata akıyor. Arafat’tanMüzdelife’ye yürüyor. Üç milyonluk bir sel, hani barajlar açıldığı, sularsalındığı zaman nasıl akar? İşte öylece bütün yollardan, bütün vâdi­lerdeninsanlık Müzdelife’ye doğru akmaktadır. Arafat’ta irfana ulaş­mışlar, kullukbilinciyle bi­linçlenmişler, şimdi de Meş’ar’de bu bilgiyi kuru bir bilgiolmaktan çıkarıp şuur haline getirmeye yürüyorlar. Uy­gulama alanı bulmayayürüyorlar. Bilgiyi amele dönüştürme savaşı vermeye yürüyorlar.

"Meş'ar-iHaram’da (yâni Müzdelife’de) Allah’ı zik­redin. O Allah size nasıl hidâyetverdiyse siz de onu anıp zikredin. Doğrusu Allah, size bunu öğretmeden öncezaten sizler sapıktınız."

Allah’ızikredin, Allah’ı gündeme alın. Size, siz hiç bir şey bil­mezken hidâyet ettiğiiçin siz de Allah’ı zikredin. Çünkü daha evvel sizler yol yordam bilmeyensapıklardınız. Bundan evvel siz­ler dünya nedir, hayat nedir, ölüm nedir,âhiret nedir, cennet, ce­hennem nedir, namaz, abdest nedir bilmiyordunuz. Bütünbunları size öğreterek Al­lah size hidâyet etti. Size hidâyet eden Allah, siz­denzikir istiyor. Ha­yatınıza Allah hakim olsun istiyor. Hayatınızın her bir konumundasiz­den istediği kulluk birimleriyle Rabbinizi, Rabbinizin âyetlerini, Rab-binizinkulluk maddelerini hatırlamanızı istiyor. Sizden gündem is­tiyor Allah.Kendisini gündeme almanızı istiyor. Başkalarını gündeme aldığınızdan çok onugündeminize almanızı, daha çok onu konuşma­nızı, daha çok onu övmenizi, dahaçok onun âyetleriyle meşgul olma­nızı istiyor. Siyasetinize Allah hakim olsun,ekonominize Allah hakim olsun, kılık kıyafeti­nize Allah hakim olsun,eğitiminize, hukukunuza, evlenmenize, boşanmanıza, ölümünüze diriminize ve tümhayatınıza Allah ha­kim olsun istiyor. Allah sizden kendisini gündeme almanızıis­tiyor, kitabını ve elçisini gündeme almanızı istiyor. Zikir budur zaten,Allah sizden zikir istiyor.

199:"Sonrainsanların toplu olarak akıp boşan­dığı yerlerden (Arafat’tan) siz de akınız veAllah’a istiğ­far edi­niz. Şüphesiz ki Allah Ğafur ve Rahim’dir."

ArtıkMüzdelife’den sabah vakti Mina’ya doğru, şeytanlara doğru, Allah yoluna, kullukyoluna dikilmiş ve kurban edilmesi ge­re­ken engellere doğru, savaşa doğru, Allah’ınrızasını kazanmaya doğru hareket ediyorsunuz.

Allah diyorki; insanların boşandığı yerlerden siz de boşa­nın. Herkesin gittiği veboşandığı yerden siz de gidin ve boşanın. Öyle bir dönem Mekke müşriklerininyaptıkları gibi özel yollar caiz değildir. Mekke’li müşrikler kendilerini diğerinsanlardan farklı bir konumda gö­rerek biz Allah’ın beytinin sahipleriyiz,bizler Allah ka­tında üstün kim­seleriz, bizim başkalarına karşıayrıcalıklarımız vardır diyerek kendi­leri için özel kurallar koydular.Kendileri diğer insanlardan ayrı bir yer­den gitmeye başladılar. Hattâ insanlarda­ğılırlarken kendileri insanlar­dan farklı olarak Mina’da diğer insan­larlabirlikte Arafat’a gitmemeye başladılar da bunun üzerine Allah da buyurdu kiböyle yapmayın, in­sanların boşandıkları yerlerden siz de boşanın.

Böyleayrıcalıklar yapmayın. Türkler, siz şuradan! Araplar, siz buradan! Hintliler,siz buradan! gibi ırki ayırımlar yapa­rak ümmeti böl-meyin diyor Rabbimiz.Zaten biz hacca ümmet ol­maya gittik. Tüm farklılıklarımızı atıp, tümkimliklerimizden sıyrılıp yepyeni bir ümmet kimliği bulmaya gittiğimiz bubölgede, böyle ırk­çılıkların yeri asla yoktur.

Ancak birazönceki Mina’da savaş verilen şeytanlar iki ayaklı şeytanlardı. Yâni insanşeytanlarıyla şeytan fonksiyonu icra eden in­sanlarla bir savaştı. Buradakisavaş ise bizzat şeytanlarla savaştır. Şurasını hiçbir zaman unutmayalım ki,şeytanlarla sava­şan kişiler, ancak insanlarla savaşabilirler. Şeytanlarlasavaşma­yan insanlar ke­sinlikle insanlarla da savaşamayacaklardır. İnsan­larlasavaşın yolu bu şeytanlarla savaştan geçer. Hocalarıyla sa­vaşıp onları yenmeninbi­lincine eren kişi talebeleriyle savaşmak­tan hiçbir zaman çekinmeye­cektir.Hocalarına karşı galip geldikle­rini anlayan insanlar, talebelerini basitgörmeyi becerebileceklerdir.

İşte müslümanlar burada tümyeryüzündeki iki ayaklı şey­tanla­rın komuta merkeziyle, yâni akıl hocalarıylasavaşarak dene­yim ka­zanmakta ve daha sonra da onların talebelerinin işinibitir­menin ko­laylığını öğrenmektedirler. En büyük şeytanı, şeytanların en büyü­ğü-nüyenen kişi, elbette onunun çömezleri olan kâfir­leri çok daha ko­lay yenebilecektir.İşte hacda şeytan taşlama ey­lemiyle müslümanlara bu deneyim kazandırılıyor.

"VeAllah’a istiğfar edin ,şüphesiz ki Allah Ğafur ve Rahim’dir."

Yânisavaşı kazanınca da estağfirullah deyin. Bunu bize Al­lah nasip etti, Allah’ınyardımı olmasaydı biz bunu beceremezdik deme adına Allah’a istiğfarda bulunun.Dikkat ediyorsanız ibâdetten sonra istiğfar isteniyor. Yâni ya Rabbi şuyaptığım sana lâ­yık olmadı, İbra­hi-m’inhaccına benzemedi, kusurumu görme ya Rabbi, eksiğimi tam kabul buyur ya Rabbideme adına Rabbimiz bizden istiğfar istiyor.

200:"Hacibâdetinizi bitirince de vaktiyle babaları­nızı andığınız gibi yahut onlarıandığınızdan daha çok Allah’ı zikredin. İnsanlardan kimileri de var­dır ki,Rabbimiz bize dünyada ver! Derler. Onların âhirette na­sip­leri yoktur."

Buradatekrar bir zikir emri daha geliyor. Daha önce ataları­nızı gündeme aldığınızdançok Allah’ı gündeme alın diyor Rabbimiz. Cahi-liye döneminde herşey atalarabağlıydı. İnsanlar atalarını gün­deme almayı, onları yâd etmeyi çok severlerdi.Atam şuydu, atam buydu, atam şöyleydi, atam böyleydi. Hayatın temelini atalaroluştu­ruyordu.

Yaşananhayatı onların anlayışları, onların âdetleri ve onlar­dan kendilerine intikaleden bilgiler oluşturuyordu. Hayata statüko ve atalar dini hakimdi. Ziraataları zikir demek; onları ha­yata yön verici olarak sürekli gündemde tutmak demektir. Ama Allahbuyurur ki: Ey müslümanlar! Artık müslümanlık gelmiştir, ar­tık Allah’tan sizehayatı­nızı belirlemek üzere bir kitap ve onun pra­tikte uygulanırlılığını gös­termekiçin bir peygamber gelmiştir. Artık bundan böyle gündeme bunlar alınacaktır.Tüm atalarınızın ve onların âdetlerinin işi bitmiştir artık deniliyordu.

"İnsanlardankimileri de vardır ki Rabbimiz bize dünyada ver! derler. Onların âhirettenasipleri yoktur.

Deniliyorki müşrikler haccı bitirdikleri zaman: "Allah’ım! Bize dünyada bol bolrızıklar ver!" diye dua ederlerdi ve âhiret adına hiç bir şeyistemiyorlardı da bunun üzerine bu âyet nazil ol­muştur.

Onlar ya dabaşkaları, insanlardan kimileri de derler ki; Ya Rabbi bize dünyada mal mülkver! Biz dünyada senden ma­kam mevki istiyoruz, ev bark istiyoruz, mark dolaristiyoruz, eş, dost, çevre, kredi istiyoruz! Bize bunlardan haber ver sen! Bizge­risini bilmeyiz derler. Bize dünyada ver de öbür tarafta ne olursa olsunbizim için fark et-mez derler. Dualarının konusu budur bunla­rın.

Dua dedim, yanlış duymadınız.Aslında herkes dua eder. Yer­yüzünde dua etmeyen insan yoktur. Bütün insanlardua ederler; ama duadan duaya fark vardır. Kişinin bir şeye yönelmesi onu eldeetme adına çırpınması, ona ulaşma adına çalışıp çaba­laması dua demektir. Evetbu adamlar herşeyin dünyada bitip tü­kenmesi adına dua et­mektedirler. Dünyadabitip tükenecek şeyler isteyerek dua etmekte­dirler. Böyle diyenlere, böyle duaedenlere, böyle hedefler uğruna çır­pınıp duranlara dünyada herşeyi verirAllah, ama âhirette onların hiç­bir nasipleri yoktur. Ama kimileri de inşallahbiz de onlardan olalım, bakın şöyle derlermiş:

201:"İnsanlardankimileri de Rabbimiz bize dün­yada hasene (iyilik) ver! Âhirette de hasene ver!Ve bizi ateşin azabından koru! Derler."

Hasene;güzel güzellik demektir. Gerçek güzellik, gerçek ha-sene, başlangıcı ve sonucugüzellik olandır. Kazanılması, elde edilmesi, kendisine ulaşılması başlangıçtagüzel olan nice şeyler var­dır ki; neticeleri felâket olabilir, sonuçlarıacıyla bitebilir. Onun içindir ki asıl hasene, asıl güzellik sonu güzel olanhasenelerdir.

Birincigruptaki insanlar için, sadece dünyayı isteyen, dünya­lık isteyen tümplanlarını programlarını dünyada bitecek öbür tarafa inti­kal etmeyecek biçimdeayarlayan insanlar için hasenenin sadece başlangıçlarının güzel olması yeterlidir.Elde ettikleri şeylerin, kazan­dıklarının sadece dünyada onları sevindir­mesi,mutlu etmesi yeterlidir. Bize sadece dünyada ver derler. Dünyada elde edelimde, dünyada tadalım da gerisi önemli değil­dir derler.

Ama buikinci grupta anlatılan gerçek akıl sahipleri ise hem başlangıcı hem de sonugüzellik olan, evveli de ahiri de güzellik olan hasene isterler. Hem dünyadahem de âhirette hasene ola­cak şeyler isterler. Hattâ bununla da yetinmeyipcehennem ate­şinden koruyacak şeyler olmasını isterler.

Bu dua, tümhayırları kapsayan bir duadır. Onun içindir ki Al­lah’ın Rasûlü tüm namazlarınınarkasında sürekli bu duayı ya­pardı.

Derler. YaRabbi bize verdiklerin sadece dünyada bizim mutlulu­ğumuzu sağlamakla kalmasın,aynı zamanda öbür tarafta bizi cehennem ateşinden de koruyacak cinsten olsunderler. Mü­fessirler bu hem dünyada hem de âhirette insanı mutlu edecek hasenekonu­sun-da şunları söylemişler:

Bu hasenedünyada sağlıktır, sıhhattir, geçinecek, başkala­rına muhtaç olmayacak kadarrızıktır, hayırda çokluktur, âhirette sevaplara ulaştıracak amellerdeçokluktur, dünyada saliha kadın­dır, dünyada salih arkadaştır, iyi komşudur,dünyada güzel bir dünya hayatıdır, hu­zurlu bir toplumdur, bereketli ömürdür,kulluk bilgisidir, Kur’an ve sün­net anlayışıdır, hikmettir, hâsılı kişininonunla Allah’ın rızasını kaza­na-bileceği ve sonunda cenneti elde ettirecekşeylerdir. Âhirette de hû­rilerdir, ırmaklardır, şaraplardır, giyeceklerin,yiyeceklerin güzelliğidir, hâsılı kişinin, onunla Allah’ın rızasınıkazanabileceği ve sonunda cen­neti elde ettirecek şeyler­dir demişler.

Evet,insanlardan bir grup sadece dünyalık isterken, sa­dece dünyada bitecek şeyleristerlerken bir grup da bunları iste­mektedir. Rabbimiz her iki grup için debuyurur ki:

202:"İşteonların kazandıklarından bir karşılık var­dır. Allah hesabı çok çabukgörendir."

İşte bu ikigrubun her ikisi de dualarına, isteklerine, arzula­rına ulaşacaklardır. Herikisine Allah istediklerini verecektir. Sa­dece dün­yalık isteyenlere, dünyadatadılıp bitecek mal mülk iste­yenlere Allah istediklerini verecek, onlar buradaherşeylerini yiyip bitirecekler öbür tarafa hiç bir şeyleri intikaletmeyecektir. Allah onları dünyada mal mülk sahibi, makam mevki sahibi ede­cek,tatması gerekenleri burada tattıracak ve burada tatlı gibi ge­len, başlangıcıhasene gibi gelen bu tadılan şeylerin sonu hüs­ranla bitecek ve kendilerinicehenneme yu­varlayacaktır. Ama öbür taraftaki mü'minlere de hem dünyada hem deâhirette bitmez tükenmez haseneler nasip edecek ve onları cehen­nem ateşindenkoruyacaktır. Dünyadaki bu mutlulukları öbür tarafta da mutluluğa dönüşecek vecennet hasenesiyle sonuçlanacaktır.

Kişi bizzatkendisi sonucuna katlanmak kayd u şar­tıyla ne is­terse Allah onu onaverecektir. Mal isteyene mal vere­cek, mülk iste­yene mülk verecek, ilimisteyene ilim verecek, cen­net isteyene cen­net, cehennem isteyene de cehennemverecek­tir. Şûrâ sûresindeki bir âyet-i kerîme bunu şöyle anlatır:

"Kimâhiret kazancını istiyorsa onu ona veririz. Kim de dünya kârını istiyorsa onada dünyadan veririz. Ama onun için âhirette hiçbir nasip yoktur."

(Şura 20)

Yâni budünyada çok zengin olanlara, mal mülk sahibi olan­lara şaşmamak lâzımdır. Çokciddi istediklerinden, çok ısrarlı istediklerin­den, belki gecelerinigündüzlerine katacak biçimde, belki de âhiretlerini ikinci üçüncü plana iterekısrarla dünyalık iste­diklerinden Allah onlara bunu vermiştir. Rasûl-i Ekrem’inhadisle­rinde ifadesi veç­hile:

"Dünyanın Allah katındasineğin kanadı kadar de­ğeri olsaydı ondan kâfire bir yudum su vermezdi"

Gereğince değersiz oluşundanötürü isteyen herkese ver­miştir onu.

Amakimileri de bu kadar önemli görmediklerinden, onlar­dan daha önemli şeylerinvarlığına inanarak başka şeyler istedik­lerinden onlara verilmemiştir hepsi okadar. Rabbim sadece dün­yada kalacak, sadece dünyada insanlar arasında birövünme ve­silesi olmanın dı­şında başka hiçbir fayda sağlamayacak şeyler istemekyerine, dün­yada yetecek kadar bir rızkın ötesinde şeylerin peşine takılmayı,öbür tarafa intikal edecek şeylerin peşinde ol­mayı hepimize nasip ve mu­kadderkılsın inşallah.

Burada dünyaylaâhiretin bir mukayesesini yapalım inşal­lah. Tüm plan ve programını dünya adınayapan, dünyalık elde etme adına yarışan ve sadece dünyada bitecek öbür tarafaintikal etmeye­cek haseneler peşinde olan kişiyle hem dünya hem de âhirethasene-lerinin peşinde olan kişinin şöyle bir örnekle kar­şılaştırılmasını yapa­lım.

Sekiz yüzmetrelik iki etaplı bir koşu düşünün. Koşucular sı­raya girmişler ve verilecekkomutu bekliyorlar. Düdüğün çalın­masıyla koşucular harekete geçerler. Farzedin ki bu yarışmaya sizinle birlikte katılan ben bütün gücümü, bütün enerjimikullana­rak bu yarışın ilk etabı olan ilk dört yüz metreyi en önde bitirsem.İlk dört yüz metrede hepinizi geçsem; ama yarışın ikinci dört yüz metresindeyarışı terk et­sem, yarışın ikinci etabında benim ismim dahi geçmese, şimdi buya­rışın birincisi sayılabilir miyim ben? Ol­maz böyle şey değil mi? Çünkütamam ilk dört yüz metrenin birin­cisiyim ama bu yarış dört yüz metre­lik bir yarışdeğil ki. Yarış sekiz yüz metrelik bir yarıştır ve ben bunun sadece birincietabında en öndeyim, ama ikinci etabında ismim bile geçmiyor.

İşte eymüslümanlar! Dünya ile âhireti böyle bir bütün ola­rak dü­şünmek zorundayız. Şuanda hepimiz böyle iki etaplı bir ya­rışın içindeyiz. İlk dört yüz metreliketabı ölümle biten, sonraki etabı da ölümden sonra dirilişle başlayan biryarış.

Şimdi biradam düşünün ki bu yarışın birinci etabında hep bi­rinci olsa. Doğumla ölümarasındaki etapta herkesten önde olsa. Hangi konuda? İşte dünyayla alâkalı herkonuda. Meselâ bu adam dünyada hiç kimsenin sahip olamayacağı kadar marka, do­larasahip olsa o konuda birinci, dünyada hiç kimsenin oturama­yacağı makam­laraotursa o konuda birinci, dünyada hiç kimsenin sahip olamayacağı güzelliktekadınlara sahip olsa o konuda bi­rinci, sayın sayabildiğiniz kadar ölümlebitecek öbür tarafa intikal etmeyecek ne kadar şey varsa onların tamamındabirinci olsa, ama yarışın ikinci kademesiyle alâkalı, yâni ölümden sonraki ha­yatlailgili bir yatırımı yoksa, öbür ta­rafla ilgili ismi dahi geçmiyorsa şimdi buadam bu yarışın birincisi sa­yılabilir mi? Elbette sayılamaz değil mi?

Öyleyseisteyeceklerimiz sadece dünyada bitecek âhirete inti­kal etmeyecek şeylerolmasın. Sadece dünyada bizi mutlu edecek ama âhirette bize bir şeysağlamayacak şeyler peşinde olmayalım. Sadece burada birincilik düşünmeyelim.Hem dünyada hem de âhi-rette bizi mutlu edecek şeyler peşinde olalım hesabı­mızı,kitabımızı bunun üzerine yapalım inşallah. İşte Allah bu âyet-i kerîmesindebize bunu anlatıyor. Sonra:

203:"Sayılıgünlerde (Eyyam-ı teşrikte telbiye ve tek­bir getirerek) Allah’ı zikredin. Kimiki gün içinde acele edip (Mina’dan Mekke’ye) dönmek isterse, ona günah yoktur.Kim de geri kalırsa (yani üçüncü günü de Mina’-da kalıp şeytan taşlamaya devamederse) ona da bir günah yoktur. Bunlar günahtan sakınanlar içindir. Al­lah-tankorkun ve bilin ki hepiniz onun huzurunda top­lana-caksı­nız."

Allah’ı hepzikredin de, özellikle sayılı günlerde tekbir getire­rek Rabbinizi daha birzikredin. Yâni böylece Rabbinizi büyükleyin. Âyet-i kerîmede zikredilen busayılı günlerden maksat "Eyyam-ı teşrik" de­diğimiz teşrik günleridir.

Haclaalâkalı böyle iki kavram görüyoruz.

1- Malumgünler, bilinen günler.

2- Sayılıgünler.

Malum ya da sayılı günler diyeanlatılan bu günler, Zilhiccenin ilk on günü veya Zilhiccenin on bir ve onikinci günleridir, ya da ey­yam-ı teşriktir. Yâni teşrik günleridir. Teşrik,yüksek sesle Allah’ı bü­yüklemek, yüksek sesle tekbir getirmektir. Hacgünlerinde Hz. İbra­him’e izâfe edilen bu tekbirlerin adına teşrik tekbirleridenir. Arafe günü saba­hından başlamak şartıyla kurban bayramının dördüncü günüak­şamına kadarki günler tekbir ve zikir günleridir.

KurbanBayramının birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü günle­rinde tekbir getirin.Tekbirlerle Allah’ı büyükleyin. Tekbirlerle Allah’ı zikredin. Mina’datekbirlerle şeytanları taşlayarak Allah’ı zikredin. İçi­nizdeki ve dışınızdakitüm şeytanları telin ederek Allah’ı büyükleyin. Tüm şeytanları ve şeytandostlarını, şeytanî sistemleri reddederek hayatın her alanında Allah’ıbüyükleyin.

Hayatın heralanında Allah’ı söz sahibi kabul ederekbüyükle­yin. Hayata Allah’ı karıştırmamaya çalışan tüm şeytanları reddederekAllah’ı tekbir edin. Mina’da kurbanlarınızı keserek Al­lah’ı büyükleyin. Maldave canda Allah’ı söz sahibi kabul ederek, Allah için maldan ve candan geçerekAllah’ı tekbir edin, büyükleyin. Mal da, can da senin­dir Allah’ım! İşte kesdedin, kesi­yorum! Ver dedin, malımı yoluna kur­ban ediyorum! Yarın inşallahcanımı da yoluna fedâ edeceğim! Sen şahit ol ki, ben buna hazı­rım ya Rabbi!diyerek Allah’ı büyükleyin. Yeryüzünde büyüklenen tüm müstekbirleri küçülterekAllah’ı büyükle­yin. Verasında asla büyük yoktur kabul ederek Allah’ıbüyükleyin. Al­lah’ı büyükleyerek zikredin, Allah’ın büyüklüğünü hatırlayın vehayatı­nızın sonuna kadar burada anladığınızı unutmayın.

Oradatekbirlerle Allah’ı zikredin ve bunu yapmadan da­ğılma­yın. Yaptığınız bu haccısize nasip eden Allah’ı zikredin.

Kim dönmekiçin acele ederse, iki gün içinde burada işini biti­rip vatanına dönmekisterse, onun üzerine bir günah yoktur. Fakat bu­rada kalış bir gün olursa bucaiz değildir. En az iki gün kalınacaktır burada. Bu iki günün birincisine: "Karargünü" denilir. Bu birinci gün Mina’da bulunmak şarttır. İkinci günede: Birinci hareket günü denir. Hacılardan isteyenler bu ikinci günü Mina’danhareket edebilir­ler. Dönmek isteyenler bu ikinci gün dönebilirler. Mina’da üçgün ka­lınması daha iyidir. Orada dünyanın her yerinden gelen hacılarla gö­rüşmek,konuş­mak, İslâm dünyasının problemlerine çözümler aramak en güzeli­dir. Amabuna rağmen sizden birileri eğer ikinci günü işini bi­tirip dönmek istersebunda bir günah yoktur buyuruyor Rabbimiz.

Ama kim degeri kalıp üçüncü günü de Mina’da şeytan taş­la­maya devam ederse, ona da birgünah yoktur. Yâni acele edip ikinci günü dönmek de, üçüncü günü orada kalmakda serbesttir. Lâkin şunu unutmayın ki, önemli olan orada kaldığınız günlerin sayısıdeğil; o günleri Allah adına yaşayıp yaşamadığınızdır. Önemli olan takvalı olupolmadığınızdır. Oradaki ve tüm hayatı­nızızdaki günleri, zaman­ları Allah adınayaşayıp yaşamadığınız önemlidir. Allah için mi orada­sı­nız? Yoksa turistik birseyahat adına mı? Önemli olan budur. Öy­leyse her ân ve her yerde Allah’tankorkun. Allah için takvalı olun. Ha­yatını-zı Allah için yaşayarak takvalıolun, çünkü iyi bilesiniz ki O’nun huzurunda toplanacaksınız, hesabı O’naödeyeceksiniz.

BuradaRabbimiz hayatını Allah için yaşamayan, Allah için tak­valı olmayan, hayatıdünya için yaşayan, Allah’ın koruması al­tına gi­rememiş bir insan tipinden sözedecek. Buyurur ki Rabbimiz:

204:"İnsanlardanöyleleri de vardır ki; dünya ha­yatı hakkında söyledikleri senin hoşuna gider.Hattâ böylesi kalbinde olana Allah’ı şahit tutar. Halbuki o ha­sım-ların enyamanıdır."

Âyet-ikerîmede sözleriyle davranışları farklı olan, içi başka dışı başka bir insantipi anlatılıyor. Kalpten inanmadığı halde, belli makamlara gelebilmek, bellimenfaatleri devşirebilmek, mü'minleri kandırabilmek için kendisinin mü’minlerdenolduğunu, kendisinin de inandığını söyler. Kendisinin iyi bir müslümanolduğuna, in­sanlar için iyi şeyler düşündüğüne Allah’ı da şahit tutarak yeminlereder. Benim iyilikten başka bir şey düşünmediğime Allah şahittir. Ben şahsîçıkar için değil, Allah şahittir ki insanlığın kurtuluşu için çırpınıyorum,gibi tatlı tatlı sözler, parlak ifadeler ve yeminler ede­rek insanları kandır­mayaçalışır.

Seçimleryaklaşırken bu tür insanları çok görürsünüz. Va­tan, millet, Sakarya, ezan,bayrak, kitap, iman gibi inanmadıkları mukad­des mefhumları ağızlarına alarak,biz de müslümanız, bizim derdimiz de müslümanlara hizmettir gibi lakırdılarlamüslümanları kan­dırmaya çalışırlar. Müslümanlara emniyet telkin ederek onlarınoylarını almaya çalışırlar. Halbuki Allah buyurur:

"Oysao azılı bir düşmandır."

Düşmanlarınen yamanıdır o. Tatlı dilleriyle müslümanlardan gö­rünerek onları aldatan vesonunda onların dinleriyle, imanlarıyla ve tüm mukaddes mefhumlarıyla oynayanazılı bir düşmandır o. Kal­binde olmayan şeyleri diliyle söyleyen, diliylesöylediğini hayatıyla yalanlayan azılı bir düşmandır o. Müslüman görünmeyeçalışsa da, dışarıdan sözleri hoşunuza gitse de aldanmayın bu tür insanlara. Ha­yatlarındainandığınız mefhumların kokusu bile olmayan, İslâm’la uzak ve yakından en küçükbir ilgileri olmayan bu tür insanlara gü­ven-meyin diyor Rabbimiz. İnsanlarısırf sözlerine göre değil, amelle­rine göre değerlendirin diyor. Ağızlarıyla nesöylerlerse söylesinler, siz onların söylediklerine değil amellerine ba­kındiyor. Bakın bu adam:

205:"Odönüp gitti mi (Yahut bir iş başına geçti mi) yeryüzünde ortalığı fesadavermek, ekinleri tahrip edip ne­silleri bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğusev-mez."

İşte buadam "tevellâ" edince. Bunun anlayabildiğimiz kada­rıyla iki mânâsıvar:

1- Seninyanından ayrılınca, sizin yanınızdan ayrılınca, o at­mosferi terk edip de kendidünyasına dönünce, demektir bunun birinci mânâsı. Ya da İslâm’dan, kulluktan,vahiyden sırt dönüp gidince, vah-ye, Allah’ın hayat programına arkasını dönüpkendi bildiğince bir hayat yaşamaya yönelince, demektir. Kitap ve sünneti terkedip kendi heva ve hevesleri istikâmetinde bir hayat yaşa­maya yönelince.

2- İkincimânâsı da bir iş başına geçince, velî olunca, birileri­nin velâyetini üzerinealıp idareci olunca demektir. Müslüman­ların velâ­yetlerini alıp iktidarı elegeçirince demektir. As­lında kâfirlerin müslü-manlar üzerinde velâyet haklarıyoktur. Kâ­firlerin müslümanlar üzerine veli olup, vali olup onlara danışmadanonlar adına karar verme makamına getirilme hakları yoktur. Kâfir­lerin böylemakamlara getirilmeleri yasaktır. Ama tatlı dilleriyle müslümanları kandırıp,bir fır­sa-tını bulup, bir yolunu bulup da müslümanlar üzerine veli oldukları zamanbu tür insanların yapa­cakları işler şunlarmış bakın. Yeryü­zünde fesat çıkarmak,yeryü­zünün dengesini bozmak, Allah’ın yeryü­zünde koyduğu düzeni bozmak,ekinleri ve nesilleri yok etmek için, telef etmek için, boz­mak için sa’y etmekve koşturmak.

Birinci işiifsad etmek olur bu adamın. İfsat; küfrü yay­mak, küfrü hakim kılmak, küfrü veşirki egemen kılmak demektir. Allah’ın yeryüzünde koyduğu düzeni değiştirip,ilga edip, onun yerine başkala­rının düzenlerini ikâme etmek demektir. Bunusûrenin başında uzun uzun anlatmıştım.

Bir de neslibozmak için çırpınır böyleleri. Nesli bozarlar, nesli itlâf ederler. Neslieğitimle bozarlar. Dinden, imandan, Kur’an’dan uzak tamamıyla materyalist bireğitim sitemi kurarak ümmet-i Muhammed’in neslini bozarlar. Müslümanlarınçocuklarının başlarını açtırarak hayasızlaştırırlar onları ve iffetlerini,namuslarını bozar­lar.

Doğumkontrolü adı altında yalanlarla ümmetin çocuklarını da-ha doğmadan öldürmeyeçalışarak onları itlâf ederler. İnsanların ya­taklarına kadar, yatak odalarınakadar uzanıp orada ne ekecekle­rine de onlar karışırlar. Bunu yaparken de tatlısözlerle onları ikna et­meye çalışırlar. İyi ni­yetli olduklarını, kendilerinidüşündüklerini söy­lerler. “Sizler az ge­lişmiş veya işte gelişmekte olaninsanlar olarak sı­kıntı çekmeyesi­niz, aç ve açıkta kalmayasınız diye size geldik”derler. Bakamaya­cağınız, besleyemeyeceğiniz çocuklarınızı daha doğmadan boğ­mayageldik derler. Size şirin görünmeye çalışırlar, tatlı dillidir ha­inler. Hastaolmayasınız, çocuklarınız felç olmasınlar diye aşı yap­ma-ya geldik derler. Buyutturmacalarla müslümanların çoğal­malarını ve günün birinde kendilerine kafatutabilecek bir noktaya gelmelerini engellemeye çalışırlar. Böylece mü'minlerinnesillerini telef ederler. Eğer bu konuda muvaffak olamazlarsa, yâni tümaleyhte propagan­dalara rağmen eğer müslümanlar yine de ço­ğalma eğilimigösterir­lerse, o zaman da doğanları öldürmeye çalı­şırlar eğitim yollarıyla.

Allahbuyurur ki, bir de bu hainler ekini helâk ederler. Ürünleri bozarlar. Bugünmemleketimizdeki tüm sebze ve meyve­ler hormonlu­dur. Eşyanın tabiatınıbozmaktadırlar hainler. Kâfirler tüm pisliklerini ülkemize taşımışlardır. Sırfpara kazanmayı hedef­leyen ve bunun dı­şında başka hiç bir şeye değer vermeyenbu bozguncular, istedikleri paraya ulaşabilmek için kurdukları fabrika­lardan çıkanatık maddele­riyle tabiatı bozmaktadırlar, insanları zehirlemektedirler.Dertleri para kazanmak olunca, binlerce insan ölse de fark etmez onlar için.

Günümüzdebunun ön güzel örneği A.B.D İsrail emperyalizmi­dir. İsrail’in önderliğindetarımda kullanılan bir kısım hormonlar fito-östrojen karakterinde olup, yanibitkisel kadınsı hormon özelliğini taşıyıp, zamansız, mevsimsiz sun’i tarımoluşturulmaktadır. Bu hormon-ların etkisiyle son yirmibeş yılda bir kısımbölgelerde erkeklerin sperm sayılarında % 40 a varan düşüşlergörülmektedir. Bu durumda, sun’i tarım,ilaç ve hormonlu sebzelerin büyük rolü olduğu bilinmekte­dir. Aynı zamanda bukadınsılık irsi de olabilmektedir. Son zaman­larda artan kibar sesli, yapmacıklıerkeklerin, taransseksüellerin vs oluşumunda bu âyetteki ifade ilâhî, mûcizevîbir işaret oluşturmakta­dır.

206:"Böylesine:"Allah’tan kork!" Denilince ben­lik ve gurur kendisini günaha sevkeder. (Ceza ve azap ola­rak) ona cehennem yeter. O ne kötü yerdir."

Böylesikimselere, Allah’tan kork da bu yeryüzünün düze­nini bozmaktan, insanlarınhuzurunu kaçırmaktan ve nesli itlaf et­mekten vazgeç denildiği zaman, bu seferde bu bozguncu insanlar gururlan­maya başlarlar.

İzzet-inefsi onları tutar ve daha çok günah işlemeye sevk eder diyor Rabbimiz. Yâni butür isyankar insanlar bu sefer de günahı sa­vun­maya başlarlar. Günahın günaholduğunu reddetmekle birlikte, utanmadan bir de onu savunmaya çalışırlar. Nevarmış bu yaptıkla­rı­mızda? Kötü mü yapıyoruz yâni? diyerek pisliklerinisavunmaya kal­karlar. Veya büyüklük gururu onları kuşatır da daha çok gü­nahasevk eder.

Yaptıklarışeyler apaçık günah, apaçık kötülük, zulüm ve in­san­ların aleyhine olduğuhalde yine de bunu kabullenmezler; ıs­lahtan yana, iyilikten yana olduklarınıiddia ederler. Aslında yap­tıkları herşey bozmadır, herşey ifsattır. Zira düzensahibi Al­lah’ınkinin dışında tüm düzenlemeler bozmadır. Bu adamlar Al­lah’ındüzeninden habersiz dü-zenlemede bulunduklarından yap­tıklarının tamamı bozmadır.Ama Allah’ın düzeninden bahsedip de kendilerinin bozguncu olduklarını söyleyerekbu işten vazgeçme­lerini söyleyenlere karşı da tavır alırlar. Allah’a inanmayanbu tür insanlara ne kadar da Allah korkusu, Allah hesabı hatırlatılırsahatırlatılsın bunun hiçbir faydası olmayacaktır.

Bunlar bozguncudur. Eymüslümanlar! Nesillerinizi ve ekinleri­nizi kurtarmak istiyorsanız bu türinsanları velâyet maka­mına çıkar­mayın. İşlerinizi bunlara havale etmeyin. Buadamları başınıza veli seçmeyin. Sizin adınıza size danışmadan karar ve­recek makamlarabu tür insanları getirmeyin. Bunların müslümanlar üzerine velâyet haklarıyoktur. Öyleyse eğer kimleri veli edinelim diye bir soru soru­yorsanız, bakınRabbimiz bunları şöyle açıklıyor:

Ama bunakarşılık bakın şöyleler de vardır diyerek bunun tama­men zıddına bir insan tipidaha sergileyecek burada Rabbimiz.

207:"İnsanlardanöyleleri de vardır ki, Allah’ın rı­za­sını kazanmak için kendini ve malını fedâeder. Allah da kullarına şefkatlidir."

YeryüzündeAllah’ın rızasını kazanmak, yeryüzünde Al­lah’ın koyduğu düzeni korumak,Allah’ın sistemini tesis etmek ve bozgun­cuları yok etmek için canını bile seveseve vermekten çe­kinmeyen in­sanlar da vardır. Bunlar Allah için seve sevecanlarını ve mallarını fe­dâdan çekinmeyen insanlardır. Bunlar Allah’ın hoş­nutluğunukendi hoşnutluğuna tercih eden insanlardır. Allah’ın ar­zularını kendi menfa­atlerinetercih ederler, Allah hatırını herşeyin üzerinde tutarlar, Al­lah’ın istediğibiçimde hareket ederler ve böy­lece kendilerini ebedî olarak satın alankimselerdir bunlar. Kendi­lerini ebedî olarak cehen­nemden kurtaran, azad edeninsanlardır bunlar. Allah’ın rızasına ken­dilerini satan, cennet karşılığında ha­yatlarınıyatıran insanlardır.

Malda vecanda Allah’ı söz sahibi kabul eden insanlardır bun­lar. Mallarını ve canlarınıcennet karşılığında Allah’a satan ve so­nunda cenneti de Allah’ın rızasını dakazanan insanlar. Al­lah’tan razı olan insanlardır bunlar. Allah’tan razı oluşnedir? Al­lah’tan razı oluş Allah’ın gönderdiklerinden razı oluş demektir. Al­lah,din adına kendile­rine ne göndermişse onların tümünden razı olmuş insanlar yada ira­delerini Allah’ın iradesine teslim etmiş kimseler. Allah’ın seçimini ken­dileriiçin seçim kabul etmiş, bo­yunlarındaki ipin ucunu Allah’ın eline vermiş, Allahne tarafa çe­kerse o tarafa giden insanlar. Yaptıklarını Allah için yapan, iste­dikleriniAllah için isteyen, sevdiklerini Allah için seven, küstükle­rine Allah içinküsen insanlardır. Dünyalık hiçbir arzu ve hedefleri yoktur bunların. Tümarzularını, tüm heveslerini Allah’ın dinine teslim etmiş insanlar.

HaniRasulullah’ın bir hadisi vardı:

"Sizdenhiçbiriniz arzusu benim getirdiğim şey­lere tabi olmadıkça mü'min olmuşsayılmazsınız."

Buyurur kiAllah’ın Rasûlü, ben ne getirdiysem arzusu ona tes­lim olmayan kişi mü'minolamaz. Burada inanmak, tabi ol­mak ve tes­lim olmak vardır. Meselâ heveslerimizvardır değil mi? Elbisede, gi­yimde, kuşamda, yemede, içmede, gezmede, toz­madaarzularımız, heveslerimiz vardır. Gümüş kaptan yemede, villada oturmada, saçı­mızıtaramada, fakülteyi bitirip falan mevkiye gelmede, falanları filan­ları eldeetmede, evimize şunları şunları almada, şöyle birisiyle ev­len-mede, kızımızışöyle yetiştirmede, oğlumuzu filan yerde okutmada hedeflerimiz, arzularımız,heves­lerimiz vardır. Hulasa kişinin hayatı­nın her bir kademesine ait amaçları,gâyeleri, hedefleri, yöneldiği kıbleleri vardır. Bazen ka­dına, bazen marka,dolara, bazen ata, ara­baya, bazen altına, gümüşe, bazen evlere, bahçelerehevesleri vardır insanın. Fakat bu hevesler İslâm’a, yâni Rasulullah’ın getiriptebliğ et­tiği vahye kanalize edilirse, vahye mutabakat ederse işte o zamankişi iyi bir müslümandır.

Meselâparaya hevesi var kişinin, olabilir; ama ona kul köle olma adına değil deAllah’ın takdiri olarak kendisine gelen parayı kişi onunla hava atmak,olmayacak yerlerde onu harcamak yerine onunla Allah’ın rızasını kazanabileceğikendisine, ehline, müslümanlara har­cayabilirse; o zaman kişinin bu hevesiİslâm’a kanalize olmuş demek­tir. Meselâ bir adam düşünün ki 50 dükkanı, 5fabrikası, 3 yatı, 5 ara­bası, lüks bir hayatı varken bu adam İslâm’ı buldu, İslâm’latanıştı. Şimdi bu adam hidâyete erdikten sonra bu sahip olduğu şeylerin ta­mamınıelden çıkarmakla mükellef değildir. Eğer bütün bu sahip ol­duklarını Allah’ınistediği yerde kullanıp harcayabiliyorsa o zaman işte bu adamın arzularıİslâm’a, Rasulullah’ın getirdiklerine teslim olmuş demektir.

Bir adamdüşünün ki karısını çok seviyor. Hevesi var onda. Ama günün birinde öğrendiki,Allah kendisine peygamberi vasıta­sıyla karısına şu şekilde davranmasıgerektiğini duyurdu. Meselâ namaz konusunda onu zorlayacaksın, kitap sünnetkonusunda zorlayacak­sın, tesettür konusunda gerekirse onu tedip edip to­katlayacaksınde­mişse ve o da bunu duymuşsa, hemen hiç bek­lemeden bunu aynen uygulamayaçalıştığı takdirde o kişinin he­vesi Rasulullah’ın getirdiğine teslim olmuşdemektir. Çocuğuna hevesi olup da onu sabah nama­zına kaldıran anne ve babanında hevesleri Rasulullah’ın getirdiğine teslim olmuş demektir.

Yine biradam düşünün ki bu adamın falanca makamda gözü vardır, hevesi vardır. Amapeygamberin kendisinden iste­diklerini du­yup öğrendiği andan itibaren hemen hevesiniona uy­durarak oturul­maması gereken o makama oturmaktan vazgeç­mişse, hevesiniona teslim etmişse iyi bir müslümandır o.

Ama buradaşunu söyleyelim: Herşeyden önce Rasulullah’ın ne getirdiğini bilmek zorundayız.Arzularımızı, heveslerimizi Allah’ın arzularına teslim edebilmek veRasulullah’ın getirdiği dine mutabakat edebilmek için, Allah’ın arzularını veResûlü’nün ne getirdiğini bilmek zorundayız. O halde bunun için de Kur’an vesünneti tanımak zorun­dayız. Tanımalıyız ki arzularımızın, heves­lerimizin onauyup uymadı­ğını bilebilelim. Bunları bilmezse ne ya­par adam? İstediklerini,arzu ettiklerini, yaptıklarını, yapacaklarını Allah ve Resûlü’ne sorabilecekkadar onlara yakınlık kuramamış bir adam ne yapar? Meselâ mîrasta Allah’ınkendisine takdir buyurduğu hisseyi bilmeyen bir kadın arzula­rını, hevesleriniuydu­rabilir mi İslâm’a? Uyduramaz değil mi? Çünkü bu kadın Allah’ın rızasının,Rasulullah’ın arzusunun nerede olduğunu bilmemekte­dir.

İsanlardan kimileri de vardır ki, Allah rızasıiçin herşeylerini fedâ ederler. Allah’ın hoşnutluğunu herşeye tercih ederler. Allah’ınar­zularını kendi arzularından üstün tutarlar.

İbniAbbas’ın ifadesine göre bu âyet sahabeden Süheyb-i Rumi hakkında nazilolmuştur. Mekke müşrikleri bu zatı yakala­mışlar ve dininden döndürebilmek içindayanılmaz işkencelerle azap etmeye başlamışlar. Hz. Süheyb: "Vallahi benyolsuzdum yolumu buldum, ben bir kelime söyledim, beni asla ondan döndü­remezsiniz.Benden bunu istemeyin, benden dinimden dönmeyi istemeyin, eğer isterseniz tümmalım sizin olsun. Malımı mülkümü vereyim ama sizden dinimi satın alayım demişve onlar da buna razı olmuşlar. Tüm malını onlara bırakarak dinini ve Allah’ınhoş­nutluğunu satın almış ve bu şekilde Medine’ye gelirken bu âyet nazil olmuştu.Hattâ Süheyb Medine’ye gi­rerken Hz. Ebu Bekir rast gelmiş ve: "Alışverişin kârlı olsun ey Sü-heyb!" demişti. O da: "Seninki de zararetmesin ey Ebu Bekir!" de­miş-tir.

Yine âyet-ikerîme bir başka rivâyette de hicret esnasında ca­nını dişine takarak, ya dakelleyi koltuğuna alarak Rasulullah’ın yata­ğında yatan, canını ortaya koyuponu kendisine tercih ederek Allah’ın hoşnutluğunu kazanan Hz. Ali Efendimizhakkında inmiştir deniyor.

Ama odönemde onlar hakkında inmiş olsa da kıyamete ka­dar onların yolunun yolcusuolan tüm mü'minleri anlatır bu âyet diyeceğiz tabii.

208:"Eyiman edenler hepiniz (barışa) İslâm’a gi­rin ve şeytanın adımlarını takipetmeyin. Şüphesiz ki o şeytan size apaçık bir düşmandır."

Bir tarafta günahıyla böbürlenen,günahta izzet ve şeref ara­yan, ekini ve nesli bozan ve işi gücü yeryüzündebozgunculuk yap­mak olan, ekinlere de insanlara da hayat hakkı tanımayan,onların dengesini ve düzenini darmadağın eden ve de kendisine Allah’tan korkdenildiği zaman da günahıyla şereflenip cehen­neme giden bir insan tipinden bahsedildi.Öbür tarafta herşeyini ve tüm dünyasını Allah için yaşayan ve Allah’ın rızasınıkazan­mak üzere herşeyini fe­dâya hazır olan bir müslüman tipten söz edildi.İşte yeryüzünde belir­gin bu iki tip özellikten sonra:

Ey imanedenler, silme, selâmete, İslâm’a bütünüyle girin. Ha­yatınızı tamamıylaAllah’a teslim edin. Hayatınızın tümünde Al­lah’ı söz sahibi bilin. Allah’ınkulu olduğu­nuzu unutmayın. Hayatınızın tü­münde müslüman olun. Hayatıparçalamayın. Yâni hayatınızın bazı bölümlerinde Allah’ın kulu, bazıbölümlerinde de başkalarının kulu olmayın. Bazen Allah’ı, bazen de başkalarınırazı etmeye çalışmayın. Hayatınızın ibâdet bölümlerine Allah’ı karıştırıp ötekibölümlerinde başkalarına söz hakkı vererek şirke düşmeyin. Hayatı parçalamadanyana olma­yın. İslâm’ı bir bütün olarak kabul edin. İslâm’ı parçalamaya kalk­mayın.

Yani her bireriniz İslâm’ın birbölümüne tutunup, her biriniz İs­lâm’ın belli bir bölümünü bayraklaştırıpİslâm’ı da kendinizi de par­ça­lamayın. Namazı kılıyorsunuz, orucu tutuyorsunuzgüzel; ama İs­lâ-m’ın tesettürünü de kabul etmek zorundasınız. Veya İslâm’ıneko­no-misini de kabul etmek zorundasınız. Mîras konusunu da ka­zanma harcamaanlayışını da. Yâni hayatın tümünde Allah’ın kulu olmak zo­rundasınız.

Ya da inandık dediğimiz konununamelini de gündeme ge­tir­mek zorundayız. Değilse sadece inandık demekyetmeyecektir. Yâni iman amel bütünlüğü içinde İslâm’a girin diyor Rabbimiz.İmanları­nızla, iddialarınızla hayatınızı ve amellerinizi barıştırın. İman amelba­rışıklığı içinde İslâm’a girin. İddia ve ispat, iddia ve eylem bütünlüğünegirin diyor.

Bir başka ifadeyle imanlarınızlaamelleriniz barışsın. Kalplerinizle kafalarınız barışsın, düşüncelerinizlehareketleriniz barışsın ve böylece kendi içi­nizde barışa girin diyor Rabbimiz.İnançlarınızla hayatlarınız başka başka olup içinizde ve dışınızda bir savaşyaşamayın. Hem Allah yo­lunda hem şeytan yolunda yü­rüyerek, hayatınızın bir bölümündeAl­lah’ın kulu, öteki bölümle­rinde de başkalarının kulu ve kölesi olarak birçatışma içine düş­meyin diyor.

Dikkatederseniz sözünün başında Rabbimiz; Ey iman eden­ler! dedi. Sonra da İslâm’agirin! Buyurdu. Eğer bu iman edenlerden kasıt mü'minlerse zaten mü'min olan buinsanlardan niçin yeniden mü'min olmaları, İslâm’a girmeleri isteniyor? Öyleyseanlıyoruz ki; ey iman gösterisinde bulunanlar, ey inandığını iddia edenler,inandıkla­rını zannedenler demek olacaktır mânâ.

Veya ey dilleriyle inandıkla­rınısöyleyen; ama kalpleriyle inan-mayan mü­nâfıklar veya ey sadece iman iddiasındabulunup da inanç-larını amelle hayatlarında görüntü­lemeyenler amelinizle de buimanları­nızı görüntüleyin demek olacak­tır. Bazıları da bu iman edenler ta­biriniehl-i kitap olarak yorumlamaya çalışmışlar. O zaman da ey ehl-i kitap sizler deİslâm’a girin! demek olacaktır mânâ. Yâni sizler de sulh edin! Ayrılığı,tefrikayı bırakıp İs­lâm’a girin!

Ve hepinizselâmete girin. Kimileriniz İslâm’ı kabullenip, kimi-leriniz başka şeylerinpeşinde koşarak derbeder bir hale gelme­yin. Hepiniz Allah’ın dinine girin veyaşadığınız bir dünya haya­tında da topyekun birlikte hareket edin! İslâm’ıntümünü kabul ederek hayatı parçalamadan, kendinizi de parçala­madan tammüslüman olun diyor Rabbimiz. Âyet-i kerîme her türlü ayrılık, çatışma veçekişmelerden uzak, toplumsal bir uyuşmayı, uzlaşmayı emretmektedir. Enfalsûresinde de bu silm kelimesi aynı mânâya kullanıl­mış­tır:

"Eğeronlar silme (barışa) yanaşırlarsa; sen de ona yanaş ve Allah’a dayan. Çünkü o,işiten ve bilen­dir."

(Enfal 61)

Müslümanlarbütünüyle İslâm’a davet edilirken, bir de aman ha şeytanın adımlarına uymayındiyor Rabbimiz. Çünkü o şeytan, si­zin için apaçık bir düşmandır. Eğer onunyoluna uyarsa­nız, o sizi şu veya bu şekilde selâmdan, selâmetten İslâm’dan uzaklaştırmakister. Allah korusun siz de böylece uzaklaşır gider­siniz de kaybedenlerdenolursunuz. Çünkü şeytan, insanların gi­deceği dosdoğru yol üzerinde, sıratımüstakim üzerinde oturur, in­sanların sağından, solundan, önün-den, arkasındangelerek her hâlükârda insanları hatanın, isyanın içine çekmeye çalışırlar.

Bakın Nemlsûresindeki bir âyet-i kerîmesinde Rabbimiz, şeyta­nın yaptırdıklarından birinişöyle anlatır:

"Onunve kavminin Allah’ı bırakıp güneşe secde et­tiklerini gördüm. Şeytankendilerine bu yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş,onun için onlar doğru yolu bulamıyorlar."

(Neml: 24)

Şeytanınkandırdığı Sebe ülkesi insanları, Allah berisinde gü­neşe secde ediyorlarmış.Güneşe namaz kılmak değildir tabii bunun mânâsı. Burada olduğu gibi Kur’an-ı Kerîmdesecde ve rükû namaz dışında zikredildiği zaman, mutlak başlı başına bir ibâdetanlıyoruz. Yâni güneşi dinliyorlar, güneşe itaat ediyorlar, güneşin emrineboyun eğiyorlar. Peki acaba güneş onlardan ne istiyordu? Güneş ne diyor, neemrediyordu onlara? Güneş onlar­dan nasıl bir kulluk istiyordu ki, onlar onudinliyorlardı? Güneş on­lardan bizzat bir şeyler istemese de istetiyorlardı,güneş kendile­rine konuşmasa da güneşi kendilerince konuşturuyorlar, güneşe birkısım şeyler dedirtiyorlar ve o dediklerini de yapıyorlardı tabii. Put budurzaten.

Put, insanlara hiç bir şey demesede dedirtirler ona. Put, as­lında konuşmaz ama putun arkasına saklananbirileri, istedikle­rini o putlara söyleterek onun arkasında kendi egemenliklerini,kendi he­gemonyalarını gerçekleştirirler. Meselâ şimdi yönetmelik konuşur mu?"Olmaz arkadaş! Bu yönetmeliklere aykırıdır!" diyor müdür efendi.Veya olmaz arkadaş, bu âdetlere terstir diyor adam. Yâni bu yönet­menlikdedikleri şey ne? Ya da bu âdet dedikleri ne? Kim koydu bunu? İnsanlardan değilmi o? Yâni şimdi bu yönetme­liklerin, bu âdetlerin arkasında birileri yok mu?Zaten işlerine gel­mediği zaman yemiyorlar mı onu? Oyun bozulunca değiştirmiyor­larmı? Hani geçen senekiler nerede? Kalkmadı mı onlar? Öyle anlamıyor adam, yönet­menliğeaykırıdır, yönetmelik dinlenecek diyor tamam. Ya da ayıp olur efendim! diyor adam.El âlem ne der adama? Toplum ne der adama? Diyor, olur mu bu yaptığın şey? Pekine o toplum dediğin şey? Kim o? İşte sen, ben, bizim oğlan. Yâni yok ortadaböyle birisi. Ama yâni ne olur ne olmaz diyor adam, o olmayanın sözünüdinliyor. O olmayana kulluk ediyor. Ge­rektiği zaman o olmayan hatırınaAllah’ın emirlerini çiğniyor değil mi? Puta tapanların tamamı işte bu cinsteninsanlardır.

Kimileri diyor ki; olacak şey mibu? Puta tapar mı adam? Bu adamların hiç mi akılları yok? Taştan medet umar mıadam? Güneşe tapınır mı adam? Bal gibi oluyor işte, sen getirmişsin hel­vayıput diye dikmişsin, yönetmeliği şekillendirmişsin, kanunları getirip koymuşsun,aman demişsin, aman! Bunlara karşı gelinmez. Aman demişsin, bun­lar dinlenmeli.Ne farkı var bunun ötekisiyle? O da olmayan şeyi dinli­yor, sen de? Niyegaribine gidiyor da onla­rın güneşi dinlemeleri? Ben insan yapımıyönetmelikleri, insan mahsulü kanunları helva putuna benzetiyorum. Hani eskidenİs­lâm öncesi Araplarda yaygındır bu. Helvadan put yapıyorlar, bir süre tapınıyorlar,sonra da acıkınca kendi elleriyle yapıp tapındık­ları bu helvayı, putuyiyiveriyorlarmış. Tabi on­ların reisi mi yerdi? Başkanları mı yerdi? O ayrı konu.Kim acıkırsa o helvayı yiyebili­yor yâni. Bizimkiler de işlerine gelmediğizaman yap­tıkları ve bir süre tapındıkları yönetmelikleri, kanunlarıyiyiveriyorlar. İşlerine gelmeyen kanun maddelerini ve yönetmelikleri yiyerekdeğiş­tirive­riyorlar.

Peki bununiye yapıyorlarmış bu insanlar? Allah diyor ki:

"Şeytanonlara bunu süslü göstermiştir."

Onlara bunu şeytan yaptırıyor. Yâni hepten boşdeğildi bu iş. Bir mantığı vardı şüphesiz bunun. Mesela bu mantıklardan birisi şuydu bakın: Şeytanın bu putun arkasındakonuştuğu olu­yordu ba­zen. Çünkü Menat putu için özellikle bu rivâyet vardır.Mekke’nin fet­hinde o putu kırmak için gönderilen sahâbe, gidip o putu kırarkenputun ar­kasından kapkara bir şeyler gördüğünü an­latıyor. Bir sesler filan du­yuyor.İtiraz eden, karşı gelen, yapma etme diyen bir sesler duyuyor.

Yâni putunkonuşması söz konusu. Gel diyor, gelme diyor, yap diyor, yapma diyor, senbüyüksün diyor, bunu yaparsın diyor, haklısın diyor, haksızsın diyor. Ben bunahiç de şaşmadım. Yâni bakıyoruz bugün de putların konuştuklarına şahitoluyoruz. Meselâ adamın evinde sevgilisi, göz bebeği bilmem ne eşyası vardır yaondan ada­mın kalbine sesler geliyor.

Veya kapısının önünde bilmem kaçmodel bir şeyi var ya veya işte yastığının al­tında meylettiği bir şeyleri varya onlardan ona sesler geliyor. Koru beni! Koru bunu! Saldır buna! Bana çizgidokundurma! Bana laf getirme! Yıka beni! Sil beni! gibi laflar eder ya sankiböyle sesler de geliyormuş putlardan. Yâni bu işin bir mantığı böyleymiş.Değilse hepten böyle mantıksız ola­rak adamın bu işleri yapması için deliolması lazım. Meselâ gidecek ve taşa diyecek ki, putum ben yolculuğa çıkacağımbu ko­nuda ne dersin? Bu hepten mantıksızlıktır. Ama mantıklı da olsa,mantıksız da olsa şeytan yaptı­rıyor insanlara bunları.

Allah diyor ki, şeytan onlaraamellerini süslü gösterdiği için bunlar bunu yapıyorlar. Şeytan onlara bunlarıyaptırdığı için de onlar yollarını bulamadılar, yollarını şaşırdılar diyor.İşte şeytanın tüm he­defi budur. Derdi neymiş şeytanın? Böylece insanlar yolla­rınışaşırıp bulamasınlar, secde edecekleri makamı bulama­sınlar, Allah’a secdeetmesinler diye yapıyormuş bunu.

Bakın bunubir daha söyleyeyim, çünkü burası çok önemli­dir. Şeytanın bu eylemlerinintümünden şunu anlıyoruz, şunu an­latıyor Rabbimiz: Şeytan insanların hayatınaöyle bir program çizi­yor ki, onun Allah’a gitme ihtimali baştan bitiyor. Buyanlışların ara­sında doğ­ruyu bulma imkânı baştan bitiyor. Şeytanın çizdiğiprog­ramda Allah’a yer kalmıyor. Meselâ tıp fakültelerinde talebelere uygulananprogram bugün öyle gözüküyor. Talebenin bütün ha­yatını, bütün gününü kap­sayıveriyorbu program ve burada oku­yan talebelerin Allah’a, Allah adına okumaya, ya dadinlemeye zamanları kalmıyor.

Ama meselâ Hukuk Fakültesi öyledeğil. On­dan dolayıdır ki hukuk öğrencileri, kimi olaylara girebilecek zamanbulabiliyorlar. Ötekilerde hiç olay duyul­muyor, çünkü zamanları yok buna. Öylebir program ki, bunsuz olmaz deniyor ve gece gündüz onun tüm hayatı bitiriliyor.

Veya sistemlerdede bu böyledir. Meselâkomünizm, kapita­lizme göre İslâm’la yarışabilecek bir havada görüyordu ken­disini.Yâni bütün hayat programı hakkında söz sahibi kabul edi­yordu kendisini.Gençlik hakkında konuşuyor, cinsellik hakkında konuşuyor, aile hak­kında,ekonomi hakkında kendisine göre ko­nuşuyordu. Ama kapita­lizm öyle değildir. Okimi dünya işlerini düzenlerken meselâ din işine dokunmaz. Bu konuda serbesttirin­sanlar. Dilersen müslüman ol, di­lersen Budist ol fark etmez der.

İşte şeytanda önce:

Yâni karşısındakinin yolunu ne yapar, yapar İs­lâm’dansaptı­rır. Bunu beceremezse eğer, muhatabı herşeye rağmen yine de İs­lâm’agirerse, bu sefer de, o kişinin girdiği yolu, girdiği İslâm’ı eğri büğrüyapmaya çalışır. Yâni adamın İslâm’ını bozar. Din yaşıyorum diye bidatleri karşısınaçıkarır onun, ya da din diye insanların sun­duğu, aslını bir türlü öğrenemediğibir yığın felsefenin içine çeker onu. Allah’ınkitabına, peygamberin sünnetine değil de insanların kitapla­rına, insanlarınsözlerine sevk eder onu.

Biraz daha açık söyleyelim;Allah’a değil de güneşlere, güneş gibi büyüklere secde etmelerini sağlar. Allahdururken büyüklerin önünde secde ettirir. Güneş aslında büyük yıldızdır değilmi? Böyle güneş gibi piya­sada yıldızı parlayan niceleri vardır ki, nicelerionlara secde et­mektedirler, onlara secde etmek için çırpınmaktadırlar Allahkoru­sun. Allah buyuruyor ki:

"Eymüslümanlar (dikkat edin!) Hepiniz toptan silme girin! İslâm’a girin ve desakın şeytanın adımla­rına uymayın. Çünkü o size apaçık bir düşmandır."

Sadeceşeytana değil, şeytan adına hareket eden yeryüzü şey­tanlarına da dikkatçekiyor Rabbimiz. Belki de şeytanların, ya da yeryüzü şeytanlarının bugün enbüyük başarılarından birisi de bir mü'mini diğer bir mü'min kardeşiyle imanadına savaştırması­dır. Yer­yüzü şeytanları bugün mü'minleri mü'minlerlesavaştır­maktadırlar. Hem de din adına. Devletler planında böyledir, fertlerplanında da böyledir. Şeytanlar müslümanları bölmüşler, gruplara, hiziplereayır­mışlar, tıpkı Firavun taktiğiyle ve birbirleriyle savaştır­maktadırlar.

Allahbuyurur ki: Sakın ha sakın şeytanın size tarif ettiği hiç bir yola tabiolmayın. Şeytanın yoluna tabi olmamanın yolu da Allahu Teâlâ’nın bu kitabındabildirdiği küfür ve şirk yollarını bilmeye bağlıdır. Allah’ın yoluna tabi olmanınyolu da yine Allahu Teâlâ’nın bu kita­bın-da bildirmiş olduğu sıratı müstakimitanımakla mümkün­dür. Dikkat ederseniz Bakara sûresinde bu ikisi yan yanaanlatılmaktadır. Bir ta­rafta iman diğer tarafta küfür, bir tarafta İslâm di­ğertarafta şirk, bir ta­rafta Allah yolu diğer tarafta şeytan yolları ol­duğu gibiikili bir anlatımla anlatılmaktadır. Şeytanı tanımak bu kitapla mümkündür,İslâm’ı tanı­mak da bu kitapla mümkündür. Kitabı tanırız, böylece şeytanı tanı­rız.Şeytanı ta­nırız, şeytan yolundan uzaklaşırız, İslâm’ı tanırız, İs­lâm yolunagireriz. Allah’ı tanırız, Allah yoluna gireriz ve tüm şey­tanlardan Allah’asığını­rız. Besmele de zaten bu ayetin açıklamasıdır. Şeytandan haram­lardan Allah’asığı­nacağız ve İslâm’a gireceğiz.

209:Eğersize bunca açık deliller geldikten sonra yine ayağınız kayarsa, iyi bilin kiAllah aziz ve hakim­dir."

Sizekitapta apaçık beyyinat geldikten sonra, herşey açık açık beyan edildiktensonra yine de sapıtırsanız, şeytanın vartala­rına dü­şüp günahlara girerseniz,bilin ki Allah izzet ve şeref sahi­bidir, Allah hikmet sahibidir, herşeyi yerliyerince bilendir. Allahu Teâlâ kendi yolundan uzaklaşanlara ve kendisiyle sa­vaşatutuşanlara karşı çok acımasızdır, intikam sahibidir ve her işi de bilerekyapar, hikmetlidir.

210:”Onlarsadece gözetiyorlar ki, Allah buluttan göl­gelikler içinde meleklerle birliktegeliversin de iş bitiri­liversin. Halbuki bütün işler Allah’a döndürülüp götürü­lüp."

Bunlarartık onu bekliyorlar. Allah’ın kendini, yâni Allahlı­ğını or­taya koymasını,Allahlığını kendilerine göstermesini bekli­yorlar. Ama murad-ı İlâhî böyledeğildir. Yâni Allah’ın böyle bir yolla insanları imana zorlaması söz konusudeğildir. Zira böyle zo­raki bir iman Al­lah’ın istediği iman değildir. Öyleisteseydi Rabbimiz tıpkı melekler gibi doğuştan boyunlarımızdaki ipin ucunueline alıverir ve bizi irade­lerimizle baş başa bırakmazdı. Ne bekliyor bunlar?Açık açık Allah’ı görmek mi istiyorlar? Al­lah gerçeği hiçbir zaman öyleherkesin kayıtsız şartsız kabul edeceği, hiç kimsenin itiraz edemeyeceğibiçimde çırılçıplak gözler önüne ser­mez. Çünkü o zaman imtihanın mâ­nâsı kal-maz.Başarı ve başarısızlık kavramları anlamlarını yitirir. Bunun içindir kiRabbimiz insanları şöyle uyarmaktadır: Al­lah’ın melekleriyle birlikte bütünazametiyle karşınıza çıkacağı günü beklemeyin! Zira o zaman sizin işinizbitecektir. O zaman azabınız kesinleşecek ve hiç bir şansı-nız dakalmayacaktır. Yâni sizler böyle bir durumla karşı karşıya kaldığınız anda imanve ita­atinizin de hiçbir mânâsı kalmayacaktır. Çünkü artık ona imandenmeyecektir. Gözle görülen bir şeye iman isten-mez. İman gaybın konusudur.Zaten yeis halindeki bir iman da iman değildir. Peki niye iman etmiyor buadamlar? Neyi bekliyorlar? Kı­ya-metin ge­lip çatmasını mı bekliyorlar? Buistedikleri şey kıya­metin kop-ma­sından sonra gerçekleşecek bir şeydir.Halbuki kıya­met günü geldiği zaman hiçbir dönüş, hiçbir pişmanlık fayda ver­meyecektir.Kıyamet günü hüküm vermek için buluttan gölgeler içinde Allah melekleriylebirlikte gelecek:

“ Meleklersıra sıra dizilip, Rabbin gelince,”

(Fecr: 22)

O gün Allahgelecek Melekleriyle beraber. Peki nasıl gelecek Rabbimiz? Nasılını bilmi­yo­ruz.Bu adamların Allah’ın Rasûlünden istedikleri şey­leri bir zaman­lar başkalarıda peygamberlerinden istemişlerdi:

"Ehl-ikitap senden, gökten kendilerine bir kitap in­dirmeni istiyorlar.."

(Nisâ 153)

Daha önce Hz. Mûsâ’dan da dahabüyüğünü istemişler ve de­mişlerdi ki; Ey Mûsa Allahu Teâlâ’yı bize apaçıkgöstermedikçe biz sana iman etmeyeceğiz.Hadi bize apaçık Allah’ı göster demişlerdi. Bu haince tavırlarından ötürüonları yıldırımlar çarpmıştı. Bakın bura­daki istekleri de gerçekten çokenteresandır. Allahu Teâlâ’nın o bu­lutlar arasında, gölgeler arasındakendilerine gelmesini ve de melek­lerin kendilerine gelmesini istiyorlar. AslındaNe istedikleri de belli değil. Bir noktada Pey­gamberlerle ve müslümanlarlaalay söz konusu. Hadi getir baka­lım şu Allah’ım dedi­ğin varlığı da birgörelim. Melekleri de getir de şöyle bir görelim baka­lım. Diye Peygamberlealay ediyorlar. Şüp­hesiz bu alaylarının so­nunda cezalarını mutlaka çekecekler,ama bu kâfirlere ceza verilin­ceye kadar da tabi müslümanların bu ko­nudakiimtihanları söz ko­nusu. Müslümanlar çok sıkıntı çeki­yorlar ve işte busıkıntılı dönemle­rinden başarıyla geçebilmeleri için de Rabbi-miz, buâyetlerle onların morallerini düzeltiyor diyebili­riz. Halbuki Allah’ın böylebulutlar arasın­dan gelmeyeceği âşikâr­dır. Melekler geldiği zaman dayeryüzünde kâfirlere artık hayat hakkı kalmayacağı da kesin bellidir.

211:"İsrâiloğullarına sor. Biz onlara ne kadar açık Beyyine’ler (nice âyet­ler nicedeliller) gönderdik. Ama kendisine geldikten sonra kim Allah’ın nî­metini de­ğişti-rirse,bilsin ki gerçekten Allah’ın azabı çok şiddetlidir."

Buradaki"Peygamberim İsrâil oğullarına sor" ifadesi:

"Eğerbilmiyorsanız zikir ehline sorun!"

(Enbiyâ 7)

Ayetininmanası gibidir. Ayetin anlamı; bilmediklerinizi gidin bi­lenlere sorun demekdeğildir. Ayetin ma kabline ve ma ba’dine bakı­lırsa mânânın hiç de böyle olmadığıanlaşılacaktır. Ama ayeti böyle cımbızla çekercesine Kur'an bütünlüğünden, surebütünlü­ğünden so­yutlayarak anlamaya kalkarsanız o şekilde düşünmeniz mümkünola­caktır. Allah burada buyurur ki; ey peygamberim! Ve ey peygamber yolunun yolcuları,eğer sizler bu kitabın, bu Kur'an’ın Allah’tan geldiği konusunda herhangi birşüphe içindeyse­niz, Bu konuda bir kuşkunuz varsa, o zaman hadi zikir erbabına,fi­kir erbabına, Tevrat ve İncil er­babına gidin bir sorun bakalım! diyorAllah. Yâni bu Kur'andan bir şüpheniz, bir endişeniz varsa. Değilse gidinonlara sorun falan demi­yor bu ayet. Zikir, kitap de­mektir. Ehl-i zikir deehli kitap, yâni yahudi ve hıristi­yanlar demektir. Ama müslümanlar kavramlarıdeğiştirdikleri için bütün bu mânâlar yok olup gitmiştir.

Aslında bu konuda yahudi ve hıristiyanlara birşeyler sormak yasaktır. Yâni bu Kur’an’ın sağlamasını, yahudi ve hıristi­yanlarlayap-mak anlamına gelecektir ki, bundan menedilmişizdir. Bu bâtıldır. Bizimonlara soracak, onlardan öğrenecek hiç bir şe­yimiz yoktur. Al­lah’ın Rasûlü deasla onlara uymayacak, asla bu konuda onlara bir şey sormadı. İncil ya daTevrat’ı da getir­seler bu kitaptan daha efdal olmayacaktır. Ama maalesef bu âyetleri farklı anlayangünümüz müs-lümanları arasında Kur’an’dan daha kesin, Kur’an’dan daha üstün yolgöstericiliğine inanılan teoride ya da pratikte pek çok kitap vardır. Nicekitaplar vardır ki ortada müslümanlar Kur’an’dan önce onlara ittiba ediyorlar,bundan önce onları oku­maya, onlardan bilgilenmeye çalışıyorlar. Âdeta bu kitaplarıelle­rinden düşürmemeye çalışıyorlar. Kur’-an’da biliyorsunuz; Kur’an’ın birbenzerini getirin iddiaları vardır. Eğer gücünüz yetiyorsa hadi bunun birbenzerini, yahut bir sûresini meydana getirin! Gibi âyetler vardır.

Sûrenin evvelinde bunu anlatmayaçalışmıştım. Tarih bo­yunca tüm insanlık bu meydan okuyuş karşısında susmuş,ancak orada da ifade ettiğim gibi Kur’an’ın nazmına benzer yapama­mış, meydanage­tirememişler, ama maalesef müslümanlar bunu anlayamamış ve onun muhtevasınabenzer nice muhtevalar yapmaya çalışmışlar. Müslü­manlar Kur’an’dan gafilolduklarından mı? yoksa şeytan onlara amel­lerini süslü gösterdiğinden mi, oyeni üretilen süreli sistemlere, ideolo­jilere uyarlar da maalesef Kur’an’ın okonuda ne dediğini dahi bil­mezler. Çok pratik bir örnek vereyim: Kur’an diyorki; ben sizin için mî­ras sistemi ortaya koyuyorum! Başkaları da diyorlar ki;ey Kur’an! Ey Allah! Sen kanun koyarsan bizde koyarız! İşte bizimki de bir düzen!İşte bizimki de bir kanun! Ve bu ciddi ciddi de müslümanların ara­sındauygulama alanı buluyor. İşte benim bildiğim bu âyeti de böyle anlayacağız.

"SorBeni İsrâil’e peygamberim!"

Anlayabildiğimizkadarıyla bu istekte bulunanlar, Medine’de ge­nelde yahudiler olduğundan ve buistekler de genelde ya­hudi kö­kenli istekler olduğundan dolayı Rabbimizbuyurur ki: Sor Beni İsrâil’e. İsrâil oğullarına sor bakalım.

"Bizonlara ne kadar açık beyyine’ler (nice âyet­ler, nice deliller) gönderdik."

"Amakendisine geldikten sonra kim Allah’ın nî­me­tini değiştirirse, bilsin kigerçekten Allah’ın azabı çok şid­detlidir."

Bunîmetlerin neler olduğunu, Bakara sûresinin önceki âyet­le­rinin ısrarla bizeanlattığını görmüştük. İsrâil oğullarını Fira­vunun zul­münden kurtarmasından,kudret helvası ve bıldırcın etiyle besleme­sine, Bakara’nın kurban olayınaonları şahit tut­maya, Tur'u üzerlerine kaldırıp mîsak almaya varıncaya kadarvs, vs. Bütün bunlarla birlikte bu adamlar hâlâ inanmamak da devam ediyorlardı.Hani bu adamları Firavun gibi zâlim birinin zulmünden kurtardım ve sonundaonlara devlet nasip ettim, ama onlar Al­lah’ın nîmetini değiştiriverdiler.Onlara tarihte hiç kimseye nasip olmayacak nîmetler yağdırdım, ama onlar bunîmetleri değiştirdiler. Kitaplarını değiştirdiler, kitabın âyetlerini de­ğiştirdiler,ben bir türlü söyledim, onlar bir türlü anlamaya çalıştılar. Emirlerideğiştirdiler, deneni denmeyene, denmeyeni denene değiş­tirdiler. Ben hıttadedim, onlar hınta anladılar. Ben cumartesi yasak dedim, onlar de­ğil dediler.Değiştirdiler de sonunda ne oldu? So­nun-da ne yaptım onlara bir sor peygamberim!Veya sizler de bugün bir sorun, ya da bir bakın hayatlarına ey müslümanlar!Diyor Rabbimiz.

Müslümanlarabu konuda özellikle İsrâil oğullarına bakarak ib­ret almaları tavsiye ediliyor.Çünkü onların yerine dünyanın ön­derliğini üstlenen müslümanların bu konuda çokdikkatli davran­maları gereke­cektir. Onlar kitaplarını tahrif ettikleri için,dinlerini ar­kalarına attıkları için, kitapsız bir hayata razı oldukları içinbaşla­rına gelenler, müslü-manlar da aynı duruma geldikleri takdirde onla­rında başlarına aynı şeyler gelecektir deniyor. Tabi bu emir, onlara sormakanlamına değildir. Zira İslâm üm­metinin başkalarına soracak hiç bir şeyleri yoktur.Bundan kasıt, hem müslümanları ibret almaya davet hem de ehl-i kitabı küçükdüşür­mektir. Verilen nîmetlere karşı nankörlükleri hatırlatılarak, Allah’akarşı takındıkları tavır gündeme getirilerek onlar yargılanı­yorlar. Bu adamlardün böyleydi, bugün de aynen dünkü hayatla­rından farksız bir durumdadırlar.

Aynışekilde Mûsâ (a.s)’a yapmış oldukları eziyetlerin, Zeke-riya ve Yahya (a.s)’ayapmış oldukları işkencelerin ben­zerini, şimdi Muhammed (a.s)’a ve onunashabına da yapmak is­terlerse, ke­sinlikle bilsinler ki Allah’ın azabı, ikabıgerçekten çok şedittir. Şu anda kâfirler yeryüzü müslümanlarına ne kadar iş­kenceyapmayı hedefler­lerse hedeflesinler, ne kadar da tüm plan ve programlarımüslümanları top-yekun yeryüzünden silmek olursa olsun, bilsinler ki tümhıristiyan ve yahudiler, savaş anında karşılarında ilk önce Allahu Teâlâ’yıbulacaklardır. Yâni bu savaşta ilk önce Allahu Teâlâ kendi zatıyla ve azametiylevardır ve müslümanları koruyacak, müslümanlara yardım edecek­tir. Tümkâfirlerin kökünü kazıyacak ve işlerini bitirecek­tir. İşte bilsinler ki AllahuTeâlâ’nın azabı ve ikabı çok şedittir, çok çetindir.

212:"Dünyahayatı kâfirlere süslü gösterildi ve iman edenlerle alay etmek de onlara süslügösterildi. Çünkü sakınanlar, takva erleri kıyamet günü on­ların üze­rindedirler.Allah dilediğini hesapsız rızıklandırandır.

Hemmüslümanlarla alay ediyorlar, müslümanlara hayat hakkı tanımıyorlar hem dedünya hayatından memnun oluyorlar. Tüm he­defleri dünya hayatıdır ve az öncekiekini ve nesli bozma özelliklerin­den de anladık ki bu adamların dünyasında dahayır yoktur. Gerçi dış görünüşleri itibariyle dünyayı hedefledikleri içindünyada gerçekten erişemedikleri bir şey yok gibi ama nihâyet kendi elleriyledünyalarını da bozmuşlar, mekânik bir hayata gelmişler, robotlaşmışlar,duyguları bitmiştir. Hisleri, hareketleri kaybolmuş­tur, sevmek, sevilmek, ağla­mak,gülmek gibi insani duyguları, fedâkarlık, cefakarlık gibi duygularıtükenmiştir. Yedirme, içirme, infak ve akrabalık bağları, karılık, kocalıkbağları, babalık, oğulluk bağları bitmiştir. Herşeyleri bitmiştir. Böyle birhayatın içinde tüm dünya onların olsa ne olacak ki? Şu anda as­lında cehennemiyaşıyorlar, ama böyle bir hayat da onlara süslü geliyor. Bunu hayat zannediyorlar.

Yaşadıkları hayatları içdünyalarında büyük ıstıraplar oluştu­ru­yor, derin yaralar açıyor; ama bunusanki fevkalade güzel bir şey miş gibi süslü görmeye çalışıyorlar ve her biride bunu ortaya koymaktan hiç de sıkıntı duymuyorlar, çok rahat bir şekilde birbir­leriniaşağıya in­direbiliyorlar, çok rahat bir şekilde birbirlerini atla­tabiliyorlar,rezil rüsva bir hayatı birlikte yaşıyorlar. Meselâ bir adam cadde ortasında herkesingözleri önünde açlıktan ölüp gitse, necisin diye sormuyor, ama yine de bu hayatkendilerine süslü gösteriliyor. İşte böyle tüm gördükleri, oldum olası birdünya hayatları var, yaşasınlar bakalım; zaten bu adamların hepsi de cehenneme gidecekler. Tümüyle sefa­letiyaşıyorlar, ölür ölmez de cehenneme gide­cekler, kendilerini bü­yük bir azabın içinde bulacaklar.

Ve dünyada ne görmüşlerse zevkleride sefaları da eğlen­celeri de hepsi bu kadar olacak. Lâkin işin garibi buhalleriyle bile müslü-manlara hep tepeden bakıyorlar, alay ediyorlar. Ama sakınha sakın, siz müslümanlar onların alaylarından etkilenmeyin. On­lara acı­nacakbir zavallı gözüyle bakalım. Ve gerçekten ağlanacak durumda olanlarınkendilerinin olduğunu söyleyelim onlara ve hiç­bir zaman en ufak bir şekildebile olsa kalbimizden onlara benze­mek duygusu ge­çir-meyelim. Hiçbir zamanonların yaşadığı haya­tın özlemini çekmek gibi bir duruma düşmeyelim. Çünküilim bizde, hikmet bizde, izzet ve şeref bizde, akıl ve feraset bizde, kitapbizde, hidayet bizdedir. Bütün bunlara rağmen bu zavallıların bizim üzerimizdeuyguladıkları propa­gandalar sonucu hemen hemen çoğumuzun da etkisinde kaldığıko­nular vardır. Efendim bunların zirveye çıkmış teknolojilerini, sanayilerini,sos­yal yaşantılarını, hukuklarını eğitimlerini, yollarını köprülerini takdiretmek gerekir, Alman bilmem ne buluşunu takdir etmek la­zım-dır, İs­viçre’ninhukukunu takdir etmemiz lazım, Amerika’nın savaş bil-mem nesini takdir etmemizlazımdır gibi hepimizin kalbine yerleşen u-fak tefek duyguları, aşağılıkkomplekslerini ısrarla bitir­mek zorundayız. Bilmeliyiz ki yeryüzünde kâfirlereimreneceğimiz hiçbir şeyleri yoktur. Güvenebileceğimiz hiçbir hareketleriyoktur, hiçbir karakterleri yoktur. Gerçekten onlar dünyanın en rezil ve ensefil mahluklarıdır.

Bakıyoruz bunlar, dünyaya meyletmeyen, dünyayıkıble edin­meyen, dünyanın geçici emtialarına çakılıp kalmayarak dünyanın öte­sindeâhiretin varlığına inanan ve tüm yatırımlarını ebedî hayatları için yapan ve buyüzden de kendileri kadar mal mülk toplayamamış mü'-minleri, birinci plandaâhireti ve Rablerinin rızasını kazanmaya ça­lış-tıkları için dünyada fakirkalmışları küçümserler. Çünkü bunların üstünlük, alçaklık kıstasları da dünya­dır,dünyanın süsü ve ziynetidir. Dünyalık sahibi olanlar bunlara göre üstün insanlardır.Tüm plan ve programları dünya içindir. Hayatın, dünyanın, dünyalık şeylerin,para­nın, pulun, ma­kamın, mansıbın kulu kölesi olarak değil de, efendisiolarak kal­mayı tercih edenler, dünyada çok yüce idealleri gerçekleş­tirmekiçin çırpınanlar Allah katında üstün iken bunlar nazarında dü­şük insanlardır.Böyle insanlarla alay ederler. Varsın kendilerini üstün görsünler ve bununla avunsunlarama bakın Allah Mâide sûresinde diyor ki:

“Allah katında bundan daha kötü bir karşılığın bulunduğunu size habervereyim mi" de, Allah kime lânet ve gazap ederse, kimlerden maymunlar,domuzlar ve şey­tana kullar kılarsa, işte onlar yeri en kötü ve doğru yoldan ençok sapmış olanlardır.”

(Mâide 60)

Bu âyetinde de yeryüzünün en şerliinsanlarının tâğutlara kulluk edenler olduğunu anlatır Rabbimiz. Allah’tanbaşkalarının emirlerine itaat ederek, Allah’tan başkalarının yasalarınıuygulayarak onlara kulluk yapanlar yeryüzünün en kötü varlıklarıdırbuyuruluyor.

Ama bunarağmen işte kendi hayatları kendilerine süslü gösteril­diği gibi, etkilerialtına aldıkları biz zavallıları da kendi pis dün­yala-rının kutsallığıhegemonyasına çekmeye çalışıyorlar. Gelin ey müslü-manlar bu içinde bulunduğunuzkötü durumdan kurtul­mak isti­yor-sanız, siz de bizim gibi olun, siz de bizimgibi düşünün, bizim gibi yaşayın diyerek bizi de kendi cehennemlerine çekmeye çalışıyorlar.Ama inşallah biz onların bu zavallılıklarına, bu oyunla­rına gelmeyece­ğiz.

"Çünküsakınanlar, takva erleri kıyamet günü on­la­rın üzerindedirler. Allah,dilediğini hesapsız rızıklandı-randır."

Sadece öbürtarafta üstte değildir müslümanlar, dünyada da üstündür müslümanlar.Müslümanlar hem dünyada hem de âhirette kâfirlerden üstündürler. Her ne kadarzahiren bu kâfirler, müslüman-lar karşısında son elli-yüz yıldır bir üstünlüksağlamış gibi görünseler de. Ya da son elli-yüz yıldır müslümanlar bu kâfir­lerkarşısında bir komp­lekse düşmüş olsalar da. Ama elhamdülil­lah ki, Allah’ınyardımıyla iz­zet ve şeref yavaş yavaş müslümanlara dönmeye başladı. Şu andakidünyanın bundan yüz yıl önceki dünya olduğunu kabul etsek ve birer birermüslümanların özgürlüklerini kaybettikleri, tüm dünya müslümanlarının ölümleburun buruna getirildiği ve hiç bir müslüma-nın; “ben müslümanım” demeyecesaretinin ve hakkının kalmadığı bir ortamı düşünelim, böyle bir ortam olsaydıve bütün müslümanları teker teker öldürselerdi bile, yeryüzündeki Kur’an’larıbi­rer birer parçalayıp yok etselerdi, nihâyet yeryü­zünün en şerefli in­sanlarıyine müs-lümanlardı ve öteki hayatta da yine izzet ve şerefe kavuşacak olanlaryine müslümanlar olacaktır. Ve bundan dolayıdır ki şu anda müslü-manlar zerrekadar bir komplekse kapılmamalıdırlar, ezilmemelidirler, izzet ve şerefin ancakkendilerinde olduğu bilincine ermelidirler.

"Şüphesizki Allah, kullarından dilediklerini hesap­sız rızıklandırır."

Kimilerineaz verir, kimilerine çok verir. Onun içindir ki sa­kın ha sakın, çokverdikleri, ya da az verdikleri, çoklukla azlıkla şe­ref ve izzet görmeyelim,ya da yakınlık bilmeyelim. İzzet ve şeref takvadır, yakınlık takvadır, yakınlıkimandır ve teslimiyettir, bunu hiç birzaman hatırımızdan çıkarmayalım.

213:"İnsanlartek bir ümmetti. Allah müjdeci ve kor­kutucu olarak Peygamberler gönderdi. Veberaberle­rinde insanların anlaşmazlığa düştükleri yerlerde arala­rında hükümvermek üzere hak kitaplar indirdi. Kendile­rine kitap verilenler kendilerineapaçık belgeler geldikten sonra aralarındaki ihtiraslarından dolayı ayrılığadüştü­ler. İşte Allah böylece iman edenleri kendi izni ile ih­tilâf ettiklerikonularda hidâyet edip gerçeğe ulaştır­mıştır. Al­lah dilediğini doğru yolailetir."

İnsanlarHz. Adem’den bu yana tek ümmetti, tek mil­letti, tek bir sistemleri vardı, tekbir inançları vardı, Allah onların aralarından pey­gamberler gönderdi, onlarlaberaber kitaplar gön­derdi. İhtilâf ettikleri konularda, problem yaptıklarıkonularda arala­rında hükmetmesi için. Allah ihtilâfları halletmek içinkitaplar indir­miştir.

Âyettenanlıyoruz ki kimilerinin iddia ettikleri gibi yeryü­zünde in­sanlık tarihindekaranlık bir dönem yoktur. İnsanlık tarihi vahiyle başlamıştır. İlk insandan buyana Cenab-ı Hak kullarını hiçbir zaman vahiysiz bırakmamıştır. İnsanlaryeryüzünde yaratıl­dıkları andan itiba­ren dinsiz ve yolsuz bir dönemyaşamamışlardır. Hz. Adem’i yaratmış Rabbimiz, ona vahiy göndermiş; Hz. Adem veçocukları, torunları uzun bir süre vahiyle yollarını bulmuşlar ve tek bir ümmetolarak aynı inançla, aynı dinle yürümüşler. Daha sonra insanlar çoğalıp yeryü­züneyayılınca, zamanla insanlar bu tevhidden inhiraf edip bâtıl yol­lara ve şirkedüşmüşler.

İşte yeryü­zünde her ne zamaninsanlık tevhid konusunda ihti-lâf edip, vahiy­den uzaklaşıp bâtıl yollara düşmüşlerse,Allah onları dü-zeltmek için ihtilâf ettikleri tevhide onları yeniden davetetmek için pey­gamberler göndermiştir. Demek ki insanlığın başlangıcıtevhittir, aydınlıktır. Küfür, şirk, bâtıl ve karanlıklar sonradan çıkmış ârızîşey-lerdir.

YalnızAllah’ın indirdiği haktır. Ona muhalefet eden herşey bâtıl­dır ve sapıklıktır.Tüm insanlık bir şey üzerinde topla­nıp bu haktır deseler de şâyet o Allah’ınindirdiğine ters düşüyorsa o bâtıldır. Al­lah’ın indirdiğinin dışında hakyoktur. Allah’ın in­dirdiğinin dışında hü­küm de yoktur. Bu hak hüküm ortayakonul­madıkça da insanlar ara­sındaki ihtilâfların bitmesine de imkân veihtimal yoktur. Allah’ın hak olarak indirdikleriyle hükmetmedikçe de yeryüzündeasla salah, sulh ve sü­kun asla gerçekleşmeyecektir. İhtilâfları çözecek birtek yol, bir tek kaynak vardır. O da Allah’ın yeryüzünde ihtilâfları çözmeküzere indirdiği kitaptır.

Allah kitapgöndermiş. Peki niye göndermiş kitabı? Kitapla amel edilsin diye. Kitapyürürlüğe konulsun diye. Kitapla insanlık ha­yat programlarını belirlesinler vekitapla yol bulsunlar diye.

Bakın, şuanda Rabbimizin en büyük nîmetleriyle karşı karşı-yayız. Elimizde kitabımızvar. Bir de müjdeci ve uyarıcı olarak Pey­gamberler gönderdi Rabbimiz. Bu peygamberlerbizi uyardılar, bizi müjdelediler. Peygamberler bize cenneti getirdiler, bizece­hennemi getirdiler, kıyametle bizi uyardılar, dünyada hasenelerle biziuyardılar, âhirette hüsnalarla bizi yüz yüze getirdiler.

Ve bir debu peygamberlerin yanında kitap gönderdi Rabbi-miz. Rasulullah’ın yanında dabir Kur’an geldi. Bu kitap hak olarak indi, bâtıl olsun diye, oyun eğlenceolsun diye gelmedi. Yeryüzünde zulüm ve haksızlıklar hakim olsun diye gelmedi.Yer­yüzünde bozgunculuk olsun diye gelmedi, insanlar ekini ve nesli bozsunlardiye inmedi, bu kitapla yeryüzüne hakim olanlar yeryü­zünde adâleti, özgürlüğü,hürri­yeti hakim kılsınlar ve insanlar ra­hat bir şekilde Allah’a kulluk yapsın­larve de aralarındaki prob­lemlerini bu kitaba göre çözümlesinler diye Allah bukitabı gön­dermiştir. Ama:

"Kendilerinekitap verilenler, kendilerine apaçık bel­geler geldikten sonra aralarındakiihtiraslarından do­layı ayrılığa düştüler."

Kendilerinekitap verilenler, kendilerine bu kitaplar geldik­ten sonra niye ihtilâfadüşmüşler? Eğer bu insanları ihtilâfa düş­tükleri ko­nular hakkında âyetbulunmayan konular olsaydı neyse; ama bakın, bunlar kendilerine delillergeldikten sonra, hakkında nas bulunan ko­nularda ihtilâfa düşmüşler.

Bu konuyainşallah dikkatinizi çekeyim, genelde çok prob­lem yapıyoruz. Elimizde Kur’anve peygamber sünneti olduğu halde acaba niye bu toplum hâlâ fırka fırka? Niyegrup grup? Niye ayrış­mışlar? Niye ihtilâfa düşüyorlar? Elimizde Kur’an vepeygamber sün­neti olduğu halde bizim ihtilâfa düşmemizin se­bebi:

Aralarındakiazgınlıktan dolayıdır, aralarındaki hırstan dola­yı­dır. Kur’an’a ve Peygamberegöre azgınlık yapan toplumlar mutlaka ihtilâfa düşeceklerdir. Kur’an’a ve Peygamberesamimi olarak yöne­lenler, samimi olarak kulak verenler, samimi olarak bu kitabave pey­gambere uymak isteyen bir topluluk, Allah’ın gaza­bıyla kesinlikle bir­birleriniöldürür hale gelmezler. Birbirlerini yiye­cek hale gelmezler.

Yâni bugünbizi bu hale getiren bizim kitabımız değildir. Bizim peygamberimiz de değildirbizi bu hale getiren. Eğer bugün bu müs-lümanlar fırka fırka, grup grup, hiziphizip birbirlerini yiye­cek bir durumdalarsa, parça parça olmuş birdurumdalarsa ve dünya üze­rinde zillet ve meskenet üzerimize çökmüşse, bu nok­tadaher müslüman tek tek şunu demek zorundayız:

"EyRabbimiz, biz nefislerimize zulmettik! Eğer bizi yarlığayıp bu haldenkurtarmazsan işimiz bitiktir."

(A’râf 23)

Diyecek veher birimiz nereden yönelirsek yönelelim, bu kitaba yönelmek zorundayız. Bir ipvar ki gökyüzünden arza uzatılmış, çuku­run içinde olan herkes ona uzanmak zorundayız.Herkes ona ulaşabi­lir, çöllerde olanlar ona ulaşabilir, kutuplarda olanlar onaulaşabilir, dağlarda olanlar ulaşabilir, buzullarda olanlar ula­şabilir.

Evet, yeryü­zünün neresindeolursak olalım bu ip her zaman gözümüzün önünde­dir. Her an bu ipe ulaşma imkânımızvardır. Yeter ki biz samimiyetle kurtulmak için bu kitaba kulak verelim, bukitabı menfaatlerimize satmayalım. Yeter ki bu ki­taba sadece kendi dünyamız içinmüracaat etmeyelim, azgınlaş­mayalım, samimi olalım bu konuda. Kesinlikle böyleolursak, samimiyetle yol bulmak için, hayatı düzenlemek için müracaat edersek Rabbimizbu kitapla bizi hidâyete erdirecek, bize yol gösterecektir ve bizim bütünproblemlerimizi halledecektir.

Buna imanedeceğiz ve kesinlikle bizim işimiz bu kitaba sa-rılmak olacaktır. En başişimiz bu kitabı gündeme getirmek ola­caktır. Şu insanlar şöyle, bu insanlarböyle, bunlarla uğraşmaya­cağız. Ben samimiyetle bunu yaparsam, bununla dirilmeyihedef­lersem, diğer müslümanlar da bunu yapmaya başlayacaklar, onlar da aynıhedefin içine girecekler ve Allah’ın rahmeti bereketi bi­zimle olacaktır. Dünyadamutlu bir hayata, âhirette de cennete ulaşabilmek için buna muhtacız. DeğilseAllah’ın kitabından uzak, peygamberinin yolundan habersiz ne dünyamız güzelolur, ne de âhiretimiz. Bunu hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmamalıyız.

"İşteAllah böylece iman edenleri kendi izni ile ih­ti­lâf ettikleri konulardahidâyet edip gerçeğe ulaştır­mıştır. Allah dilediğini doğru yola iletir."

Allah kimehidâyet ediyor? İman edenlere. Hangi konuda on­lara doğruyu gösteriyor? İhtilâfettikleri konularda. Demek ki hi­dâyetin bize ulaşabilmesi için, bizim mü'minolmamız gerekiyor. Samimiyetle mü'min olmamız gerekiyor. İman ettik mi, teslimolduk mu Allah bize yardım edecektir. Allah’ın vadidir bu ve Allah kesin­liklevadinden dön-meyendir. Allah vadinden asla caymaz, haksız­lık yapmaz, zul­met-mez.

Yapılacakiş; o zaman bu kitaba akıllı uslu kulak vermek ve bu kitabın dediğinesamimiyetle teslim olmaktır. Ama aklı işin içine karış­tırıp, menfaatlerimiziön plana çıkarıp şöyle demeye başladık mı, iş çığırından çıkıyor. İyi ama yaRabbi, hoş ama ya Rasûlallah, güzel di­yorsunuz da bizim hayatımız şöyledir,bizim durumumuz böyledir de­dik mi, yâni ya Rabbi, ya Rasûlallah şunlarışunları da düşündünüz mü? diye Allah’a ve Resûlü’ne akıl verip yol göster­meyekalktık mı, o zaman sapma başlıyor Allah korusun.

E ben böylediyorum, sen böyle diyorsun, ötekisi böyle di­yor ve her birimiz ayrı ayrıyerlerde sapmaya başladık mı, bakıyo­ruz ki bi­rimiz on metre bir tarafa,öbürümüz yirmi metre başka bir tarafa git­miş. Ama hiç birimiz sapma içinegirmeden, yamulmadan Allah’ın ki­tabına sarılsak, biz niye ayrılalım da o zaman?Hepimiz de aynı yola gideriz.

214:"Yoksasizden öncekilerin başına gelenler si­zin de başınıza gelmeden öyle elinizikolunuzu sallaya sallaya cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz? Kendilerinesıkın­tılar ve yokluklar gelip çattı ve sarsıldılar. Hattâ Peygam­ber ve beraberindekimü'minler: Allah’ın yardımı ne za­man? Diyorlardı. Gö­zü­nüzü açın! ŞüphesizAllah’ın yar­dımı yakındır."

Yâniİslâm’ın tümünü yaşamadan, Allah’ın tüm emirlerini tat­bik etmeden, hayatınızıntümünde Allah’ın kulu olduğunuzu unutmayıp, Allah’ın tüm arzularını gerçekleştirmeden,yâni tü­müyle silme girme­den cennete girebileceğinizi mi zannediyorsu­nuz? Cennetikazanmak öyle kolay değildir. Hayatın tümünde Al­lah’ın kulu olmadıkça, kullukyolunda önümüze çıkabilecek tüm zorlamalara göğüs germeden, malı ve canı Allahyolunda fedâ etmeden, Allah’ın mal, can ve çocukları­mıza verdiği musîbetlerekarşı sabretmedikçe cennet kazanılamaz. Demek ki kolay olmu­yor bu iş.Kolaylıkla olmuyor cennete gidiş. İhti­laflardan uzaklaşmak kolay. Kitaportada, sünnet ortada, hemen sarı­lırız olur biter. Birlikte hareket etmemiz dekolay. Ama geriye cennete girme kalıyor ve bizden öncekilerin başına gelenlerbizim de ba­şımıza gelmeden de kolay olmuyor bu iş. Nasıl olmuş onların du­rumu?Neler gelmiş onların başına?

"Kendilerinesıkıntılar ve yokluklar gelip çattı ve sar­sıldılar. Hattâ Peygamber veberaberindeki mü'minler: Allah’ın yardımı ne zaman? Diyorlardı. Gö­zü­nüzüaçın! Şüphesiz Allah’ın yardımı yakındır."

İştebunaldıkları, daraldıkları bir anda böyle söyleyenler gibi, sizler de bunalıpsıkılmadan, ümitlerinizi tamamen Allah’a bağlayacak hale gelmeden, herşeyden veherkesten ümitlerinizi kesip yalnızca Allah’a yönelip; Allah’ım! Zaferin nezaman? diye yalvaracak hale gelmeden cennete gireceğinizi mi sanıyorsu­nuz? Sizbu hale gelince de Allah buyuracak ki: Bekleyin, Al­lah’ın yardımı yakındır! Şuanda dünya üzerinde gerçekten böyle bir ortamda olan, daralan, sıkıntı içindeolan ve gerçekten ne ya­pacaklarını şaşırmış ve herşeyden ümitlerini kesip: YaRabbi! Bize bir çıkış yolu göster! Bize senden başka yardım edecek kal­mamıştır!Biz ne yapacağız? Ne olacak bi­zim halimiz? diyen müslümanlara karşı bu müjdeyiverebiliriz. Bekle­yin müslümanlar! Dayanın müslümanlar! sabredin Allah’ınyardımı yakındır diyebili­riz. Bu insanlar Allah’tan, okudukları Kur'an’dan bumüjdeyi ala­caklar, müjdeyi alan toplumlar zafere ulaşacaklar, zafere ulaşan butoplumlar yine Allah’a hamd ve tesbihle görevli olacaklar ve yepyeni bir hayatabaşlayacaklar.

Ama bu müjde şu anda bize bi­razuzak gibi. Yalnız bir de şu var ki, yaşadığımız dünyada galibiyet, ya da mağlubiyet,izzet ya da zillet her hâlükârda bizim bir imtihanın içinde olduğumuzu göstermektedir.Yâni böyle bir ortamın içinde olmayan müslümanların da kendi başlarına diri kalabilmeleri,böyle bir ortam içinde onların da Allah’a yalvarmaları, Allah’tan çı­kış yoluistemeleri ile, beri tarafta kimi müslü-manların da izzet ve şerefe ulaştıktan,mülk ve saltanatı elde edip e-gemenliklerini ka­zandıktan sonra, Allah’ın di­ninihakim kılmaya çalışmaları herkesin imtihanını eşitleyiveriyor. Yâni farz edinki şu anda dün­yanın tek güçlü devleti biz olsak ve tüm dünya kâfirleri bizimönü­müzde eğilseler, bizler yine kullukla, yine tesbihle, yine tekbirle, yinehakla ve Allah’a kullukla sorumluyuz de­mektir.

Şu andadünyada tek İslâm gücü olmasa, müslümanlar kıyam edemeseler, müslümanlarsavaşmak şöyle dursun, savaşı akıllarının ucundan bile geçiremeyecek birdurumda olsalar, kendi kendilerine bile yardım etmeye, oğullarına, kızlarınahakim olmaya bile güç yeti­remez bir durumda olsalar, yine bizler, Allah’akullukla, Allah’ın yüce­liğini kabulle, takvayı kabulle mükellefiz. Tesbihi,tekbiri gerçekleştir­mekle mükellefiz demektir. Hayat budur ve ölünceye kadar,kıyamete kadar da bu iş böylece devam ede­cektir.

215:"Peygamberim, sana neyiinfak edeceklerini so­rarlar. De ki; hayırdan ne infak ederseniz ana babaya, ak­rabaya,yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara. Hayır­dan ne yapmışsanız Allahşüphesiz onu bilmekte­dir."

Mahallenizde,mahalle deyince ne kadar sınır çizebilirse­niz, belki apartman hayatıyaşayanlar için bu zordur; ama bir ma­hallede yaşayanlar için biraz dahakolaydır. Mahallenizde halini ahvalini bil­mediğiniz bir tek komşu olmasın.Mahallenizde duru­munu bilmediği­niz bir tek komşunuz olmasın. Ve çok rahat birşe­kilde derdi olan müslümanlar size gelebilsinler. Ama bu ortamı sizoluşturacaksınız. Siz onlara gideceksiniz, siz onlarla beraber ola­caksınız ki,onların da sıkıntısı, derdi olduğu zaman size gelebil­sinler.

Hısım,akrabalarınız içinde derdini size açmak istedikleri za-man çok rahat açamayacakkimse kalmasın. İlk önce emmi, dayı, teyze deyin. Sonra emmi çocukları, dayıçocukları deyin. Sonra ba­balarınızın emmi dayı çocukları deyin. Yâni gücünüzne­reye kadar ulaşırsa, bu sorumluluk sahasını yavaş yavaş artır­maya gayret edeliminşallah. Yâni infak, bu kitabı birilerine götürmemizin ve pratikte uy­gula­mamızınen kestirme yoludur. Yâni ilk önce biz bu insanlara fedâkarlığı götürelim ki,fedâkarlığımızla birlikte bu kitap da onlara ulaşmış olsun. Yetimler,miskinler, akrabalar, yolcular ve komşulara infak ede­ceğiz. Ama şüphesiz ki buda bizim fedâkarlığımızı gerektire­cektir. Fedâkarlık yapabilmemiz demasraflarımızdan kısmayı ge­rekli kıla­caktır. Masraflarımızı kısacağız, yeni yenihedefleri bir ta­rafa bıraka­cağız, lüksü bir tarafa bırakacağız. Yâni şu andapara harcama yolla­rını kısacağız, paralarımızı Allah için başkalarına harcamayollarını bulmaya çalışacağız. Biraz önceki dediğimle bu ikisi doğru orantılıdır.Kendi harcamalarımızı kısmamız demek; bi­zim paralarımızı başka yerlere harcamaimkânımızın doğması demektir, biz bunu gerçekleş­tirdik mi de toplum yavaşyavaş İs­lâm’a doğru dönecektir. Kâfirler bu hareketlerden memnun olma­yacaklar,ayrışma başlayacak, ayrışma başlayınca da savaş baş­layacak, savaş başlayıncada Allah’ın yardı­mıyla müslümanlar muzaffer olacak. Veya bakarsınız kiAllah’ın lüt-fuyla bütün insan­ların meyli size doğru olacak ve yine Allah’ınlütfuyla toplumun içinde bir savaş olmadan, toplum İslâm budur diye teslimolacak ve bu sefer dış dünyayla hesaplaşmamızı da Allah ko­lay kılacaktırinşallah.

216:"Eyiman edenler! Hoşunuza gitmediği halde sa­vaş size farz kılındı. Ama olur kibir şey hoşunuza git­mediği halde sizin için daha hayırlıdır. Ve olur ki birşey sevdiğiniz halde sizin için şer olabilir. Allah bilir, siz bil­mezsiniz."

Rabbimizhoşlanmasanız da savaş size farz kılındı bu­yuruyor. Aslında herhangi birşeyden hoşlanıp hoşlanmamak mü'minin elinde olan bir şey değildir. Müslümanteslim olan kişidir. İradesini Allah’a teslim eden kişidir müslüman. YâniAllah’ın seçi­mini kendisi için se­çim kabul eden, arzularını Allah’ınarzularına teslim eden kişidir. Allah onun adına bir şeyden razıysa, mü'min deondan razı olmuştur. Allah kendisi adına emir veya yasak olarak neleriseçmişse, Allah’ın seçi­mini kendisi için seçim kabul etmiş kişidir mü'min.İman bunu gerekti­rir, teslimiyet bunu gerektirir. Aksi takdirde imandan sözedilemez.

İnsanın birşeyden hoşlanması ya da hoşlanmaması, o şe­yin ha­yırlı veya hayırsızlığınıbelirlemez. Aksine bir şeyin hayırlı ya da ha-yırsız oluşu, onun sonucunubilmeye bağlıdır. Bir şeyin so­nucunun ne olacağını, nasıl sonuçlanacağınıAllah’tan başka hiç kimse bile­mez. Başladığı bir işin sonucunun ne olacağını?Nasıl olacağını bile­meyen bir insanın hayırlıyı hayırsızı önceden tesbit etmesimümkün değildir. Öyleyse iyinin kötünün, hayrın şerrin, ha­ramın helâlin, hakkınbâtılın tesbitinde kıstas vahiydir. Bunu bilen sadece Allah’tır. Bakın âyetindevamında buyurur ki Rabbimiz:

"Allahbilir, siz bilmezsiniz!"

Buyurur.Yâni sizler hakkınızda neyin hayırlı, neyin hayırsız ol­duğunu bilemezsiniz!Bunu bilen ancak Allah’tır. Perdelerin ar­kasını, hadiselerin arka planını bilenancak Allah’tır. Çünkü hayatın sahibi, varlığın sahibi Allah’tır. Hayatın tümkanunlarını koyan Al­lah’tır. Bunu bilen Allah, sizin adınıza verdiği tümemirlerinde sizin hayrınıza, sizin menfaatinize emirler vermektedir. Tüm kötülükler­den,tüm zararlardan korunmanız için de yasaklar koy­maktadır. Emirleri de,yasakları da si­zin hayrınıza, sizin menfaatini­zedir.

Zira insanlar pek çok şeyin ken­dilerihakkında zararlı oldu­ğu-nu, uzun ve yorucu deneyimler sonu­cunda öğrenebilmişlerdir.Hattâ kimi deneyimler milyonlarca insanın hayatına mal olmuştur. Pek çok şeyindeneyimi de hâlâ mümkün olamamıştır. Herşeyi bilen, bilgi ken-disinden olan Allah’ınbilgisine teslim olmayan in­sanlar, bu konuda daha çok şeyler çekeceklerdir.

Âyet-ikerîmede konu edilen savaş da böyledir. Allah buyu­rur ki; hoşunuza gitmese desavaş size farz kılınmıştır. Yarattığı in­sanın fıtratını bilen Allah,yarattığı insana din gönderirken onun bu fıtratını asla göz ardı etmez. İnsanfıtraten savaştan hoşlanmaz. Savaş insan nefsine ağır gelir. Çünkü savaştaölmek vardır, öl­dürmek vardır, ya­ra-lanmak vardır, maldan ve candanfedâkarlıklar vardır. Bu yüzden insan fıtraten güçlükleri sevmez. Ama yeryü­zündezulmün, işkencenin, adâletsizliklerin, kullara kulluğun bitiri­lip yerine adâletinve Allah’a kulluğun gerçekleştirilebilmesi için savaş kaçınıl­maz bir sonuçtur.Yâni yeryüzünde savaş, barış or­tamının gerçekleş­tirilmesi için bazen kaçınılmazbir vakıa olabilir. Zira yeryüzünde hak­kın hâkimiyeti olmadan, fitnekaldırılmadan, barış ortamını görmek mümkün değildir.

İşte Allah’ın kullarını, Al­lah’akulluktan koparıp, kendilerinin kulu ve kölesi haline getiren, Allahkanunlarını kaldırıp kendi kanunlarını yürürlüğe koyan, in­sanları Rablerinedeğil de ken­dilerine boyun eğmeye zorlayan ve böylece Allah’ın kullarınıfitneye düşüren tüm tâğut-lara kaşı sava­şılmadan, barışın sağlanması müm­kündeğildir.

İşteyeryüzünde huzurun, barışın, Allah’a kulluğun gerçek­leşti­rilmesi adınasavaşmanız, bu uğurda mal harcamanız, sıkın­tılara gö­ğüs germeniz sizin içinhayırlıdır. Siz bunun sonunu bile­mediğiniz için hayırsız görseniz de siziniçin hayırlıdır. Şehâdet hayırlıdır, cennet hayırlıdır, ganîmet hayırlıdır,zafer hayırlıdır. Hepsi sizin için hayırlıdır diyor Rabbimiz.

217:"Sanaharam ayda savaşın hükmünü soruyor­lar. De ki; o ayda savaş büyük günahtır. AmaAllah yo­lundan menetmek, ona ve Mescid-i Haram’a küfürde bu­lunmak, ahalisinioradan çıkarmak, Allah katında daha büyük bir günahtır. Fitne katilden dahabüyüktür. Kâfirler ellerinden gelse sizi dinlerinizden döndü­rünceye kadar si­zinleçarpışır dururlar. Sizden kim dininden döner de kâfir olarak ölürse işteonların amelleri hem dünyada hem de âhirette boşa gider. Ve işte bunlarcehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır."

Bu âyethicretin ikinci yılında, Recep ayında vukua gelen bir ha­dise üzerine nazilolmuştur. Allah’ın Rasûlü Abdullah bin Cahş baş-kanlığında sekiz kişilik birheyeti Mekke ile Taif arasındaki Nahle bölgesine gönderdi. Düşmanı gözetleyipplanlarıyla ilgili bilgi topla­mala-rını emretmişti. Allah’ın Rasûlükendilerine savaş izni vermediği halde bu grup Mekkeli müşriklere ait birticaret ker­vanına saldırmış, bir kişiyi öldürmüş ve diğerlerini de esir alarakganîmetlerle birlikte Medine’ye dönmüşlerdi.

Bumüslümanlar o gün Recep ayının son günü mü, yoksa Re­cep ayı bitmiş ve Şabanınilk günü mü olduğu konusunda şüp­heye düşmüşlerdi. Yâni bu olay haram aylardanbiri olan Recep ayı içinde, Recep ayının son gününde mi olmuştu? Yoksa haram ayçıkmış ve Şaban ayında mı vukua gelmişti, bu konuda şüphe vardı.

Seriyeganîmet ve esirlerle beraber Medine’ye dönünce, Al­lah’ın Rasûlü; "Bensize haram aylarda savaşmamanızı em­retmemiş miydim!" buyurarakonları azarladı ve bunu tas­vip et­medi. Bu hadise üzerine Mekke’li müşriklerve onların Me­dine’deki müttefiki durumunda olan Medine’li yahudiler vemüslüman olmadık­ları halde müslüman görünen münâfıklar aleyhte propagandayabaş­ladılar. Muhammed haram aylarda bile adam öldürüyor! Haram ay­larda bilekan dökmeye devam ediyor! diyerek yaygara yapmaya başladılar. İşte bu hadiseüzerine âyet nazil olur.

Peygamberim, sen­den haramaylarda savaşma konu­sunu soruyorlar. De ki haram ay­larda savaşmak büyük günahtır.Haram aylarda kâfirler saldırmadık­ları sürece savaşmak haramdır. Kimilerinegöre bu bugün de geçerli­dir. Ve kıyamete kadar geçer­liliği devam edecektir.Ama kimi âlimle­rimize göre bu âyet:

"Müşriklerinerede bulursanız öldürün!"

(Tevbe: 5)

Âyetiylenesih edilmiştir. O âyetin bu âyetle nesih edildiğini söy­lemişlerdir. NitekimAllah’ın Rasûlü Huneyn savaşında Havazin kabilesiyle, Taif savaşında da Sakif kabilesiyleharam aylarda sa­vaş­mıştır. Kâfirler müslümanlara saldırdıkları sürece,müslümanlar el­bette bu aylarda bekleyecek değillerdir. Bakın âyetin bundansonraki bölümünde Rabbimiz şöyle buyuruyor:

Haramaylarda savaşmak büyük günahtır, ama insan­ları Al­lah’ın yolundan engellemek,Allah’ın kullarını Mescid-i Ha­ramdan çı­karmak, mescidleri aslî fonksiyonlarındanuzaklaştır­mak, Mescid-i Ha­ram’a küfürde bulunmak, Allah katında daha bü­yükbir günahtır.

"Fitnekatilden daha büyüktür."

Yâni sizinşirk fitneniz öldürmekten daha beterdir. Sizin insan­ları zulümle, işkenceyle,din eğitiminden mahrum bırakmakla ya da verdiğiniz materyalist eğitimlerle dinlerindendöndürmeye çalışmanız, Rabbim Allah diyen müslümanları, Allah’ın mescidin­denve vatanla­rından çıkarmanız,öldürmekten daha beterdir. Hattâ:

"Kâfirlerellerinden gelse sizi dinlerinizden döndü­rünceye kadar sizinle çarpışırdururlar."

Dün debugün de kâfir budur. Eğer ellerinden gelse, güçleri yetse yeryüzünde bir tekmüslüman kalmayacak biçimde sizleri dinle­rinizden döndürmeye ve sizi yoketmeye çalışırlar. Tüm yeryüzü kâ­firleri yeryüzünde müslümanın varlığına aslata­hammül edemezler. Hattâ bu kâfirler işte görüyoruz İslâm’ı hiç bilmeyen, tanımayansa­dece adı müslüman olan, sadece atala­rından kalma bir kısım âdetleri dindiye yaşamaya çalışan insan­lara bile tahammülleri yoktur. Adı Ah-met, Mehmetgibi müslüman adı olan kafası demokratik ve laik olan insanların varlığına bileta­hammülleri yoktur. Yıllardır dünyanın her yerinde müslüman kanı döküyorlarkâfirler. Müslümanlar onlardan bir tek kâfiri öldürdüğü zaman hemen feryadıbasıyorlar, bu müslümanlar adam öldürü­yor! Bunlar barbarlar diye. Kendilerininson elli yılda öldürdükleri müslümanın sayısını bile bilmek mümkün değil­dir.

YıllardırFilistinli müslümanları öldürürler. Bunu yaparken kendi­leri haklıdır; amagünün birinde kendilerinden bir tanesi öldü­rül­düğü zaman müslümanlar teröristoluyor. Bunlar zâlim, âsî, sal­dırgan insanlardır. Allah’a ve âhirete deinanmadıklarından hiçbir ölçü tanı­mazlar. Kendileri oluk oluk müslüman kanıakıtırken, müslümanları yok etmek ve öldürmek için silahlanırken, müslümanlarısilahtan te­cerrüt etmeye çalışıyorlar.

Bukâfirlerin her çağda tek hedefleri, yeryüzünde İslâm’ın ve müslümanların mevcutolmamasıdır. İslâm’ın ve müslümanın varlığı bu kâfirlerin korkulu rüyasıdır.Bunlar şunu kesinlikle bili­yorlar ki; yer­yüzünde İslâm varsa küfür aslayaşayamaz. Yeryü­zünde az da olsa bu dine inanan, bu sistemi uygulayan, Allah’ainanan bir müslüman topluluk bulundukça onlar bâtıl yollardan, zulüm vefesatlarından asla emin olamazlar. Müslümanın varlığı, gecenin zifiri karanlığınıortaya çıkaran gündüzün varlığı gibidir. Onun içindir ki kâfirler yeryüzündebir tek müslümanın varlığına bile tahammül edemezler ve şu anda tümçıplaklığıyla müşahede ettiğimiz gibi müslümanları yok etmek için el­lerindengelen herşeyi yapmaktadırlar. Hattâ yeryüzünde bir tek müslüman kalma­yıncayakadar bizim savaşımız sürecektir diyor adamlar.

"Sizdenkim dininden döner de kâfir olarak ölürse, işte onların amelleri hem dünyadahem de ahirette boşa gider. Ve işte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedîkalacaklardır."

Âyet-ikerîme bu kâfirlerin haklılığını kabul ederek onların ağızla­rını kullanmanınçok tehlikeli olduğunu anlatıyor. Kâfirlere meyletmek, onları kabullenmek,küfrü kabullenmek demektir. İs­lâm’dan sonra küfre dönmek demektir.

"Habita"kelimesi devenin düşüşü için kullanılır. Devenin za­rarlı yerlerde otlayarak,zararlı otları yiyerek şişmesi, sonra da ölmesi anlamına kullanılan bir kelime.Burada da amellerin düşmesi, boşa gitmesi anlamına geliyor.

Şirk koşankişinin tüm amelleri boşa gidecektir. Zümer sûre­sinde Rabbimiz şöylebuyuruyor:

"Eypeygamberim! Sana ve senden önceki elçi-lerimize şöyle vahy ettik: Eğer şirkkoşarsan, mutlaka amelin boşa gider ve hüsrana uğrayanlardan olursun"

(Zümer: 65)

Yine Mâidesûresinde:

"Kimimandan sonra küfre girerse ameli boşa gi­der."

(Mâide: 5)

Buâyetlerde amellerin boşa gitmesi, yalnız irtidata bağlı ola­rakanlatılmaktadır. Yâni kişi irtidat ettiği anda tüm amelleri boşa git­mişdemektir.

Ama Bakarasûresindeki bu âyete göre:

Kaydıvardır. Yâni "Kâfir olarak öldüğü takdirde" ifa­desi vardır.Mürted olan ama tevbe etmeden bu haliyle mürted olarak ölen kişinin amelleriboşa gidecektir deniyor. Kimi âlimleri­miz bunu tercih etmişler, yâni ancak buhaliyle tevbe etmeden ölen kişinin amellerinin boşa gittiğini söylemişler,kimileri de irtidat ettiği andan iti­baren tüm amellerinin boşa gittiğinisöylemişlerdir.

218:"Gerçekteniman edenler, hicret edenler ve Al­lah yolunda savaşanlar (yok mu?) işteAllah’ın rah­metini ümit edenler bunlardır. Allah çok bağışlayıcı ve merhametedicidir."

Allah’a,Allah’ın istediği biçimde iman edenler, bu imanlarını amele dönüştürüp pratizeetme imkânı bulamadıkları için, zulüm or­tamından kulluk ortamına hicret edenlerve imanlarını yaşamak üzere cehd ü gayret edenler, cihad edenler, işte Allah’ınyardımı ve rahmeti bunlarla beraberdir.

İman edenve imanlarını yaşayabilecekleri bir ortama hicret edenler. İman ve cihatlaalâkalı Bakara sûresinin önceki âyetlerinde epey bir şeyler demeye çalıştık.Burada inşallah hic­retle alâkalı da bir şeyler söylemeye çalışalım.

Allah’ınRasûlü ve beraberindeki müslümanlar, Mekke’li kâ-firlerin işkenceleri altındabunalmışlar, imanlarını yaşama imkânı bu­lamayınca evlerini, eşyalarını,mallarını, mülklerini bırakarak, öz va­tanlarını terk ederek, Allah’a kulluğuicra edebilecekleri Me­dine’ye hicret ettiler. Hicreti değerlendirirkenMekke’deki on üç yılı göz önünde tutmak zorundayız.

Allah’ın Rasûlü Mekke’de tek ba­şınaor­taya çıkmış ve çevresini Allah’a kulluğa davet ediyordu. Yapayalnızdı.Kimsesi yoktu, yardımcısı yoktu, desteği yoktu. Hanımı Hatice’ye so­rarAllah’ın Rasû-lü:"Kim inanır bana şimdi ey Hatice?" Şu yalnızlığı birtasavvur edin. Tebliğ için keşke öm­rümüzde bir kerecik biz de duyabilseydik bukaygıyı! Kim inanır şimdi bana? Dünya o ka­dar geniş ki! İnsan o kadar çok ki!İlişkiler o kadar girift ki! Kurulu dü­zen İslâm’dan o kadar uzak ki! Neresin­dentutsundu Allah’ın Rasûlü? Nereden başla-sındı işe?

"Kimsebana inanmazken o inandı!" derken, Hatice anamızı ne kadarsevdiğini anlıyoruz Rasûl-i Ekrem’in. Taştan adam ararken bir Ebu Bekir’in, birAli’nin kim bilir onu ne kadar sevindirdiğini anlamaya çalışıyoruz. Kavmininvurdum duymaz ke­sildiği, akrabaları­nın sağır bir duvar kesildiği günlerdeBilâl’in onu ne kadar mutlu etti­ğini anlamaya çalışıyoruz.

Çünkü o günlerde müslüman olmakgerçekten çok zor ve teh­likeliydi. Ben müslüman oldum demek, âdeta işkenceyeadaylı­ğını koymak gibiydi. Tek başına dünyayı omuzlamak isteyen bir Allah ne­bisineomuz vermek cidden büyük cesaret işiydi. Ama ba­kıyoruz ki Ebu Bekir ve Ali ozor günde, onun yanında yer aldıkları gibi daha sonra hicret esnasında dabunlardan birisi mutlak zarar göreceği, ya da kesinlikle öldürüleceği biryatağa uzanması, Rasulullah’ın yatağına girmesi, diğerinin de onunla berabergece yola koyulması gösteriyor ki; sanki hicretle ilk günler ucuca gel­mişti.

Hicretöncesi on üç yılın karakteri tebliğdi. Sosyal, eko­nomik, siyasal ve kültürelhayatı şirk çerçevesinde şekillenmiş bir toplum bünyesinde İslâm’ı tebliğ.

Bakıyoruz,on üç yıl Allah’ın Rasûlü kendi evinde, Allah’ın Ra-sulü Safa tepesinde,Allah’ın Rasûlü Ukaz’da, Allah’ın Rasûlü Kâbe-nin içinde, Allah’ın RasûlüErkam’ın evinde, pazarda, pana­yırda, deve güreşlerinin yapıldığı yerde, şiirmüsabakalarının ya­pıldığı mey­danda, taşradan gelen kervanların arasında,insanların toplandığı ça­dırların içinde. Eşine anlatıyor, akrabalarına anlatı­yor,ticaret için ge­lenlere anlatıyor, Mekke’li müşriklere anlatıyor, anlatıyor.Sonuna ka­dar mücâdelesini sürdürüyor. İşte hicret ön­cesinin ortamı budur. Muhammedİkbal der ki: "Binlerce yıldı­zın kanı akmadan şa­fak sök-mez!"

Hicretböyle bir dönemi yaşamanın sonucudur. Önce ina­nan, sonra bu inancı bütüncihana haykıran, inancını yaşama yo­lunda kar­şısına kâfirlerin çıkardığı tümengellemelere karşı sabre­den, inancın­dan ve bu inanca dayalı yaşamasındanvazgeçme­mek üzere direnen kişinin işidir hicret.

Hicret,tavır ortaya koymadır. İmanımızı, tavrımızı ortaya koy­maya çalışırken,konumumuzu değiştirmeye çalışırken şehrin tüm ka­pıları yüzümüze kapanmış,çevremiz inancımızı yaşama­mıza imkân vermeyecek duruma gelmişse, kendikafamızda planladığımız mekân değişikliği için seçtiğimiz Habeşistan pek el­verişliolmamışsa, acaba mı diye gittiğimiz Taif’ten kan revan içinde dönmek zorundakalmış­sak, o zaman Allah’ın bize de bir Medine lütfedeceğine inanacağız veişte o zaman mekân değişik­liği zorunlu olacaktır diyoruz.

Hicret,İslâm’ın yaşanmadığı bir mekândan İslâm’ın yaşan­dığı bir mekâna göçtür. Tabiibütün müslümanlardan muhacir ol­maları is­tenmez. Bazılarının da Ensâr olmalarıistenir, bunu hiçbir zaman unutmamalıyız. Mekke’deki Medine’ye hicret ederken,Me­dine’dekiler de biz de Mekke’ye hicret edeceğiz dememelidir yâni.

Hicret,kişinin bulunduğu konumdan, bulunduğu makamdan ay­rılmasıdır. Yaşadığınızşehir, oturduğunuz mahalle eğer kulluğu­nuza engel oluyorsa, Allah’a kulluğu becerebileceğinizbaşka bir ma­halleye gitmeniz hicrettir. İçinde bulunduğunuz arkadaş grubu,sizin Allah’a kulluğu icra etmenize engel oluyorsa, o arkadaş gru­bunu terkedip kulluğunuza yardımcı olabilecek başka bir arkadaş grubuna git­meniz hicrettir.Mesleğiniz Allah’a kulluğunuza engelse o mesleği terk edip başka bir meslekseçmeniz hicrettir. Dükkanın sebebiyle, çoluk çocuğun sebebiyle, okulun sebebiyleAllah’a kul olamadım mı diyor­sun, Allah’ın arzı geniştir, o ortamdan başka birortama hicret edersin.

Mü'min,eğer bulunduğu bölgede karısına söz geçiremiyor, ço­cuklarını eğitemiyorsa obölgeyi değiştirmek zorundadır.

Bulunduğumuzbir anlayıştan, bir yapıdan, başka bir ya­pıya, bulunmuş olduğumuz bir işdünyasından başka bir dün­yaya, müşrik­likten mü'minliğe ayrılmaktır. Baştaşirk olmak üzere tüm günahlar­dan, tüm haramlardan, Allah’ın menettiği herşey­denkaçan ve iyiye, doğruya yönelen herkes hicreti yaşamaktadır. Allah’ın Rasulübir ha­dislerinde bu hususu şöyle anlatır:

"Fitneve bozgun içinde ibâdet, bana hicret etmek de­mektir."

(MüslimFiten 130)

Zira hicretteki temel hedef,İslâm’ın yaşanmasıdır. Bulun­duğu yerde de aynı şeyi yapan kişi, aynı amaçiçinde demektir. Haramları terk etmek, vatanı terk etmek kadar zordur.Günümüzde haramlara o kadar alışılmıştır ki, onları terk etmek çok zordur. Özelliklekurumlaş­mış günahlar.

Hicretbazen toplumun içindeyken, toplumdan etkilenme­meyi becerebilmektir. Allah’ınResûlüne Mekke’de ilk gelen âyetler bunu anlatıyordu:

"Peygamberim!Onlardan güzellikle ayrıl!"

(Müddessir10)

Bakıyoruzki, bu hicret emrini alan Allah’ın Rasûlü Mekke’yi terk etmedi, toplumdan irazedip onlarla tamamen ilişkilerini kes­medi. Toplumun içindeyken toplumdan etkilenmemektüründe bir hicret ger­çekleştirdi Allah’ın Rasûlü. Toplumun anlayışlarından,düşüncelerin­den, kültürlerinden, kültür evlerinden, örf ve âdetle­rindengüzellikle ayrıl peygamberim! diyordu Rabbimiz. Giyim ku­şam anlayışın onların­kindenfarklı olsun! Düğün anlayışın, okuma anlayışın, mala bakışın, ikram anlayışın,kazanma harcama anla­yışın, hâsılı tüm anlayışların onlarınkinden farklı olsun!diyordu Rabbimiz. Bu tip bir hicret, kıya­mete kadar devam edecektirmü'minlerin hayatında.

Öyleysebizler toplumun içindeyken, toplumdan etkilenme­me-ye çalışacağız.Babalarımızın yanlışlarından, analarımızın huy­suzluk-larından, toplumun gayriİslâmî tarzı telakkilerinden, kom­şularımızın ahlâksızlıklarından veya bizeempoze edilen İslâm dışı ha­yat programlarının tümünden hicret edeceğiz.

Eğer bütün bu âyetleri amel etmeküzere okuyorsak, hayatımı-za aktarmak üzere dinliyorsak, buraya bunun içingeliyorsak o zaman biraz biraz ta­şınalım bulundu­ğumuz ortamlardan. Ayrılalımbulunduğumuz alanlardan. Meselâ hangi alandaydık? Mal mülk alanında mıy-dık?Moda ortamında mıy­dık? Ekran alanında mıydık? Neredeydik? Nereyeyerleştirmiştik ken­dimizi? O yerleşim alanlarımızı İslâm’ın istediği yerleşimalanlarına değiştirelim, hicret edelim inşallah.

Evet,âyet-i kerîmede önce iman, sonra hicret, daha sonra da cihad ve zaferingeldiğini görüyoruz. İmanını tam olarak yaşa­mak için hicreti ve cihadı gözealamayan, malını, evini, vatanını, işini, aşını, ko-numunu, statüsünü, kavmini,kabilesini terk etmeyi göze alamayan bir İslâm topluluğunun muzaffer olması vegerçek İslâm’ı yaşaması da asla mümkün olmayacaktır.

219:"Peygamberim!Sana hamr (içki), meysir (ku­mar) den soruyorlar. De ki:" Her ikisinde dehem bü­yük günah hem de insanlar için birtakım faydalar var­dır. Lâ­kin onlarıngünahları faydalarından daha bü­yüktür. Pey­gamberim! Yine sana neyi infakedeceklerini soruyorlar. De ki ihtiyacınızdan fazlasını verin! Allah sizeâyetlerini böylece açıklar ta ki düşünüp ibret alası­nız."

Kur’an-ıKerîmde bu âyet içki, kumar ve şans oyunlarıyla il­gili verilen ilk emirdir. Builk âyette, bu ikisinin iyi olmadıkları anlatı­lıyor. Bu âyet, bunların kesinharam olduklarına dair ilerde gelecek âyetlere giriş teşkil etmektedir. İçkibelli merhaleler sonucunda haram kılınmıştır. Bu ko­nuda ilk gelen âyet-ikerîme şudur:

"Hurmabahçelerinin ve üzüm bağlarının meyve­lerin­den hem bir sarhoşluk verici şeyçıkarırsınız hem de güzel bir rızık."

(Nahl: 67)

Âyetigelmiş. Bu âyet-i kerîmesinde Rabbimiz içkinin ha­ram ol­duğunu bildirmemekleberaber, diğer rızıklar için kullandığı güzel ifa­desini kullanmamıştır. Bukadarcık bir işareti kavrayan sahabenin bir kısmı içkiyi terk ettiler, ama yineiçmeye devam edenler de vardı. Sonra ikinci merhalede Bakara sûresindeki buâyet-i kerîme geldi.

Burada sorusoran Hz. Ömer, Hz. Muaz ve beraberlerin­deki bir kısım sahabeydi. GelmişlerAllah’ın Resûlüne ve:

"EyAllah’ın Rasûlü! Bize içkiyle alâkalı bir şeyler söyle! Biz bunlardan çokrahatsız oluyoruz! İçki aklı giderdiği için çok çirkin şeyler oluyor! Bu konudabize bir şeyler demeyecek misin? Bir fetva vermeyecek misin?" deyince,işte bu âyet-i kerîme nazil oldu. Pey­gam-berim sen de ki onlara; içki ve kumardahem büyük günah vardır hem de insanlara birtakım faydalar vardır. Bu âyet-ikerî­mede içkinin ya-saklığı belli olmakla birlikte, caiz olma ihtimali de yokdeğildi. Bu ka-darcık bir açıklamayla da olsa sahabeden pek çoğu da içkiyi terketti. Ama kesin yasak olmadığı için içenler de vardı.

Sonrasahabe arasında cereyan eden bir namaz olayı gerçekleşti. Sahabe şuuru yerindeolmadığı için manayı bozacak, hattâ imanı tehlikeye düşürecek bir şekilde âyetiyanlış okudu ve he­men bu olayın akabinden:

"Ey imanedenler! Sarhoş olduğunuz halde na­ma­za yaklaşmayın!"

(Nisâ: 43)

Âyeti naziloldu. Buradaki emrin biraz daha sertleşmesin­den sonra sahabe arasında içkiyiterk edenlerin sayısı artarken, içmeye devam edenlerin sayısı da yok denecekkadar azaldı. Bir ara içki yü­zünden pek çok densizliklerin yaşandığındanrahatsız olan Sa’d Bin Ebi Vakkas, Rasulullah’a gelerek şikâyette bulun­muş veAllah’ın Ra-sûlü de:

"Allah’ım!Şarap hakkında bize yeterli beyanda bu­lun!"

Diyerek duaetti ve hemen arkasından Mâide sûresindeki:

"Eyiman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (put­lar) fal ve şans okları birerşeytan işi pisliktir. Bun­lardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz...."

(Mâide: 90, 91)

Âyeti inmişve böylece kesin olarak şarabın haramlığı or­taya konmuş ve bunu duyan Hz. Ömerde:

"Vazgeçtikya Rabbi! Vazgeçtik ya Rabbi!"

diyehaykırmaktan kendisini alamamıştır. Rasulullah’ın mü­nadi­sinin ağzından buâyeti duyan müslümanlar, şarap kadehini ağızlarına götürmek üzereyken hemenyerlere atmışlar, küpleri dök­müşler ve bu işten vazgeçmişlerdir. Damarlarınakadar alkolik olmuş insanlar, bir anda Allah’ın emrine uyup içkiyi terkediverdiler. Hattâ Hz. Ali Efendimiz:

"VallahiRabbimin bu emrini duyduktan sonra bir tarlaya bir damla içki düştüğünü bilsem artıkben o tar­laya tohum atmam! Kesinlikle o tarladan mahsul kaldır­mam"

diyordu.Bir başka sahâbe de:

"İçki kadehine değen elimi keser atarım! Onu bir uzuv olarakbünyemde taşımam!"

diyordu.Evet, düne kadar alkolik olan bu insanlar, bir anda İs­lâm’la tanışır tanışmazdeğişiyorlardı.

Hamrkelimesi örtmek anlamına gelir. Şarap da aklı örtüp bü­rü­düğü için, aklıdumanladığı için ona da hamr denmiştir. Sar­hoşluk verici, aklı örtücü, aklıgiderici, şuuru yok edici herşey hamrdır. Bunla­rın haramlığı için sarhoşlukverecek derecede ol­maları gerekmez, damlası bile haramdır. İçilmesi haramolduğu gibi, alınıp satılması da haramdır. Allah’ın Rasûlü Buhârî’deki birhadislerinde şöyle buyurur:

"Hersarhoşluk veren şey haramdır."

(Buhârî Edep 80)

Yine başkabir hadislerinde:

"Çoğusarhoşluk veren şeyin azı da haramdır."

(Ebu DâvûdEşribe 5)

Meysir,kolaylık anlamına gelen yüsür veya yesar kelimesin­den gelir. Meysir zahmetsizve kolayca mal elde etmek demektir. Veya zar gibi ne olacağı belli olmayan tehlikelibir şeye bağlanarak mal vermek ve almak demektir. Araplar nerd (tavla) satrançvb. gibi oyunlarla kumar oynarlardı. Rabbimiz buyurdu ki:

Deki bunlarda büyük zararlar ve günahlar vardır. Her ikisi de akılları ve mallarıtelef eden, insanları perişan eden şeylerdir. Ama bununla beraber bu büyükzararlarının ve günahlarının ya­nında:

Bunlardainsanlar için bazı ufak tefek faydalar da vardır. İn­san­lar bunlar sayesindebelki biraz neşe, biraz geçici lezzet du­yabi­lirler. Korkaklara içkinin geçicibir cesaret vermesi gibi biraz menfaat sağlayabilirler. Ama:

Bilesinizki bunların zararları faydalarından, günahları sağla­dık­ları menfaatlerindençok daha büyüktür. Sağladıkları neşe ve lez­zetler gelip geçici olduğu haldetevlid ettiği zararlar hem ki­şisel hem de toplumsal olmak üzere çok korkunçboyutlara ulaş­maktadır. Tıpkı bulaşıcı hastalıklar gibi toplumun her kesiminisarma özelliği taşı­mak-tadırlar. Sadece müptelalarını değil, doğa­caknesilleri de zehir­leme istidadına sahiptirler.

İçki içerekaklını ve iradesini iptal eden kişi, Allah’ın insan olma özelliği olarakkendisine verdiği en büyük nîmetlerden biri olan aklını felce uğratmış ve birnoktada insanlıktan çıkmış de­mektir. Aklı olmayan bir adamın yapamayacağı birşey yoktur. Bu adam, şunu şu-nu da yapabilir mi demek zaittir. Adam da öldürür,karısını da bo­şar, çocuklarını da keser, dinden de çıkar. Şeytanın elindeoyuncak olmaktan kurtulamaz bu adam.

Meysir(Kumar) pek çok oyunları içine alan geniş kapsamlı bir ifadedir. Genel olaraktaraflardan birinin kaybetmesinin, ötekisi­nin de kazanmasının söz konusuolduğu herşey, her oyun ku­mardır ve ha­ramdır. Piyango, loto, toto, atyarışları, tavla, satranç, iskambil gibi oyunların tamamı kumardır. Yenen kazanır,yenilen kaybeder teme­line dayanan tüm oyunlar da kumardır ve haramdır.

Buhârî’deAllah’ın Rasûlü:

"Tavlave satrançtan sakının! Çünkü onlar acemle­rin kumarıdır."

Buyurur (Buhârî Edeb’ül müfret)

Yine EbuDâvûd ve İbni Mace’deki bir hadislerinde de:

"Kim tavla oynarsa Allah ve Resûlü’nekarşı gel­miş­tir."

Buyurur.Rabbim bu iki belâdan mü'minleri korusun inşal­lah.

(İçki ilealâkalı bir soru soruldu)

Bu konudaepey söz ettik, ama sorulan soru üzerine biraz daha söz edelim:

Ayettegeçen hamr kelimesini fakihlerin çoğu aklı gideren bütün içkileri kapsamınaaldığını söylemişlerdir. Hanefiler hamrı şöyle izah etmişlerdir: Köpüklenipkuvvetlenen yaş üzüm suyu, yalnızca bu tür içkilerin ismi hamr'dır Bunun dışındakisarhoşluk veren içkiler hamr kelimesinin şümûlüne girmez. Bu tür içkilersarhoşluk verdiği için hamr'a kıyasla haramdır Fakihlerin çoğunluğu, sarhoşlukveren bütün içeceklerin azının da çoğunun da haram olduğunu ve hamr kelimesininkapsamına dahil olduğunu söylemişlerdir.

İslâm'danönce ve İslâm'ın ilk devirlerinde, câhiliye Arapları içki içer ve bunu hayatınbir parçası gibi görürlerdi. İslâm beş şeyin korunmasına büyük önem vermiştir.Bunlar: Akıl, sağlık, mal, ırz ve dindir. İçki içen kimse bu beş unsuru dakoruyamaz duruma düşer. Amerika'da içki aleyhtarlarının kurduğu bir teşkilatyeryüzünde ilk defa içkiyi kimin yasakladığını araştırır. İlk yasağın Hz.Muhammed tarafından ortaya konulduğu anlaşılınca O'nun hatırasına New York'ta"Muhammed Çeşmesi adını verdikleri bir âbide yaptırırlar.

"Hersarhoşluk veren şey şaraptır ve her sarhoşluk veren şey haramdır. Bir kimseşarabı dünyada içer de ona devam üzere iken Tövbe etmeden ölürse âhiretteKevser şarabını içemez"

(Müslim,Eşribe, 73).

"Çoğusarhoşluk veren şeyin azı da haramdır"

(el-Askalânî,Bulûgu'l Merâm, Terc. A. Davudoğlu, lV, 61 vd.).

Hz.Peygamber'e ilaç için şarap yapmanın hükmü sorulunca; "Şüphesiz şarap deva(ilâç) değil aksine derttir"

(el-Askalânî,a.g.e, IV, 61).

"Ümmetimdenbir takım kimseler, çeşitli adlar koyarak içki içeceklerdir" (el-Askalânî,a.g.e, IV, 61).

Bunagöre insana aklını kaybettiren ve onu iyi ile kötüyü, hayırla şerri ayıramazduruma getiren her şey içki sayılır. Sıvı veya katı olması sonucu değiştirmez.Afyon, eroin ve benzeri bütün uyuşturucular aynı niteliktedir. Çünkü bunlarıkullanan kişilerde aklın fonksiyonları değişir; uzağı yakın, yakını uzak görür;olağan şeylerden ayrılarak, olmayan ve olmayacak şeyleri hayal etmeye ve rüyalardenizin-de yüzmeye başlar. Bazı uyuşturucular da vücûdu durgunlaştırır, sinirleriuyuşturur, ruhsal çöküntülere yol açar, ahlâkı düşürür, iradeyi zayıflatır veferdi topluma faydasız hâle getirir.

İşteİslâm dini, fert ve toplum için faydalı olan şeyleri emrederken, zararlıolanları da yasaklamıştır. İslâm'ın yasakları tıp tarafından incelendiğinde,bunların fert ve toplum yararına olduğu görülür. Nitekim, içki ve domuz eti gibiyasaklar ilmin ve tıbbın süzgecinden geçirilmiş, nice maddî ve mânevi zararlarıuzmanlarca açıklanmıştır.

İslâm,içkinin içilmesini yasakladığı gibi, müslümanlar arasında ticaretini deyasaklamıştır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Peygamber (s.a.s) içkikonusunda on kişiyi lanetlemiştir: Sıkan, kendisi için sıkılan, içen, taşıyan,kendisi için taşınan, içiren, satan, parasını yiyen, satın alan ve kendisi içinsatın alınan..."

(Tirmizî,Büyû', 59; İbn Mâce, Eşribe, 6).

Ancakgünümüz müslümanları, İslâm’ın birçok hükmünü eğip büktükleri gibi, içkikarşısındaki duyarlılığı da yitiriyorlar. İslâm’ın yasakladığı ve hoş görmediğibirçok davranış Batı kültürünün etkisiyle onların da hayatına giriyor. Fâizemüslümanlardan bazıları başka bir isim vererek, bazıları câiz diye fetvâvererek, kimileri de günahını önemsemeyerek fâiz alıp veriyorlar. Kumara; toto,loto, piyango, at yarışı, sayısal, şans oyunu deyip takılıyorlar. Tesettüre;çağdaşlık, moda, kamusal alanda yasak deyip uymuyorlar. Bunun gibi bazıları daiçki içmeyi, neredeyse kişiliği tamamlayan, normal bir davranış olarak kabuletmektedir. Peygamberimiz buyuruyor ki: “Ümmetimdenbir grup, ‘hamr’ı (sarhoşluk veren içecekleri) kendi taktıkları bir adla helâlkılmaya çalışırlar.” (Dârimî, Eşribe 8, hadis no: 2106)

Rabbimizyeryüzünde bizim faydalanmamız için bir yığın helâl rızık yaratmışken, insanınkendine zararlı bir şeyi yiyecek veya içecek olarak seçmesi, ondan zevk almasıakıl dışı bir olaydır. Ne yazık ki, Allah’a kulluk etmeyi hayatlarından çıkaranlariçin ne içki yasağının, ne de diğer yasak ve emirlerin bir anlamı vardır.Bunlar canlarının istediğini yapmaya çalışırlar. Hoşlandıklarını yaparlar dayeryüzünü if-sâd ederler (bozarlar), azgınlaşır, haddi aşarlar, zâlim vemüstekbir olurlar. Yeryüzünü yaşanmaz hale getirirler. Hamr içmekle, önce insanınaklı, doğal işlevini kaybeder. Akılla beraber din konusundaki duyarlılık dagider. Sarhoşların nesilleri de içki içmenin zararını görürler. İçki içmekleişlenen cinâyetlerin, verilen zararların, batan ocakların, yitirilen şereflerinsayısı belli değildir. O yüzden Peygamberimiz; “İçki bütün kötülüklerin anasıdır” (Nesâî, Eşribe 44) buyurmuştur.

İslâm,içki yasağını bir iman meselesi olarak ele alıyor.

“Allah’a ve âhiret gününe imaneden hamr içmesin, Allah’a ve âhiret gününe iman eden içki içilen sofraya oturmasın.”,“Hamr içenin kalbinden iman nuru çıkar.”, “Üç kişi cennete giremez: Deyyus(karısını kıskanmayan), erkekleşen kadın ve içki düşkünü.”

(Kütüb-üSitte, 8/169)

Hz.Peygamber (s.a.s.) zamanında sarhoş için belli bir ceza yoktu. Tutuklanıpmahkemeye çıkarılan suçlu ayakkabılarla dövülür, tepiklenir, yumruklanır, çomaklanırve kırbaçlanırdı. Bu suç için verilen cezanın en yüksek miktarı kırk kırbaçtı.Hz. Ömer'in (r.a.) halifeliğinin ilk günlerinde de aynı ceza uygulanıyordu.Fakat o suçların arttığını görünce, diğer sahabelere de danışarak cezayı seksenkırbaca çıkardı.

İmamMalik, İmam Ebu Hanife ve bir rivayete göre İmam Şafiî de aynı görüşteydiler.Fakat, İmam Ahmed b. Hanbel ve bir başka rivayete göre İmam Şafiî, içki içmenincezasının kırk kırbaç olduğu fikrindedir. Hz. Ali (r.a.) de kırk kırbacı kabuletmiştir. İslam fıkhına göre, yasağın üzerinde durmak İslâm Devleti'ningörevidir. Nitekim, Hz. Ö-mer (r.a.) zamanında Beni Sakif kabilesinden Ruveyşidadlı bir adamın dükkanı, içinde gizlice şarap üretilip satıldığı içinyakılmıştır. Başka bir seferinde ise, şarap sattıkları için bir köyüyaktırmıştır.

(Tefhîmu’lKur’an, Mâide, 90. âyetin tefsiri).

"Allah Teâlâ hastalığı dailacı da indirmiştir. Ve her hastalığa bir ilaç var etmiştir. Öyleyse tedâvi olun.Ancak haram olan şeyle tedâvi olmayın."

(EbûDâvud, Tıbb 11, hadis no: 3874)

“Allah sizin için haramkıldıklarında şifâ yaratmamıştır.”

(Tâc, c. 3, s. 212)

İçki,sadece içene zarar vermekle de kalmaz; İçki içmenin toplumsal ve psikolojikyönleri bulunmaktadır. Çünkü içki, bireyin âilevî, sosyal ve meslekî faâliyetleriniönemli ölçüde aksatmaktadır. Alkol bağımlısı olan kişilerde sinir sistemiişlevinde birçok bozukluklar ortaya çıkmasına bağlı olarak şizofreni veduygusal bozukluklar meydana gelmektedir. Aynı zamanda da, alkolik olan kişinin;işini, âilesini, yaşamını kaybedebildiği, alkolik kadınlarda ise, çocuğunözürlü veya sakat doğurma ihtimalinin çok yüksek bir düzeyde olduğu ve büyükoranda streslere yol açtığı da tespit edilmiştir.

"Peygamberim!Yine sana neyi infak edeceklerini so­ruyorlar. De ki ihtiyacınızdan fazlasınıverin! Allah size âyetlerini böylece açıklar, ta ki düşünüp ibret alası­nız."

a: Nasılinfak edeceklerini, kimlere infak edeceklerini soru­yor­lar bir.

b: Bir deneyi infak edeceklerini soruyorlar.

Sorununbirinci şıkkını yukarıda anlatmıştı Rabbimiz. Yâni kim­lere infak etmelerigerektiği önceki âyette anlatılmıştı. Sorunun ikinci şıkkına gelince, buyururki Rabbimiz:

Peygamberimde ki; ihtiyaç fazlasını infak edin! Kendinize, ehli­nize ihtiyacınız kadarınıbırakın gerisini infak edin! diyor Rabbimiz. Peki ihtiyaç nedir? Ne kadardırihtiyaç? İşte burada curcuna başlıyor. İhtiyaç kişiye yetecek kadar miktardırya, işte burada problem başlı­yor. Yetecek kadar. Efendim bu devirde aylık ellimilyon da gelse yet-miyor yâni demeye başlıyor müslümanlar. El­bette ihtiyaçfelsefe­mizi İslâm değil de kendimiz belirlemeye kal­karsak yetmeyecektir.Böyle bir hayatı yaşarken de infak edecek bir şeylerimiz kalmayacak­tır. Meselâüç beş yüz milyonluk bir evde oturma imkânımız varken beş on milyarlık bir evdeoturuyorsak el­bette infak edecek bir şeyimiz kalmayacaktır. İki üç milyarlıkbir arabaya binmeye kalkıyorsak, el­bette infak imkânımız kalmaya­caktır.Normal bir ailenin bir yılda yiye­bileceği bir miktarı evimizde bir aydatüketmeye çalışıyorsak elbette infak im-kânımız kalmaya­caktır. Ama eğeryetecek kadar bir hayatı yâni Allah ve Rasülünün belirlediği bir hayatıyaşıyorsak, elbette bizim de infak edebilece­ğimiz bir şeylerimiz olacaktır.

Yetecekkadar bir hayat; Allah ve Resûlü’nün istediği bir hayat­tır. Onun dışındakihayat ise ihtiyaçsızlığın ihtiyaç haline getiril­diği bir hayattır. Evimize,kendimize yapacağımız harcamala­rımızı asgariye indirebilmeliyiz ki, harcamalarımızıkısarak israfı önlemeliyiz ki bizim de infak edecek bir şeylerimiz olabilsin.Elbiselerimiz eskiyince bir yenisini alacaksanız, öbürünü tasadduk edin. Allah’ınRasûlü Hz. Ai-şe’ye şöyle buyurur:

"EyAişe eski elbiseni tasadduk et ve hiçbir zaman gu­rurlanma!"

Bir sahâbegeliyor Rasulullah’a: Ya Rasûlallah biz evde yiye-ceğimizi yetiştiremiyoruz! Geçinemiyoruz!Rızkımız yetmiyor! Darlık ve sıkıntı içindeyiz! Bizim rızkımızın bize yetmesiiçin, bu darlıktan kurtulabilmek için bize ne tavsiye edersin ey Allah’ın Rasûlü?Deyince, Rasûl-i Ekrem:

"Galibaevde ayrı ayrı kaplardan yiyorsunuz. Öyle yapmayın hepiniz tek kaptanyiyin" Buyurur.

220:"Dünyave âhiret konusunda düşünüp en iyi­sini alın. Peygamberim bir de sanayetimlerden soruyor­lar. De ki onlar hakkında ıslahta bulunmak (mallarını korumak)sizin için daha hayırlıdır. Eğer onlara karışır­sanız onlar sizin dinkardeşlerinizdir. Allah bozguncuyu ıslahçıdan ayırır. Eğer Allah dileseydi sizibu konuda mutlaka sarpa sardırırdı. Şüphesiz ki Allah Azîzdir ve hikmet sa­hibidir."

Hem dünya hem de âhiretinizi düzenleyesinizdiye, hem dünya hem de âhiret işlerinde iyi davranasınız diye Allah sizeböylece âyet­lerini açıklıyor. Öyleyse bu din ne sadece dünyaya ne de yalnızcaâhi-rete mahsus bir dindir. Sadece âhiretle alâkalı ko­nuları anlatan, dünyaişlerine karışmayan bir din değildir. Hem dünya hem de âhiret işlerinidüzenlemek için gelmiş bir dindir.

"Peygamberim,bir de sana yetimlerden soruyor­lar. De ki; onlar hakkında ıslahta bulunmak(mallarını koru­mak) sizin için daha hayırlıdır. Eğer onlara karışır­sanız,onlar sizin din kardeşlerinizdir."

Buradamüslümanlar yetimlerle olan ilişkilerinin nasıl ola­cağı ko­nusunda onlarınmalları, eğitimleri ve terbiyeleriyle alâkalı nasıl davranacakları konusundasorular soruyorlardı. Gerçekten de yetim­ler, müslümanların vicdanlarındaönemli bir problem oluşturuyorlardı. Müslümanlar, yetimler konusunda günahagire­cekleri korkusuyla on­larla yakın ilişkiye girmekten çekiniyorlardı. Çünküdaha önce bu ko­nuda gelen Nisâ sûresindeki âyet onları ürkütmüştü.

"Yetimlerinmallarını haksızlıkla yiyenler, karınla­rına sadece ateş dolduruyorlar ve yarınonlar çılgın ateşe atılacaklardır."

(Nisâ: 10)

İşte buâyet geldikten sonra müslümanlar onların mallarına el sürmekten korktular.Yetimlerle beraber olmaktan, onlarla bir­likte ya­şamaktan, yiyip içmekten,onların mallarıyla ve işleriyle il­gilenmekten çok korktular, gelip Allah’ınResûlü’ne bu konuda onlara karşı nasıl davranacaklarını sordular. Bunun üzerineRabbimiz buyurdu ki: On­larla ilgilenmek, onların durumlarını dü­zeltmek, onlarıneğitimleriyle, ahlâklarıyla ilgilenmek, onları ıslah etmek daha iyidir. Çünküyetimler toplumun yanında Allah’ın emanetleridirler. Müslümanların görevi bu emanete,emanet sahibi olan Allah’ın istediği biçimde davranmaktır. Onlarla yakın ilişkiiçine girmekten korkan müslümanlara Rabbimiz buyurdu ki; onlar sizin dinkardeşlerinizdir. Onlarla ilişkiye girip, onla­rın dünya ve âhiret işlerini ayarlamanızsizin hakkınızda daha hayırlı­dır buyura­rak müslümanları bu konuda teşvikediyordu. Onları ara­nıza alır, onlarla birlikte yaşarsanız, onların mallarınıkendi mallarını­zın içine katar ve onların da kazanmalarını sağlarsanız yânionların işleriyle ilgilenirseniz, sizin hakkınızda bu çok hayırlıdır çünkübilesi­niz ki onlar, sizin din kardeşlerinizdir buyuruyor Rabbimiz. Ama:

"Allahbozguncuyu ıslahçıdan ayırır."

Onlarlailgilenirken, onların mallarını kendi mallarınızın içine ka­tarken, onlarıistifade ettirmek için mi yapıyorsunuz, yoksa siz on­lardan istifade mi etmekistiyorsunuz? bunu Allah ayıracak­tır.

"EğerAllah dileseydi, sizi bu konuda mutlaka sarpa sardırırdı. Şüphesiz ki Allah,azîzdir ve hikmet sa­hibidir."

Yâni din,kolaylık dinidir. Bu din zorluk dini değil kolaylık dini­dir. Allah dilemişolsaydı sizin işlerinizi zorlaştırırdı, ama bilesiniz ki Allah sizin içinkolaylık murad ediyor, zorluk dilemiyor. Allah ko­laylık olsun diye yetimlerinmallarıyla kendi mallarınızı katıp karış­tırmada size izin verdi. Artık bukonuda sizin için herhangi bir sa­kınca kal­madı. Yetimin malıyla kendimallarınızı karıştırıp, onun malı kadar ona da bir kazanç sağlayabilirsinizbuyurdu. Peygam­berimiz de yetimler konusunda şehâdet parmağıyla orta parma­ğınıbirleştirerek şöyle bu­yurdu:

"Benve yetime yardım eden kişi cennette işte şöy­lece beraberiz" Buyurur.

Yetim,babası olmayan demektir. Henüz buluğ çağına gelme­den babasını kaybetmişçocuklara yetim denir. Veya babası baba ola­rak vardır, ama her gece eve sarhoşgelip giden çocuklar da yetimdir. Babası anası tarafından kitap ve sünnetle tanıştırıl­mamıştüm çocuk­lar yetimdir. Ve bilelim ki yetimlerin doyurulması gereken üç bölgesivardır. Kafa, kalp ve mide. Kendi çocuklarımız da dahil piyasadaki tüm yetimlerinbu üç bölgelerini doyurmak zo­rundayız. Kafa Allah’a götürücü bilgiyle doyurulmalıdır,kalp Al­lah’a götürücü imanla doyu­rulmalı, mide de Allah’ın helâl kıldığırızıkla doyurulmalıdır. Karşımız­daki yetimlerin sadece midelerini doyurunca işbitti zannetmeyelim, onların öteki bölgelerini de do­yurmayı sakın ihmaletmeyelim inşallah.

221:"Müşrikkadınları, onlar iman edinceye kadar nikâhlamayın. İman eden bir câriye, müşrikbir kadın­dan; bu müşrik her ne kadar hoşunuza gitse de daha ha­yırlıdır.Müşrik erkekleri iman edinceye kadar mü'min kadınlarla nikâhlamayın. İman edenbir köle, müşrik bir erkekten; bu sizin hoşunuza gitse de daha hayırlıdır. Onlar(o müşrik erkek ve kadınlar) ateşe çağırırlar, Al­lah ise izniyle cen­nete vemağfirete çağırır. O âyetlerini insanlara açıklar, umulur ki düşünüp ibret alırlar."

Rabbimiz buâyet-i kerîmesinde mü'minlerin kesinlikle onlar iman edinceye kadar müşrikkadınlarla evlenmelerinin mümkün ol-madığını anlatır. Haram olduğunu anlatır.Çünkü câriye bile olsa mü-mine bir kadın, güzelliği hoşunuza gitse de müşrikbir kadından daha hayırlıdır. Mü'mine bir câriye her zaman için bir kâfiredenhayırlıdır. Çünkü onlar sizi ateşe, yâni cehenneme çağırırlar.

Bu türevlilikler mü'minleri günah ve şirk yollarına götürebi­lir. Mü'min bir kocanınmüşrik bir kadını ve ondan doğacak ço­cuklarını İslâm’a, imana kazandırması nekadar mümkünse, müş­rike bir kadı­nın kocasını ve çocuklarını aynı şekildekulluktan, imandan uzaklaştı­rıp şirke götürmesi de mümkündür. Bir de ay­rıcaaynı ailede hem İs­lâm hem küfür birlikte yaşanır olabilir. Koca İslâm’ı, kadında şirki ya­şatmak için mücâdeleye devam edebilir. Evde böyle bir çatışma ya­şanabilir.

Ve böyle bir çatışma ortamındaevdeki çocukların şahsi­yetleri ve İslâmî yapıları sarsılabilir. Bir gayrimüslim belki bunu kabullenebi­lir. Ama bir müslümanın böyle bir şeyikabullenmesi asla mümkün de­ğildir. İslâm’a inanmış bir kimse, sadece şehvetinitatmin adına böyle bir riskin altına giremez. Bu kadınlar diledikleri gibidavranma, doğa­cak çocukların akidelerini bozma, kocasının kontrolü altınagirmeme gibi durumlar söz konusu olabilir. Böyle müşrik bir kadına bir müslü-managösterilebilecek sevginin göste­rilmesi, kâfire velâ anla­mına gelir ki; Allahkorusun bu da küfürdür. Bir kâfirin, mü'minin se­vilmesi gibi sevilmesi küfürdür.Bidâyette müslümanlar müşrik kadınlarla evlenebiliyorlardı. Mekke döneminde bukonuda bir yasaklama gelmemişti. Nihâyet Me­dine döneminde bi'setten 19 yıl sonrabu evlilikler sona er-dirilmiştir. 19 yıl sonra müşrik kadınları nikâhlarıaltında tutan erkekle­rin, onları nikâhlarından çıkarmaları emredilmiştir.Mümtehine sû­resi-nin 10. âyeti şöyle buyurur:

"Kâfirkadınları nikâhınız altında tutmayınız!"

(Mümtehine 10)

Bu âyet-ikerîmede Mekke döneminde caiz olan bu evlilik­ler ta­mamıyla sonaerdirilmiştir. Âyet-i kerîmede zikredilen müşrik ifadesi ehl-i kitabındışındaki müşrikleri kapsamaktadır. Çünkü ba­kıyoruz ki Kur’an-ı Kerîmde pekçok âyette müşriklerle ehl-i kitap ayrı ayrı zikre­dilmektedir. Bu âyet-ikerîmede müşrikler umumî olarak zikredilmiştir. Ama Mâide sûresinin 5. âyet-ikerîmesi ehl-i kitap kadınlarla evlen­meyi tahsis etmiştir. Yâni Bakarasûresindeki bu âyetin hükmünü tah­sis buyurarak, ehl-i kitap kadınlarla evlen­meyicaiz kılmıştır. Bakın âyet-i kerîmede şöyle buyuruluyor:

"Bugüntemiz ve pak nîmetler size helâl kılındı. Ken­dilerine kitap verilenlerinyemeği size helâl kılındığı gibi sizin yemeğiniz de onlara helâldir. Mü'minkadın­lar­dan hür ve iffetli olanlar ile sizden evvel kitap veri­lenler­denyine hür ve iffetli kadınlar da iffetlerinizi mu­hafaza ederek onlarla zinadabulunmaksızın ve gizli dost tutmak­sızın kendilerine mehirlerini verip nikâhla­dığınıztakdirde size helâl kılınmıştır."

(Mâide: 5)

Bu âyet-ikerîmenin ifadesine göre, ehl-i kitap kadınlarla ev-lenmenin caiz olduğunuanlıyoruz. Bakara sûresindeki bu müşrik ifa­desi, bu âyetle tahsisbuyurulmuştur. Bakara’daki bu âyetin, Mâi-de’deki bu âyeti nesih etmesi demümkün değildir. Çünkü Mâide sû­resinin bu âyeti, Bakara sûresinin bu âyetindensonra nazil olmuştur. Bundan ötürüdür ki Bakara sûresinin bu âyeti nesih et­mesimümkün değildir.

Demek kiehl-i kitap kadınlarla evlenmek, ancak onlar iffetli ol­maları, zinayapmamaları veya gizli dost tutmamaları şartıyla mubah kılınmıştır. DönemindeHz. Ömer bunu yasaklamıştır. Ehl-i kitap ka­dınlarla müslüman erkeklerinevlenmesini yasaklamıştır. Sahabeden bir kısmı gelip: Ne yapıyorsun ey Ömer?Kur’an’ın müsaade ettiği bir şeyi sen mi yasaklıyorsun? diye itiraz etmişler.Hz. Ömer onlara şöyle cevap verir:

"Sizlergüzelliklerinden ötürü onlara meylediyor­su­nuz. Siz onlarla evlenince demüslüman kızlar bekar kalı­yor. İşte bundan ötürü sizin ehl-i kitap kadınlarlaevlen­menizi yasaklıyorum."

Bilhassaeviyle ve çocuklarıyla ciddi bir biçimde ilgileneme­ye­cek durumda olanlarınehl-i kitap kadınlarla evlenmeleri çok tehlikeli­dir. Ben Avrupa’da böyle hemkendisini, hem çocuklarını mahvetmiş, hıristiyanlaşmış yığınlarla insan gördüm.Mü'min kar­deşlerimizin bu konuda çok dikkat etmeleri gerektiğine inanıyo­rum.

Allah’ınRasûlü Bir hadislerinde:

"Kadındört şeyinden dolayı nikâhlanır. Malı, gü­zel­liği, soyluluğu ve dini için. Sizdini güzel olanı tercih edin!"

Buyurur. Öyleyse evlenebilecekmü'min bir kadın mevcut ol­duğu müddetçe başkalarının tercih edilmesi mümkündeğildir. Bir de mesele sadece müşrik ve ehl-i kitapla da sınırlı değildir.Kur’an’a inandığını iddia ettiği halde: Ben ateistim! Ben laiğim! Ben komü­nis­tim!Ben demokratiğim diyen bizim ehl-i kitaptan kadınlarla da evlen­mek haramdır.

Âyetinikinci bölümünde de buyuruluyor ki:

"Mü'minkadınları da onlar iman edinceye kadar müşrik erkeklerle evlendirmeyin. İmaneden bir köle müş­rik bir erkekten (bu müşrik erkek) hoşunuza gitse de dahahayırlıdır. Çünkü onlar ateşe çağırırlar."

Müslümanbir kadının müşrik bir erkekle evlendirilmesi kesin­likle haramdır. Müşrik,ateist, dinsiz biri devlet başkanı bile olsa mü'-min bir köle ondan her zamanhayırlıdır ve üstündür. Çünkü müş­rikler ateşe çağırırlar, cehennemegötürürler. Mü'min bir kadın ne müşrik bir erkekle ne de ehl-i kitap bir erkekleevle­nebilir. Çünkü ka­dın kocaya tabidir. Koca onun dinden çıkmasınısağlayabilir.

RabbimizNisâ sûresinde:

"Erkeklerkadınları yönetmeye yetkilidirler."

(Nisâ: 34)

Âyet-ikerîmesi gereğince kadınlar kocalarının yönetimi altın­da­dırlar. Dolayısıylamü'min bir kadını kâfir ya da ehl-i kitap bir er­kekle evlendirmek, onu birkâfirin yönetimine terk etmek olaca­ğından, bu kesinlikle o kadını ateşe atmakdemektir.

Yine Nisâsûresinde de Rabbimiz şöyle buyurur:

"Allahkâfirlere müslümanlar üzerine bir yetki ve­re­cek değildir."

(Nisâ: 141)

Buna göremüslüman bir kadının kâfir ya da ehl-i kitap bir er­kekle evlendirmek demek,müslümanı kâfirin idaresine bırakmak de­mektir ki, bu asla mümkün değildir haramdır.

222:"Peygamberim,sana kadınların hayız halini so­rarlar. De k; o bir ezadır. Aybaşı halinde ikenka­dın-larla cinsi münâsebetten ayrılın. Ama onlar temizlenince o za­manAllah’ın size em­rettiği yerden onlara yaklaşın. Şüp­hesiz ki Allah çokça tevbeedenleri sever. Ter­temiz davra­nanları da Allah sever."

Dikkatederseniz Bakara sûresinin 177. âyetine kadar Al­lah’ın insan hayatınakarışması anlatıldı ondan sonra da Allah’ın bu hayata karışmasının birimlerisunulmuştur. Bu birimlerden ola­rak oruç anla­tıldı, hac anlatıldı, infak anlatıldı,kıble anlatıldı, ha­ram aylar ve bu aylarda savaş anlatıldı, içki kumaranlatıldı ve işte sizin hayatınızın değişik zamanlarında yaşayacağınızkonulardır bunlar. Bunları Allah böylece belirlemiştir ve sizler Rabbinizin be­lirlediğiölçüler içinde böylece yaşayacaksınız denerek tüm bu hu­suslar belirlenmiştir.On­dan sonra da hayızları döneminde kadın­larla ilişki ve beraberlik ko­nusugündeme geliyor.

Peygamberim,sana hayızdan soruyorlar. Sen de ki; o bir e-zadır ve hayız halinde ikenonlarla cinsi münâsebetten ayrılın.

Bu din,insanın fıtratını göz ardı etmeyen, hep onu gün­demde tutan bir dindir.İnsanlara onların bu fıtrî özelliklerini bilen yaratıcıları tarafından, onlarınbu özelliklerine göre yaşayabilecek­leri bir din su­nulmuştur. İnsanlar, Allah’ınRasûlünden aybaşı dö­nemindeki kadın­larla ilişkiden soruyorlardı. Bu konu, buâyetler soruya binaen anlatı­lacağı gibi, soru sorulmadan da anlatılacak âyetlerdir.Demek ki in­sanlar soru soruyorlar, beklentileri var ve o beklentilerine binaenâyet gelecektir.

“Deki” Şöyle şöyle söyle onlara. Ya da ey peygambe­rim! Sen bununsözcülüğünü yap! demektir bunun mânâsı. De­mek ki bi­zim neler konuşacağımızı,nelerin sözcülüğünü yapaca­ğımızı Kur’an böyle belirliyor. Demek ki biz,insanlara bazen hayızdan da konuşa­cağız, bunun sözcülüğünü de yapacağız."GUL" diye gelen âyetlerle bizim sözcülüğünü yapacağımız konu­larözellikle belirtiliyor demektir.

Hayız herayın belli günlerinde periyodik olarak kadınların gör­düğü kandır. En yaygıngörüşle en azı üç gün en fazlası da on gün olmak üzere kadınların gördüğü bukana hayız denir.

"Deki; O bir ezadır." Yâni kadının o dönemi bir eza­dır. Na­sıl bireza? Tabi Allah’ın yaratış kanununa uygun bir ezadır. Arapça’da eza hemhastalık hem de pislik için kullanılır. Âdet ha­linde kadınlar, sağlıktan çokhastalığa yakındırlar. Rabbimiz o dö­nemle­rinde kadınlardan ayrı olmamızı,onlara cinsel yakınlıkta bu­lunma­mamızı emretmektedir.

Bu durumHindularda, yahudilerde, hıristiyanlarda ve putpe­rest Araplarda yanlışanlaşılmış, farklı anlaşılmış. İslâm’dan önce in­sanlar bunu yanlış anlamışlar,farklı anlamışlar.

Kimileri ohaldeyken kadınları hapsetmeden yana olmuş­lar, ki­mileri ona dokunmamadan yanaolmuşlar, kimileri onun pi­şirdiğini ye-memeden yana olmuşlar, kimileri onlarlabirlikte yemek yememe­den, hattâ onlarla aynı odada kalmamaktan yana olmuş­lar,kimileri de meselâ hıristiyanlar bunların aksine bu haldeyken kadınlarla cinsimünâsebetten yana olmuşlardır. Bu durumda sanki kadın insanlıktan çıkmış gibimuteala ediliyordu. Sahabenin sorduğu soruya binaen gelen bu âyet-i kerîmedeRabbimiz bu­yurdu ki: Bu durum sadece in­san vücudunun tabii hallerinden birhalettir. Sadece kan gelmesinden dolayı eziyetli bir halettir hepsi bu kadar.Bu hal kadının vücudunu necis yapmadığı gibi, toplum içinde onun kişiliğini deetkilememekte­dir. Bu durum insanlar ara­sındaki ilişkilerden sadece cinselilişkiye engeldir. Bunun sebebi de ilgili mahalden kan gelmesinden ve mikropalması gibi bir ezi­yete, bir tehlikeye maruz kalmaması içindir. Bu du­rum âdethalin­deki kadınlara hiç dokunulmayacağı anlamına gelmez. Kadının necis olduğuanlamına da gelmez, sadece o haldeyken cinsel iliş­kinin yasak olduğu anlamınagelir.

"Deki; O bir eziyettir. Artık hayız esnasında ka­dınla­rınızla cinsel ilişkidenuzak durun onlar temizle­nin­ceye kadar."

Temizleninceyekadar. Âdet günleri bitene kadar, ya da ka­nama günleri bitene kadar,vücutlarını büsbütün yıkayana kadar, ya da kanama bölgelerini yıkayana kadar,ya da gusül abdesti alana ka­dar gibi değişik anlayışlar var. Yâni âdetdönemleri bitene kadar on­larla cinsel ilişkide bulunmayın.

Hayızhalindeki kadınlarla cinsi münâsebet yasaktır. Hayızlı bir kadının göbeği ilediz kapağı arasındaki bölgeye yakla­şılmaz. Bunun dışındaki yerlerden istifadecaizdir. Hz. Aişe anne­miz der ki:

"Benve Rasulullah cünüpken aynı kaptan gusle­der­dik. Ben hayızlı iken Allah’ınRasûlü göbeğimle diz kapa­ğım arasına bir bez sarmamı emrederdi ve bu bezinüstün­den bana yaklaşırdı."

Buyurur.(Buhârî, Müslim, Tirmizî)

Ancakburadaki kadına yaklaşmaktan maksat cimanın dışın­daki yaklaşmalardır. NitekimTirmizî’deki bir hadislerinde Al­lah’ın Ra-sûlü bu hususu şöyle açıklar:

"Hayızlıkadınlarla cima hariç, dilediğinizi ya­pın!"

Hayızlılıkdönemi bittikten sonra kan gelmeye devam etse de bu cimaya engel değildir. Zirabu kan hayız kanı değil istiaze kanıdır. İstiazeli kadınla cima yapmak kadınave erkeğe herhangi bir zarar vermez.

"Hayızlıbir kadınla cima yapmanın cezası da bir di­nar ya da yarım dinar sadakavermektir."

(Ebu Dâvûd, Tirmizî)

Bütünâlimlere göre hayızlı bir kadının namaz kılması, oruç tut­ması, Kâbe’yi tavafetmesi, mescide girmesi Kur’an’a el sürmesi veya okuması ve de kocasıyla cinsimünâsebette bulunması ha­ram­dır.

(Hayızkonusunda bir soru soruldu)

Hayızlügatte; akıntı mânasına gelir. Doğum sebebiyle olmayarak rahimden çıkankandır. İstihaza (hastalık) kanı bunun dışındadır. Küçük kızın, hayızdankesilen kadının ve hünsa-i müşkilin gördükleri kan da istihazadan sayılır. Bumesele dinimizde çok önemlidir. Çünkü temizlik, namaz, Kur'an okumak, oruçtutmak, itikâf, hac, bü-lûğ, cimâ, boşama, iddet, istibra ve saire gibi birçokhükümler bu me-seleler üzerine terettüp eder. Bu sebeple hayız meselelerini öğren-meken büyük vazife ve farzlardan biri olmuştur. Zira bir şeyi öğren-mekmertebesinin büyüklüğü, onu öğrenmeme zararının derecesine göredir. Hayızmeselelerini bilmemenin zararı, başkalarını bilmemekten daha büyüktür.

HazretiHavva'yı Cenab-ı Hak hayızla mübtelâ kılmış ve kızlarında bu hal kıyâmet gününekadar devam etmek üzere kalmıştır. Bazıları: “Hayız ilk defa İsrâil oğullarınagönderilmiştir.” demişlerse de bu sözü Buhâri: “Peygamber (s.a.v.)'in hadîsidaha büyüktür.” diyerek reddetmiştir. Hadîsi Buhârî, Hazreti Âişe (r.a.)'dan şulâfızla rivayet etmiştir: “Rasulullah (s.a.v.) hayız hakkında: Bu, Allah'ın Adem kızlarına takdirbuyurduğu bir şeydir, buyurdular.”

Hayzınen az müddeti geceleriyle birlikte üç gündür. En çok müddeti ise gecelerlebirlikte on gündür. Bunu Dârekutnî ve başkaları böyle rivâyet etmişlerdir.Azından noksan, çoğundan fazla olanlar ise hayız değil, istihazadır.

(Tekrarsoru soruldu)

Azönce dedim, hayız kadının rahminden belli günlerde kan gelmesi, doğum veyahastalık söz konusu olmaksızın, belli yaşlardaki kadının rahminden belligünlerde gelen kanı ifade eder. Türkçe’de "hayız" yerine, âdet,aybaşı, kirlilik, ay hali ve namazsızlık gibi kelimeler de kullanılır. Birkadının cinsel organından üç türlü kan gelebilir. a) Hayız kanı. Sağlıklı kadındanbelli yaşlar arasında gelir. b) Özür (is-tihaza) kanı. Kadın hastalığıolanlarda görülür. c) Lohusalık (nifâs) kanı. Doğumdan sonra belirli bir süre gelenkandır.

Âdetgörme, yani hayız, kadını erkekten ayıran özelliklerden birisidir. O, anormal veçirkin bir olay değil, normal ve kadının yaratılışının gereği olan doğal birolaydır. İslâm'ın çıkış sırasında câhiliye devri Arapları âdetli kadınaarkadan, Hıristiyanlar önden ilişkide bulunurlardı. Yahudiler ve Mecusîler ise,böyle bir kadından uzak durular, hatta temizlendikten sonra da bir haftasüreyle onlarla bir arada kalmazlar, birlikte yiyip, içmezlerdi

(Müslim,Hayız, 6; Ebû Dâvûd, tahâre)

İslâm,kadına rûhî ve fizyolojik sıkıntı veren ve onu küçük düşüren bu alışkanlıklarıyasaklayarak koruyucu bazı hükümler getirdi.

Hadisteise şöyle buyurulur:

"Bu hayız, Allah'ın Âdem(a.s)'in kızlarına yazdığı bir şeydir"

(Buhârî,Hayz, 1,7, Müslim, Hacc,119,120)

Âdet gören kadından tamamen uzak mıkalınacağını soranlara Allah elçisi şu cevabı vermiştir:

"Cinsel ilişki dışındakişeyler, normal zamanlardaki gibi yapılabilir"

(Müslim,Hayz" 16; Nesaî, Tahâret, 18)

Kur'anda, âdetten "pislik" olarak değil, "eziyet" olarak söz edilmiş,bununla, sıkıntıda bulunan hayızlı kadın korunmak istenmiştir. Diğer yandan Hz.Peygamberin eşleriyle dizkapağı ve göbek arası dı-şındaki normal ilişkilerinisürdürdüğü bilinmektedir

(Buhârî,Hayz, 5)

Âdetlikadının temiz olmayan yönü sadece âdet kanıdır. Onun tükürüğü ve teri pisdeğildir. Pişirdiği yenir ve yemek artığı da temizdir. Hz. Âişe'den şöyledediği nakledilmektedir: "Allah elçisinin isteği üzerine, ben adetli ikenkucağıma yaslanır, Kur'an okurdu"

(Buhârî,Hayz, 2, 3)

"Adetli iken, kemikli eti ısırır, sonraO'na verirdim. Alır ve be-nim ısırdığım yerden ısırırdı. Yine âdetli iken suiçtiğim kabı O'na verirdim, alır ve ağzını benim ağzımı koyduğum yere koyar veiçerdi"

(MüslimHayz, 14).

Kadın,âdet görmeye yaklaşık dokuz yaşlarında başlar ve elli beş yaşına kadar devameder. Bu yaşların dışında cinsel organdan gelecek kan "özür kanı"sayılır. Âdet gören kadın artık namaz, oruç, hac gibi bütün şer'î emir ve yasaklaramuhatap olur. Erkek çocuğun ihtilâm olması da aynı sonuçları doğurur. Âdet veyaihtilâm gecikirse, çoğunluk İslâm hukukçularına göre on beş yaşın bitmesiyleher iki cins erginlik çağına girmiş sayılır.

Âdetgörmenin üst sınırı için açık bir âyet veya hadis bulunmadığından İslâmhukukçuları tecrübeye dayanarak değişik yaşlar belirlemişlerdir. Ebû Hanîfe'yegöre elli beş yaş olan bu sınır, Mâlikilere göre, yetmiş, Hanbelîlere göre ise,elli yaştır. Şâfiîler âdetin devam edebileceği süreye bir üst sınırlamagetirmemiştir, bu hâlin ömür boyu sürebileceğini, ancak çoğunlukla altmış ikiyaşında sona erdiğini belirtmekle yetinmişlerdir. Bununla birlikte Hanefileregöre, nâdir de olsa elli beş yaşından sonra gelen kan, koyu kırmızı veya siyahrenkte ise adet kanıdır.

Günümüztıp bilimine göre, âdet; kadının ilk âdet kanaması (menarche) ile başlayıp,âdetten kesilene kadar (menepouse) her ay belirli süre devam eden kanamadır.Bu; âdet kanaması, aybaşı, kirlenme, meneses, regl gibi' kelimelerle de ifadeedilir. Türkiye'de ilk â-det görme yaşı 12-14 yaşlarıdır. Daha erken degörülebilir. En erken görme yaşı dokuz olarak kabul edilir. Âdetten kesilmeyaşı ise kırk beş ellidir. Ancak en son altmış yaşına kadar devam edebilir.Âdetin başlama, bitme ve düzenine etki yapan faktörler şunlardır: Şiddetligeçen hastalıklar, kronik (müzmin) hastalıklar, iklim ve çevre değişiklikleri,korku ve heyecan, aşırı bedensel faaliyet, dengesiz zayıflama rejimleri, aşırıgebe kalma isteği veya gebe kalma korkusu.

Hayızlıbir kadına yasak olanları da inşallah kısaca özetleyelim:

1- Namaz kılmak. Âdetli veya lohusakadının namaz kılması câiz değildir. Hz. Peygamber (s.a.s), Fâtıma binti EbîHubeyş'e "Hayız gördüğün zaman namazı bırak ve hayız hâlin sona erince,kanı temizleyerek guslet ve namaz kıl" buyurmuştur. Buhâri'deki rivâyetşöyledir: "Âdetin devam ettiği sürece namazı bırak, sonra boy abdesti alve namaz kıl"

(Buhâri,Hayz, 19)

Âdetlikadın, kılamadığı namazı kaza etmez, orucu ise kaza etmesi gerekir. Hz. Âişeşöyle demiştir: "Biz Rasûlullah (s.a.s) devrinde âdet görüyorduk. Namazıkaza etmekle emrolunmadığımız halde, tutamadığımız orucu kaza etmekle emrolunuyorduk"

(Buhârî,Hayz, 20; Ebu Dâvud Tahâre,104; Tirmizî, Savm, 67; Nesaî, Hayz,17; Siyâm, 64)

2- Oruç tutmak. Âdet gören veya lohusaolan kadın oruç tut-maz. Delil yukarıdaki Hz. Âişe hadisidir. Ancak oruç borcu,onların üzerinden düşmez. Kaza etmeleri gerekir.

3- Kabe’yi tavâf etmek. Hz.Peygamber, hac sırasında âdet gören Âişe (r.a) şöyle buyurmuştur: "Hayızgördüğün zaman, temizle-ninceye kadar Beytullah'ı tavaf dışına hacılarınyaptığı diğer hac ibadetlerini yap"

(Buhârî,hayz,1, Müslim, Hacc,119,120)

4- Kur'an-ı Kerîm okumak.Mushafa el sürmek ve onu taşımak. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:"İddetli kadın ve cünüp olan, Kur'an'dan hiç bir şey okuyamaz"

(Tirmizî,Tahâre, 98; İbn Mâce, Tahâre, 105).

Hanefileregöre, bir kılıf içindeki Kur'an'a el sürmek ve taşımak hayızlı ve cünüp içinmümkün ve câizdir. Yine ilimle uğraşan kimse, tefsir, hadis ve fıkıh kitaplarınızarûret yüzünden elbisesinin yeniyle veya eliyle tutabilir.

5- Mescide girmek, orada eğleşmek ve itikâfa çekilmek.Hadiste şöyle buyurulur: "Hiç bir hayızlı veya cünüp mescide giremez"

(İbnMâce, Tahâre, 92; Dârimî, Vudû',116)

6- Cinsel temasta bulunmak veya göbekle diz kapağıarasını okşamak (istimtâ). Bunun delili âyet ve hadistir. Âyet, işte bakaradakitemizleninceye kadar onlardan uzak durmayı emreden bu âyettir. Uzaklaşmaktan(İ'tizal) maksat, onlarla cinsel teması bırakmaktır. Yine hayızlı hanımıyla nederece ilgilenebileceğini soran bir sahabeye Allah elçisi şöyle cevapvermiştir: "Senin için göbekten üst taraf serbesttir" (Şevkânî,Neylü'l-Evtâr, I, 277).

Hanbelileregöre, göbek-diz arasında cinsel temas dışında serbesttir. Delil şu hadistir:"Hayızlı kadına cinsel temasın dışında her şeyi yapabilirsiniz"(Müslim, Hayz" 16; Nesaî, Tahâre, 16) Hanefi, Şâfiî ve Mâlikilere görehayızlı veya lohusa olan eşiyle cinsel temasta bulunan erkeğe kefâret gerekmez.Ancak tevbe ve istiğfar etmesi gereklidir.

7- Boşama. Hayız hâlindeki kadınıboşamak câiz değildir. Ancak buna rağmen boşama geçerlidir, ve bid'î tâlakadını alır. Âyette; "Boşayacağınız zaman, eşlerinizi iddetlerine doğruboşayın" buyu-rulur (Talâk,1) Yani içinde iddet meşru olan bir süredeboşayın demektir. Çünkü, ay hâlinin geri kalan kısmı iddetten sayılamaz. Allahelçisi, Abdullah b. Ömer'e, eşini temizlik günlerinde veya gebe iken boşamasınıbildirmiştir (Şevkânî, a.g.e., VI, 221)

Bukonuda bu kadar söz yeter. Daha etraflı bilgi sahibi olmak isteyenler konu ilealâkalı fıkıh kitaplarına bakabilirler.

"Amaonlar temizlenince, o zaman Allah’ın size em­rettiği yerden onlarayaklaşın."

Onlartemizlenince, o dönemleri bitince artık sizin kullanabi­lece­ğiniz bir açıdanonlara yaklaşın, onlarla beraber olun.

"Şüphesizki Allah çokça tevbe edenleri sever. Ter­te­miz davrananları da Allahsever."

Şu anakadar yaptığınız yanlışlarınızdan eğer tevbe ederse­niz, bir daha o yanlışlaradönmezseniz tevbe edenleri Allah sever. Tertemiz davrananları da Allah sever.Şirkten günahtan ya­sakladığı şeyleri yapmaktan arınanları, günah pisliğindentemizle­nenleri, Al­lah’ın necaset olarak bildirdiği şeylerden uzak duranlarıAllah sever. Yâni ey müslümanlar! Eğer Rabbinizin sizleri sevme­sini ve affetme­siniistiyor-sanız, işlediğiniz günahlardan hemen vazgeçin ve tevbe edin! Ve birdaha o günahlara dönmeyin. Ke­sinlikle bilesiniz ki; Al­lah’ın pis dediğişeyler pis, temiz dediği şeyler de temizdir. Eğer Rabbinizin sizleri affetmesinive sevmesini isti­yorsanız, onun pis de­diklerini pis bilin! Temiz dediklerinide temiz bilin!

Âyetlerbize iki mânâ işaret ediyor:

1- Buâyetler gelmeden önceki yanlışlardan, hatalardan te-mizlenme,

2- Buâyetle karşı karşıya gelip gerçeği anladıktan sonra da in­sansınız, hataedebilirsiniz, yanlış yapabilirsiniz, ama hemen tevbe eder ve yanlışlarınızdandönerseniz Allah sizi affeder ve sever denili­yor.

223:"Kadınlarınızsizin tarlalarınızdır. Artık ka­dın-la­rınıza enna şi'tüm gidin! Kendiniz içiniyi şeyler gön­derin. Bir de muttaki olun ve bilin ki mutlaka ona kavu­şa­caksınız.Bunu mü'minlere müjdele."

Buradaki "Ennaşi'tüm" ifadesinin iki mânâsı üzerinde du­racağız:

1- Ne zamananlamına gelir. Buna göre kadınlarınız sizin tar­lalarınızdır ve her ne zamanisterseniz onlara gidin! Olacaktır mânâ.

2- İkincisidilediğiniz yönden mânâsına gelir. Yâni kadınları­nıza dilediğiniz yönden,önden veya arkadan nasıl isterseniz gi­din! Nasıl beraber olursanız olun! Amapeygamberimiz tarafından ortaya konan bir tahsisle birleşme önden olmakşartıyla. Allah’ın Rasûlü pek çok hadislerinde kadınlara arkalarından(dübürlerinden) yaklaşmanın livata olduğunu ve bunun haram ol­duğunu açıklamıştır:

"Allah’ave âhiret gününe iman eden erkekler ka­dın­larına arkalarından (dübür)yaklaşmasınlar."

Bu konuda pek çok hadis vardır.

Demek kiburadaki "Enna şi'tüm" ifadesi ya dilediğiniz za­man onlarayaklaşın anlamınadır, ya da önden olmak kayd u şartıyla dilediğiniz değişikpozisyonlarla onlara yaklaşın anlamına gelecektir.

Tarlakelimesinin kullanılması da zaten bu mânâyı işaret bu­yur­maktadır. Tarla ekimyerini, tohum atma ve mahsul alma mahallini anlatmaktadır. Buradaki tarladan kasıtrahim, mahsul­den kasıt da çocuktur. İşte bu ekim yerine varmak kayd u şartıyladilediğiniz yön­den tarlalarınıza gidebilirsiniz diyor Rabbimiz. Ay­rıca buâyetle bu ko­nuda bir yanılgı içinde olan yahudilere cevap verilmiştir. Yahudilerka­dının önüne arkasından, arka cihetinden yaklaşılınca doğacak çocu­ğun alatenli olacağını iddia ediyorlardı. Bu âyetle bunun böyle olma­dığı daanlatılmış oldu.

"Kendiniziçin iyi şeyler gönderin."

Geleceğiniziçin iyi şeyler takdim edin! Geleceğinizi hazırla­yın! Geleceğiniz içintakdimde bulunun! Kendi geleceğiniz konusunda le­hinize hareket edin! Geleceksizin için olsun isteyin! Yarın sizin için olsun isteyin! İstikbalde söz sahibisiz olmak için, istikbali ele geçir­mek için çalışın! Yaptığınızı mizanınızakonacak biçimde yapın! Yâni:

1-Kadınlarınıza yaklaşırken çocuk talep etmeye, salih evlât­lar istemeye çalışın!Böylece geleceğinizi garanti altına al­maya çalışın. Gelecekte söz sahibiolmaya çalışın. Gelecek sizin olsun isteyin. Hem dünyada hem de âhirette. BakınAllah’ın Rasûlü bir hadislerinde şöyle buyurur:

"Ademoğlununölünce ameli kesilir, ancak şu üç şey hariçtir:

1- Kendisine dua edecek salih birevlât.

2- Sadaka-i câriye.

3- Ölümünden sonra faydalanılacakbir ilim."

Öyleyseburadaki kendiniz için önceden iyi şeyler takdim edin âyetinin mânâsı hayırlısalih evlâtlar yetiştirin demek olacaktır, bir.

2-İkincisi; cinsel birleşme esnasında Rabbinize dua edin de­mektir.

3-Üçüncüsü; cinsel birleşme esnasında bismillah deyin de­mek­tir.

4-Dördüncüsü; iffetli kadınlarla evlenerek geleceğinizi temi­nat altına alındemektir.

5-Beşincisi; güzel davranışlarla hem kendinizi hem de karşı­nız­dakini cinselbirleşmeye hazırlayın anlamına gelecektir di­yoruz Allahu âlem.

"Birde muttaki olun ve bilin ki; mutlaka ona kavu­şacaksınız. Bunu mü'minleremüjdele."

Sizleryarın tüm yaptıklarınızın karşılığını almak üzere Rab-binizin huzurunagideceksiniz. Öyleyse bunu hiç bir zaman hatırı-nızdan çıkarmayın veyaptıklarınızı bunun bilinci içinde yapın. Allah’ın emirlerine ve yasaklarınariâyet eden ve tüm yaptıklarını inandıkları dinin kurallarına göre yapankimseler kurtuluşa ere­ceklerdir.

Sizdenistenen kulluk birimlerinden birisi de şudur:

224:"İyilikyapmanız, kötülükten sakınmanız ve in­sanların arasını düzeltmeniz için Allah’ıyeminleri­nizden dolayı engel yapmayın. Şüphesiz ki Allah, herşeyi işiten vebilendir."

Yemin sağel, güçlü el anlamına gelir. Bir sözü de Allah adını anarak, Allah’ı şahittutarak güçlendirmeye de yemin den­miştir.

Allahbuyurur ki; Allah adına yaptığınız yeminlerinizi kalkan yapmayın. Bunun ikimânâsı vardır.

1-Birincisi itaatkâr, muttaki, muslih, düzeltici olmak için veya dargınlarıbarıştırmak için de olsa Allah’a çok yemin etmeyin demek­tir. Konu hayırlı birkonu da olsa, öyle her zaman Allah adını anarak yemin etmeye dillerinizi alıştırmayındemektir.

2- İkinciside yeminlerinizi kalkan yaparak iyiliklerde bulun­ma­maya, fenalıklardankorunmamaya, küsleri barıştırmamaya ça­lışma­yın. Yâni ben bu konuda yeminetmişim ne yapayım? Yemi­nimi bo­zamam! diyerek hayırlı işler konusundayeminlerinizi kal­kan yapma­yın! Diyor Rabbimiz. Allah için bir yeminetmişseniz, bu yeminlerinizi Allah’a kalkan yapmayınız. Hangi konuda? Takvalı olmakonusunda, insanlar arasını ıslah etme konusunda. Diyelim ki birisiyle konuşma­maküzere yemin ettik. İki müslüman gelip bize senin onunla konuş­man lâzım, onu ebrârkılman lâzım, onu tak­valı kılman lâzım, onu sa-lihleştirmen lâzım! Yâni senAllah için onunla mutlaka beraber ol­man, onunla konuşman lâzım diye gelip bizedurumu arzettikleri za­man, yok ben yemin ettim! Söz verdim Allah’a! Gidememona! Konu­şamam onunla! diye diretmeyeceğim ya da yeminimi kalkan yaparakhayırlı bir işten sarfı nazar etme­yeceğim, yeminimi bozacağım, kefa­retimivereceğim ve o işi ya­pacağım. Bakın Allah’ın Rasûlü bir hadis­lerinde buhususu şöyle anlatır:

"Birkimse bir şeye yemin eder, sonra da ondan baş­kasını, ondan daha hayırlıgörürse; o hayırlı şeyi yap­sın ve yeminine kefaret versin."

Buyurur. (Müslim Eymen 11)

Demek kibir konuda yemin etmiş ama onun yapılmasının daha hayırlı olduğunu anlamışsakhemen yeminimizi bozacak ve ke­faretini vereceğiz ve de o işi yapacağız. Yemininkefareti ise Mâide’de anlatılır:

"Buyeminin kefareti, çoluk çocuğunuza yedirdiği­ni­zin orta derecesinden on fakiridoyurmak, veya onları giydirmek, veya bir köle azad etmektir. Bunları bulama­yankimse de üç gün oruç tutar. İşte bu yemin ettiğiniz vakit yeminlerinizinkefaretidir."

(Mâide 89)

Hattâ kimiâlimlere göre günah işlemek üzere yemin eden bir adam, günah işlemektenvazgeçtiği takdirde bu yemininin kefa­retini de ödemesi gerekmektedir. Çünkü onunbu günahtan vaz­geçmesi, kefaret anlamına gelmektedir. Meselâ adam içki içmeye,adam öl­dür-meye yemin etti. Yeminini kalkan yapıp bu haram fiilleri icraya mecburolduğunu asla söyleyemez. Allah’ın Rasûlü İbni Mace’nin ri­vâyet ettiği birhadislerinde:

"Haramişlemek üzere yemin eden birisi, bu yemi­nini yerine getirmesin! Çünkü haramolan şeyleri terk et­mek o yeminin kefaretidir." Buyurur.

Bu konudakefaretin verilmesiyle ilgili rivâyet edilen ha­disler daha çok ve sıhhatlioldukları için kişi yeminini bozacak ve kefaretini verecektir diyoruz.

Rivayetleregöre sahabeden Abdullah Bin Revaha bir kırgın­lık sonucu eniştesinin yanınagitmeyeceğine, onunla konuş­mayacağına yemin etmiş ve kız kardeşiyle onun arasınıdüzelt­meyeceğine söz vermişti. Bu konuda onu uyaranlara karşı da: "E benbu konuda Al­lah’a yemin ettim! Allah’a söz verdim! Yeminimi bozmam caiz olmaz!Yapamam! diyordu. Cenâb-ı Hak da bunun üze­rine buyurdu ki; hayırlı işlerkonusunda yemin edip de bu yeminle­rinizi kalkan yapmayın! Al­lah için yeminetmişseniz o yeminlerinizi bozun, kefaretini ödeyin de insanları sâlim kılmada,insanların ara­sını ıslah etmede, insanları tak­valı kılmada yeminlerinizibahane ya da kalkan etmeyin! buyuruyor. Ve bilesiniz ki:

"Allahherşeyi hakkıyla işitici ve bilicidir."

225:"Allahsizi yeminlerinizdeki lağıvdan dolayı mu­aheze etmez. Ve lâkin kalplerinizinirtikap ettiği ye­minlerle muaheze eder. Allah çok bağışlayıcıdır ve Ha­lîm­dir."

Allah siziyeminlerinizdeki "Lağıv" dan dolayı muaheze etme­ye­cek, hesabaçekmeyecektir. Âlimlerimiz yeminleri üçe ayırmışlardır. Bunlar yemin-i lağıv,yemin-i gamus ve yemin-i mün’akide’ dir.

1- Yemin-ilağıv; kişinin herhangi bir kasıt taşımaksızın, ye­min kastı taşımaksızınkonuşurken, diline geldiği gibi düşün­meden, iste­meyerek ağzından çıkanyeminlerdir. Buhârî’deki bir hadis-i şerifle­rinde Allah’ın Rasûlü:

"lağıv;bir kimsenin konuşma esnasında düşünme­den "Hayır vallahi, "Evetvallahi" demesidir."

Buyurur.

Ya da lağıvyemin; kişinin herhangi birine zarar vermek kastı ol­maksızın, herhangi birmenfaat celp etme niyeti de bulun­maksızın, söz arasında edilen alışkanlıkhaline getirilmiş yeminler­dir ki, bunun kefareti yoktur. Çünkü Allah,insanları ancak kalplerin­deki niyetlere ve kasıtlara göre sorumlu tutacaktır.Burada şunu söyleyelim: Niyetsiz bir amelin herhangi bir değeri olmadığı gibi,amelsiz bir niyetin de Allah katında bir değeri yoktur. Çünkü niyet ameli kendibiçimiyle biçimlen­dirir ve kendi rengiyle renklendirir. Böylece bir amelingüzelliği ya da çirkinliği o ameli yaptıran niyete bağlıdır. Niyet güzelse amelde gü­zeldir, niyet bozuksa amel de bozuktur. Yetimi terbiye için dövmenin helâl,ama ondan intikam almak için dövmenin haram olması gibi.

Bir kişiyezorla yaptırılan yeminler de lağıv yeminlerdir, onun için de kefaretgerekmemektedir.

Yeminlerdekikasıtsız yanılmalardan Allah bizi so­rumlu tutmaya­caktır. Ama şurasını da aslaunutmayalım ki, bu so­rumlu tutul­ma-yışımız, bizi boş yere sık sık yemin etmeninçok çir­kin bir amel olduğunu söylemekten alıkoymamalıdır.

Boşyeminlerdir bunlar, o yeminlerle alâkalı bir hesap gelmeye­cektir; amalağviyyatla meşgul olduğumuzdan ötürü el­bette o konuda da hesap sorulacaktırbize. Aslında müslümanlar kesinlikle ağızlarını bu tür yeminlere alıştırmamalıdır.Çünkü ye­minden dolayı sorumlu olmamak ayrı şey, lağviyyattan dolayı so­rumlu olmakayrı şeydir. Çünkü burada her hâlükârda Allah’ın ismi hafife alınmakta ve onunlaoyun oynanmaktadır. Bir adam "Vallahi billahi, vallahi billahi’yi"diline dolaştırarak söz söylemeye çalışırsa, sen bunu niye diline dola­dın diyebu konuda elbette ona bir soru gelecektir. Evet bu lağıv yemindir.

2-İkincisi; yemin-i gâmus’dur. Bu da kişinin geçmişe ait bir ko­nuda öyleolduğunu zannederek yemin etmesidir. Borcunu ödedi zannıyla; “vallahi ben sanaborcumu ödedim!” demesi veya Ankara’ya git-mediği halde gittim zannıyla;“vallahi ben geçen ay Ankara’ya git­tim!” demesi gibi. Yanlış bildiğinden, hataettiğinden dolayı, işin aslı­nın öyle olmadığını anladığı zaman bu kimsenin detevbe etmesi ge­rekir, bu-nun için de kefaret yoktur.

3-Üçüncüsü; yemin-i mün'akide’dir. Âyet-i kerîmesinde Rab-bimizin:

"Lâkinkalplerinizin niyetiyle irtikap ettiği yemin­leri­nizden Allah sizi hesabaçekecektir."

Bölümününanlattığı yeminler işte bu yeminlerdir. Yâni kişi­nin bilerek, niyet ederek,kasıtla yaptığı yeminlerdir.

Geleceğeait bilerek bir yemin ettiniz. Meselâ vallahi ben ya­rın namaz kılmayabaşlayacağım! Vallahi yarından itibaren Kur’an oku­maya başlayacağım! Vallahiyarın sana borcumu ödeyece­ğim! Gibi yapılan yeminlerde, yeminin gereği mutlakayerine geti­rilmelidir. Eğer yeminin konusu meşru ise mutlaka yerine getiril­melidir,eğer meşru bir şey değilse az evvel de ifade ettiğim gibi yemi­nin kefaretini verereko işten vazgeçilmelidir.

"Allahki Ğafûr’dur, Halîm’dir."

Yâni Allahmağfiret edendir, hataları örten, kusurları örtbas edi­verendir, buna güçyetirendir, eğer sizler yaptıklarınızdan piş­man­lık duyar ve bir dahayapmamaya azmederseniz. Bir de Allah Halîm­dir, yâni çabucak hareket edivermeyen,çabucak sizin defterlerinizi dürüvermeyen, size imkân tanıyan, fevri durumlarıolmayandır. Rabbinizi böyle bilin ve hayatınızı buna göre ayarlayın.

Bundansonra Rabbimiz “Îlâ” yeminini anlatacak:

226:"Kadınlarınayaklaşmamaya yemin edenler için dört ay beklemek vardır. Eğer yeminlerinden dö­nerlersebilsinler ki; Allah çok bağışlayıcı ve merhamet­lidir."

Bir yeminkonusu daha geliyor; ama deminki yemin konula­rın-dan farklı konuda bir yemin.

“Îlâ”;kelime mânâsı yemin demektir. Şer'i mânâsı ise bir kişi­nin hanımıyla dörtaydan daha fazla cinsi münâsebette bulunma­mak üzere yemin etmesidir. İşteböyle kadınlarından ayrı olmaya, onlara yaklaşmamaya yemin edenler. Bir gün,beş gün, on gün, bir ay, üç ay, bir yıl, beş yıl seninle beraber olmayacağım!Seninle beraber yatma­yacağım! Münâsebette bulunmayacağım! diyerek yeminedenler için:

"Dörtay beklemek vardır."

"Eğerkarı koca birbirlerine dönerlerse, bilsinler ki Allah, çok bağışlayıcı vemerhamet edicidir."

Eğer"Fey" yaparlarsa, yâni bu süre içinde yeminlerinden dö­nerlerse Allahçok bağışlayıcıdır.

Îlâyeminiyle alâkalı şunları söyleyelim: Karı koca birbirle­rini se­vememiş,birbirlerine uyum sağlayamamış olabilirler. Allah karı ko­canın böylebirbirlerine işkence çektirme noktasına varan beraberlik­lerine izin vermez.Karı kocanın şer'an ve fiilen nikâhlı olup; fakat pra­tikte ayrı yaşayarakilişkide bulunmamalarını hoş görmez; bunun için maksimum bir zaman belirler.Bu, dört aylık bir süredir. Kadınlarını ıslah etmek için, onların durumlarınıdüzeltmek için bir baskı aracı olarak koca bunu kullanabilir. Bazen dik başlı,kocasına itaat etme­yen, güzelliğini ve kadınlığını kullanarak erke­ğini önündeboyun eğ­dirmek isteyen gururlu kadınlar için bu yol faydalı olabilir. Ama bubelli bir zamanla sınırlıdır. Değilse böyle bir yemini bahane ederek kadınıuzun bir süre muallakta beklet­menin caiz olmadığı ortaya konuyor.

İslâm’dan önce Araplarda bu birâdetti. Adam; sana beş yıl yaklaşmayacağım diye karısına yemin ediyor ve bukadıncağız ne evli ne boşandığı belli olmayan bir muallakta beklemek zorundakalıyordu. Kocası onu boşamamış ki bir başkasıyla evlensin, doğru dürüst evlideğil ki kocasıyla beraber olsun. Allah kadınları işte bu mağdur du­rumdan kurtarmakiçin bunu dört ayla sınırlandı­rıverdi. Buna göre ha­nımlarıyla birleşmemeyeyemin eden kişi, ne kadar süre için yemin ederse etsin, bu süre en fazla dörtay olabi­lir.

İşte böylehanımlarına yaklaşmamak üzere yemin edenler, ya bu süre dolmadan buyeminlerinden vazgeçip kefaretlerini ve­rerek tekrar hanımlarına dönerler ki;bu dönme cinsel ilişkidir. Aksi takdirde sözle, ben sana döndüm demek yetmez.

Ya karısınadöner ya da eğer bu süre içinde hanımla­rına dön­memişlerse, bu boşanmaanlamına gelecektir. Kimileri bu süre içinde karısına dönmezse bir ric'i talâkmeydana gelir derken, kimileri de bir bain talâk vaki olur fikrindedirler.

Yâni eğerdört ay içinde adam karısına dönmezse, o zaman tek­rar bir araya gelmeleri içinkadının kocayı kabul etmesi şartıyla ye­niden nikâh yapılması gerekir. Eğerkadın ben onu istemiyorum derse, artık tekrar bir araya gelmeleri caizdeğildir.

Müslim’inrivâyetine göre Allah’ın Rasûlü kendisinden bol na­faka, çeşitli yiyecek vegiyecek isteyen ve bu hususta kendisini rahat­sız eden hanımlarına kızarak,onlara bir ay süreyle yaklaş­mamak üzere yemin etmiştir. Ve yirmi dokuz günsonra onlara tek­rar dön­müştür.

İşte bu Rasulullah’ın kadınlarınıtedip için kullan­dığı bir yol­dur. Bu tedibin gerçekleşeceği kadar bir sürebeklemiş­tir. Yine İbni Mace-nin beyanına göre Allah’ın Rasûlü verdiği hedi­yeyikabul etme­diği için hanımı Hz. Zeyneb’e kızarak ona yaklaş­mamak konusundayemin etmiştir.

Kimileri budört aylık ayrılığın her tür ayrılıklar için Îlâ oldu­ğunu, yâni boşanma sebebiolduğunu söylerler. Yâni sadece böyle bir kırgınlık ve yemin sebebiyle değil,her hâlükârda kocanın karısını böyle uzun bir süre yalnız bırakamayacağınısöylerler. Hattâ bu ko­nuda tefsir kitaplarımızda şu olay anlatılır:

Hz. Ömer bir gece gizlice Medinesokaklarında dolaşırken bir kadının yalnız­lıktan şikâyetini işi­tir. Ve hemenkızı Hafsa’nın yanına gelerek: "Ey Hafsa! Allah için söyler misin! Birkadın en fazla ne kadar kocası­nın yokluğuna daya­nabilir?” diye sorar. Hz.Hafsa da "en fazla dört veya altı ay" der. Bu­nun üzerine Hz. Ömerordudaki mücahidleri altı aydan fazla tutma­maya azmeder.

Hanefî veŞafiî mezhebinin imamları bu hususun sadece ye­mine bağlı ayrılıklarda sözkonusu olduğunu söylerler. Yemin söz ko­nusu olmadan Îlânın geçerli olmadığınısöylerler. Yâni bir adam yemin etmeksizin dört ay veya daha fazla bir sürehanımına yaklaşmasa bu Îlâ olmaz. Ayrıca dört aydan daha az bir süre içinhanımına yaklaş­mamaya yemin de Îlâ sayılmaz. Meselâ karı koca belli bir ortakçıkar için anlaşarak cinsel ilişkiyi kesip başka işlere zaman ayırırlarsa, buÎlâ değildir denmiştir.

Evetkadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler eğer bu yeminlerinden dönerlerse, Allahbu yeminini bozmasından dolayı kendisini affedecek ve bu yemininden dolayısorguya çekmeye­cektir. Ama:

227:"Yokeğer boşanmaya azmetmiş iseler (onu ye­rine getirsinler), şüphesiz ki Allahişitici ve bilicidir."

Hanefîleregöre bu dört aylık süre içinde hanımına dönme­mek sûretiyle boşanmaya kararverirse. Şafiîlere göre de bu dört ay geç­tikten sonra bizzat boşamaya kararverirse demektir bunun mânâsı. Yâni böyle Îlâ yaparak hanımına yaklaşmamayayemin eden kişinin dört ay içinde hanımına dönmemesi durumunda, bu hanımın boşolup olmaması konusunda iki ayrı görüş vardır.

1-Bunlardan biri Hanefîlerin görüşü. Ebu Hanife’ye göre ye­min ettikten sonraaradan dört ay geçtiği halde, bu süre içinde hanı­mına dönmemekle bain talâkmeydana gelir. Bu erkeğin, ay­rıca karı­sına seni boşadım demesi gerekmez.Çünkü azmetmek; kişinin kesin olarak bir şeyi yapmaya karar vermesi demektir.Kal­ben karar verdiği şeyi ayrıca bir de diliyle söylemesi gerekmez. Aradandört ay geçme­sine rağmen bu adamın hâlâ hanımına dönmemesi, onu boşamayaazmettiği mânâsına gelmektedir.

2- Cumhurungörüşüne göre ise, bu dört ay içinde kişi karı­sına dönmese de boş olmaz. Kadınhakime başvurur. Hakim ko­caya karı­sına dönmesini söyler. Erkek de karısınadönmezse ha­kimin kararıyla bu kadın kocasından boşanmış olur.

Yâni buâyet talâkın boşama hakkının kocaya ait olduğunu anla­tır. Talâk hakkı elindeolan koca, bu dört aylık süre geçtikten sonra bizzat ya onu boşadığını, ya daona döndüğünü söylemesi ge­rekir.

"Allahsemi ve âlimdir."

Allahherşeyi bilen ve hakkıyla işitendir.

228:"Boşanankadınlar bizzat kendileri üç hayız müddeti beklerler. Eğer Allah’a ve âhiretgününe inanı­yorlarsa Allah’ın Rahimlerinde yarattığını gizlemeleri kendilerinehelâl olmaz. İddet içinde barışmak isterlerse onları nikâhla­rına geridöndürmeye kocaları daha lâyıktır. Erkeklerin kadınların üzerinde meşru haklarıol­duğu gibi kadınların da kocaları üzerinde hakları var­dır. Ama er­kekleriçin kadınlar üzerinde üstün bir de­rece vardır. Al­lah güçlüdürhakimdir."

Rabbimizîlâdan söz ettikten sonra îlânın sonucunda bo­şanma olabileceği için, bundansonra boşanma konusunu anlat­maya başla­yacak.

"Boşanmışkadınlar üç kuru müddeti beklerler." Boşanmış ka­dınların iddeti böyledir.Âyet-i kerîmedeki "Boşanmış kadınlar" ifadesi genel bir ifadedir.Yâni bütün boşanmış kadınları kapsa­maktadır. Hal­buki Kur’an-ı Kerîmin başkayerlerinde farklı konum­daki kadınlar için farklı ifadeler görüyoruz. Meselâkendileriyle cima yapılmamış, zifaf olmamış kadınların iddeti yoktur.

"Eyiman edenler! Mü'min kadınları nikâhlayıp da sonra kendilerine dokunmadanonları boşarsanız si­zin için üzerlerine sayacağınız bir iddet yoktur."

(Ahzâb: 49)

Yine meselâkocası tarafından boşanmış hamile kadınların id-deti ise çocuğunu doğuruncayakadardır.

"Hamilekadınların iddetleri ise yüklerini boşal­tana kadardır."

(Talâk: 4)

Yine henüzhayız görmeye başlamamış kadın ile, yaşlılık­tan do­layı hayızdan kesilmişkadının iddeti üç aydır.

"Kadınlarınızdanhayızdan kesilenlerle henüz ha­yız görmemiş bulunanların hakkında eğer şüpheeder­seniz onların iddeti üç aydır."

(Talâk: 4)

Bukonumdaki kadınlar istisna edildiği zaman, geriye hür olup kendileriyle cimayapılmış kadınlar kalıyor. İşte bu âyet-i ke­rîmede anlatılan kadınlarbunlardır. Kendileriyle mübaşerette bu­lunulmuş olup da boşanmış kadınlar üçkuru müddeti iddet bekle­mek zorunda­dırlar buyuruyor Rabbimiz.

"Kuru"hayız ve temizlik anlamlarına gelen mücmel bir ifade­dir. İmam Mâlik ve İmamŞafiî kuru kelimesinin tuhûr anla­mına yâni hayızdan temizlik anlamınageldiğini söylemişler Ha­nefî ulemâsı da kuru kelimesine hayız anlamıyüklemişlerdir. Buna göre hür ve bâliğa olup kendisiyle cinsel ilişki kurulmuşkadınlar boşandıkları zaman üç hayız ya da üç tuhûr vakti geçene kadar iddetbeklemek zorundadır­lar. Aslında bu iki görüş arasında pek fazla bir fark yoktur.On, on beş günlük bir fark vardır sadece.

Boşanankadının Rabbimizin emrettiği şekilde üç kuru müd­deti iddet beklemesinin sebebikesin olarak, onun rahminde çocuk olup ol-madığını anlamak içindir. Bundandolayıdır ki demin ifade ettiğim gibi, kendisiyle cima yapılmamış kadınıniddeti yoktur. Aynı sebepten do­layı hamile kadının da iddeti doğuruncaya ka­dardır.Evet kadının rah-minde ne var ne yok bunun anlaşılabil­mesi için boşandıktansonra onun üç kuru’ müddeti beklemesi ge­rekmektedir.

Kimileridiyorlar ki efendim kadının hamile olup olmadığı gü­nü-müzde modern ve teknikcihazlarla bir kaç dakikada öğreni­lebilmek-tedir. Dolayısıyla böyle boşanmışbir kadının üç kuru’ müddeti iddet beklemesinin ne gereği var? Filan demeyeçalışı­yorlar.

HalbukiRabbimiz boşanan kadınlara üç kuru’ müddeti iddet beklemelerini emrederkenyüzde yüz onların hamile olup olmadıkları­nın tebeyyün etmesini ve binde bir ihtimalde olsa onun hamilelik ihti­malini kaldırmak istemektedir. Boşanmış kadının, bo­şandıktansonra bir defa hayız görmesi büyük bir ihtimalle onun hamile olmadığını gösterir.Ama yüzde yüz değildir tabi bu. Arka­sından ikinci bir hayız görmesi hamilelikihtimalini çok daha azaltır. Üçüncü defa hayız gö­rünce artık o kadınınkesinlikle hamile ol­madığı anlaşılacaktır. Halbuki zamanımızda modern metotlardanhiçbirisi bu konuda yüzde yüz ke­sin sonuç verememektedir. Bu sebeple onlarkesinlikle bu konuda kıstas olamaz. Kaldı ki bu metotlar yüzde yüz kesinsonuçlar verseler bile hakkında nas bu­lunan bir konuda bunlarla kesinlikleamel edil­mez. Bu bir iman meselesidir. Yâni elbette bunun bir de ibâdet yönüvardır. Nassa tabi olup Allah’ın dediği gibi hareket eden kişi, elbette ibâdetetmiş olacaktır.

Evet,boşanan kadınlar üç kuru’ müddeti iddet bekleyecek­ler.

"Bukadınlar eğer Allah’a ve âhiret gününe iman edi­yorlarsa, Allah’ın kendiRahimlerinde yarattığı şeyi gizlemeleri helâl değildir."

Âyet-ikerîmedeki "Allah’ın kendi Rahimlerinde ya­rat­tığı şey" denkasıt çocuk ve hayızdır. Âyet-i kerîmeye göre hamile olan kadının hamileliğini,veya hayız görmüşse bu hayızını gizlemesi haramdır. Bu nesebin sahih olması açısındançok önemlidir. Ayrıca ikinci bir evlilik söz konusu olduğu zaman da herhangibir ihtilâfa ma­hal bırakmaması açısından çok önemlidir. Kadının bu konulardadoğru söylemesi gerekir. Çünkü bu konu­larda ancak kadının beyanı geçerlidir.Kadın, çocuğum var de­mişse vardır, yok demişse yoktur. Çünkü bunu ancakkadının ken­disi bilebilir. Başkalarına gizli olduğu için kimse bunu bilemez.

Eğer kadınçocuğu olduğu halde yok derse, ya da hayız gör­düğü halde aksini söylersekocasının hakkına tecavüz etmiş olur. Ha-mile olduğu halde hamile olmadığınısöylerse, önceki ko­casının hakkı olan çocuğu başkasına verdiği için kocasınazul­metmiş olur. Yine ha-yızlı olmadığı halde hayızlı olduğunu söylerse boşanmaiddeti çabuk bitecektir ve kocasına karşı yine zulmetmiş olacaktır. Yâni bu gizlemekocanın karısına dönmesine engel ola­caktır. İşte bundan dolayı Rab-bimiz bunuimana bağlayarak bu şer'i hükme sâdık kalmayı imanî bir pekiştirmeyle garantiyealmış­tır. Allah’a ve âhiret gününe inanan hiçbir kadının Allah’ın kendi rahmindeyarattığını gizlemesi caiz değildir.

"İddetiçinde barışmak isterlerse, onları nikâhla­rına geri döndürmeye kocaları daha lâyıktır."

Bal,buûlet; mâlik, efendi, sahip anlamına gelen bir kelime­dir. Kadın için buûletkocası demektir, erkek için buûlet de karısı demek­tir. Öyleyse onları boşayanama sadece ric'i talâkla yâni tek talâkla boşamış ve henüz onlar üzerindeefendiliklerini koruyan, mülkiyetleri devam eden kocaları, efendileri bu süreiçinde ricat ile geri dönerek onları tekrar nikâhlarına almaya herkesten dahaçok hak sahibidirler. Hattâ böyle ric'i talâkla karısını boşayıp da iddetsüresi içinde sözle ya da fiille karısını tekrar geriye almayı ortaya koyankocanın bu kara­rına karısı razı olmasa bile söz hakkı erke­ğindir. Yâni bu durumdakadının itiraz hakkı yoktur. Böyle bir du­rumda koca yeni bir nikâha ge­rek kalmadantekrar karısına döne­bilir. Zira ric'i talâkta o kadın hâlâ o kocanın karısıkonumundadır. Onun içindir ki bu kadının nafakası, geçimi kocasına aittir. Koca­sınınevinde kalmak ve kocasının müsaa­desi olmadan evini terk etmesi caiz değildir.Bu hususlarda hükümler vardır. Bütün bunlar ric'i talâkla karı koca ilişkisininbelli bir süre için dondurulmuş ol­duğunu ve bu evliliğin tamamen bitmemişolduğunu anlatır. “Ona dönmek erkeğin hakkıdır” sözünde, hem bir cevaz, hem deteşvik vardır. Yâni Rabbimiz geri dönün, boşanmayı düşünme­yin mesajını daveriyor bu âyetiyle. Bu âyetteki hüküm bain talâkla değil de ric'i talâkla,yâni ge­riye dönüş imkânı olan bir talâkla boşanmış kadınlar hakkında­dır. Yânitek talâkla karısını boşayan koca, onu boşadığı için piş­man olabilir. Vetekrar hanımıyla anlaşabileceğine inanarak onu geri almak isteyebilir. Budurumda iddet içinde istediği zaman tek­rar hanımını kendisine döndürebilir. Bukonuda herkesten çok hak sahibi onun kocasıdır. Ama:

"Onlarııslah etmek isterlerse."

Yâni eğerkoca karısıyla arasını düzeltmek, onunla araların­daki anlaşmazlıkları ortadankaldırmak ve yeniden güzel­likle birlikte geçinmek niyetinde olursa, bugeçerlidir. Değilse o ka­dına zarar ver­mek veya kadının iddetini uzatarak onubekletmek gibi bir niyeti varsa, o zaman büyük günah işlemiş olur.

"Erkeklerinkadınların üzerinde meşru hakları ol­duğu gibi, kadınların da kocaları üzerindehakları var­dır. Ama erkekler için kadınlar üzerinde üstün bir de­rece var­dır.Allah güçlüdür hakimdir."

Âyet-ikerîmeye göre kocanın karısı üzerinde hakları ol­duğu gibi kadının da kocasıüzerinde hakları vardır. Boşanmanın mevzu bahsedildiği bu âyetlerin arasındaRabbimiz kadın ve er­kek ilişkilerini İslâmî bir çerçeveye oturtmayı muradbuyurur. Kadı­nın ve erkeğin karşılıklı hakları ve sorumlulukları vardır. Kocakarısının şahsiyetine karşı saygılı davranmalı, onu al­çaltmamalı ve ona kötüsöz söylememelidir. Sahabenin: "Hanımla­rımızın bizim üzerimizdeki haklarınelerdir ey Allah’ın Rasûlü?" şeklindeki so­rularına karşı Allah’ın Rasûlüşöyle buyurur:

"Yediğinzaman yedirmen, giydiğin zaman giydir­men, yüzüne vurmaman, ona sövmemen ve onuyata­ğın­dan uzak tutmamandır." (Ebu Dâvûd, İbni Mace)

Başka birhadislerinde yine Allah’ın Rasûlü şöyle buyurur:

"Adâletlehükmedenler, hanımı ve çocukları konu­sunda âdil davrananlar kıyamet günündeRah­mân’ın sa­ğında nûrdan yapılmış minberler üzerinde­dirler."

(Müslim)

Allah’ınRasûlü salih bir kocanın yeryüzünde en büyük ör­neği idi. Allah’ın Rasûlühanımlarına değer verir, onların sözlerini ve gö­rüşlerini güzellikle dinler,kusurları olduğunda affeder ve onların hu­kukuna saygı gösterirdi. Bu konuyugündeme getirirken bakın Allah’ın Rasûlü şöyle buyurur:

"Sizinen hayırlılarınız çoluk çocuklarına karşı ha­yırlı olanlarınızdır. Sizlerdenehline iyilikte en ha­yırlı ola­nınız da benim."

(İbniMâce)

Kadının kocasına,kocasının anne baba ve akrabalarına karşı saygı göstermesine karşılık, kocanında karısına, karısının akrabala­rına saygılı davranması ve iyi muameledebulunması ge­rekir. Kadın, kocasının bilhassa anne ve babasına karşı iyi dav­ranmalıve gerek kayınvalidesinin gerekse kayınpederinin kendi­sine yaptığı eziyetleresabretmelidir. Çünkü hiçbir zaman ateş ateşle söndürülmez. Kadın, kocası vekocasının ailesi ile arasında çıkan tartışmalarda nefsine ha-kim olmalıdır.Böyle hareket ettiği zaman kadın, hem Allah’ın rıza­sını kazanmış olur hem dekocası­nın gözünde değerini muhafaza et­miş olur. Bu hususta kadının çok titizdavranması gerekir. Bakın Al­lah’ın Rasûlü başka bir ha­dislerinde şöylebuyurur:

"Eğerbir insanın başka bir insana secde etmesini em­retseydim; üzerindekihaklarından dolayı, kadının ko­casına secde etmesini emrederdim."

(Ebu Dâvûd, Tirmizî)

Bir kadınAllah’ın Resûlüne gelerek şöyle dedi: "Ey Allah’ın Rasûlü ben sanakadınların temsilcisi olarak geldim. Allah erkek­lere cihadı farz kıldı. Eğermuzaffer olurlarsa ecir kazanırlar, yok eğer şe-hid olurlarsa Allah katındadiriler olarak rızıklandırılırlar. Ama biz kadınlar ise sadece onlara hizmetediyoruz. Bundan do­layı bize ne sevap var? Bize de bir şey var mı?” diyesordu. Bunun üzerine Al­lah’ın Rasûlüşöyle buyurdu:

"Bütünkadınlara şöylece haber ver! "Kadının ko­ca­sına itaat etmesi veüzerindeki kocasının hakkını kabul etmesi, kadına aynen cihad sevabı gibi sevapka­zandırır. Lâkin kadınların çoğu bunu yapmaz."

(Bezzâr, Taberânî)

Görüyormusunuz, aslında kadının cihad sevabına ulaşması ve Rabbinin rızasını kazanarakcennete gitmesi erkek­lerden daha kolaydır. Ama maalesef kadınların pek çoğubundan gafildirler. As­lında kocalarının Allah’ın dini adına yapacağı hiz­metlerintümünde kadınların da payı vardır ama kadınların pek çoğu maalesef bununfarkında olmadığı için kocalarını bu tür hiz­metlerden engelleyip hepyanlarında tutma savaşı vermektedirler. Kocaları sanki Allah’a değil dekendilerine hizmet için varmış gibi, onları hep kendi hizmetlerinde kullanmanınkavgasını vermekte­dirler. Halbuki müslüman bir kadın, birlikte sevaplar ka­zanmaküzere kocasını bir an bile evde boş dur­durmayarak, Al­lah’ın dinine hizmetadına birilerine gönderme gayreti içinde olma­lıdır. Çünkü sonunda elde edilecekmükâfat her ikisinin de defte­rine yazılacaktır.

Yine başkabir hadislerinde Allah’ın Rasûlü:

"Kocasınaitaat etmeyen kadının namazı kabul olun­maz"

Buyurur. (Taberânî, Hakim)

Yinekendisine bir şeyler sormaya gelen bir kadına Allah’ın Rasûlü şöyle buyurdu:

"Senkocana nasıl davrandığına bak ey kadın! Çün-kü o senin cennetin veyacehennemindir."

(Ebu Dâvûd,Nesei, İbni Mace)

"Dünyadakadın kocasına eziyet vermeye başla­dığı zaman, o kocanın cennetteki hûrilerdenolan zev­celeri şöyle derler: Ona eziyet etme! Allah seni kahret­sin! O se­ninyanında geçici olarak duruyor. Bir müddet sonra se­nin yanından ayrılıp bizimyanımıza gelecektir.

(Tirmizî,İbni Mâce)

YineAllah’ın Rasûlü buyurur ki:

"Kim,kocası kendisinden razı olarak ölürse o cen­nete gider."

(Tirmizî)

"Kocakarısını döşeğine çağırdığı zaman, kadın ha­yır deyip gelmezlik yaparsa vekocası da bu yüzden ona kızgın olarak sabahlarsa melekler o kadına lânet ederler."

(Buhârî, Müslim)

"Kocasınınevinden izinsiz çıkan kadın, tekrar evine dönünceye veya tevbe edinceye kadarmelekler ona lânet ederler."

(Taberânî)

Kadının,erkeği için süslenmesi gerektiği gibi, erkeğin de karısı için süslenmesigerekir. İbni Abbas der ki: "Karımın benim için süs­lenmesi gibi ben deonun için süslenirim. Çünkü Rabbim Kur’anında şöyle buyurmaktadır:

"Erkeklerinkadınlar üzerinde hakları olduğu gibi ka­dınların da erkekler üzerinde haklarıvardır."

Kadın veerkek İslâmî sorumluluk noktasında aynı konumda­dır­lar. Allah’ın kendilerindenistediği emirler, farzlar ve haramlar husu­sunda insan olarak kadının erkektenhiçbir farkı ve eksikliği yoktur. Kur’an’ın ifadesine göre zina eden, hırsızlıkyapan bir kadın bunları yapan erkek gibidir. Her ikisine de aynı had ce­zası uygulanır.Yine saliha bir kadın, salih bir erkek gibidir. Yaptık­ları karşılığında heriki­sine de hazırlanan cennet, aynı cennettir. Erkeğin namazının, orucu­nun,sadâkatinin ve iffetinin karşılığı ka­dınınkinin karşılığından faklı değildir.Yâni kullukları ve sorumlu­lukları açısından kadın ve erkek birbirine eşittir.Lâkin aile içindeki müşterek sorumluluklarına gelince; Rabbimiz her birine ayrıayrı roller biçmiştir. İşte Rabbimiz tarafından kendilerine biçilen bu rolgereği olarak, erkeğe şahsi ve malî konu­mundan ötürü bir imtiyaz vermiştir.Bunu Nisâ 34 âyetiyle anlatır:

"Erkeklerkadınlar üzerine kavvamdırlar.

Peki nedirbu kavvam oluş? Zâlimdir! Despottur! Ezicidir! Aşağı­layıcıdır! Horlayıcıdır!Üsttedir! Alttadır! Yandadır! Kenarda­dır! Değil. Ya ne? Hani İslâm’ın toplumunnüvesi dediği aile var ya, bunu bir birim kabul eder ya İslâm toplumda, işte oailede er­keğe bir fonksi­yon yükler ya İslâm, işte bu anlamadır kavvam. Yânirol anlamına, şe­ref anlamına, kahır anlamına ve görev anlamına­dır bu kavvam.Yâni kadınlar üzerinde bekçi ve muhafız anlamı­nadır bu kavvam. Yâni ka­dınlarüzerinde hizmetçi olmadır bunun mânâsı. Kadınları eğitme, ye­tiştirme ve ateştenkoruma görevidir. Kadınların hayatına karışma; ama onların Allah’ın emanetioldukla­rını bilmedir kavvam. Veya on­lardan sorumlu olma görevini üstlenmedir.Bakın bu kelime Nisâ sû­resinde bir daha kullanılır:

"Eyiman edenler! Hak üzere durup adâleti ye­ri­ne getirmeye çalışan kavvamlarolun!"

(Nisâ: 135)

Yâni eyiman edenler siz de toplumda bulunduğunuz ko­num-da, bulunduğunuz makamdakavvamlar olun! İnsanlara, hay­van­lara, bitkilere, hattâ taşlara, cansızcemadâtlara karşı kavvamlar olun. Onlar nerede kullanılmalıysa, hangi konumdatu­tulmalıysa onları o makamda tutarak kavvamlar olun, buyurulmaktadır.

229:"Boşamaiki defadır. (Ondan sonra) kadını ya iyilikle tutmak ya da iyilikle salmakvardır. Kadınlarınıza verdiğiniz mehirlerden bir şeyi geri almanız size helâlol­maz. Meğer ki karı ile koca Allah’ın emirlerini yerine geti­rememektenkorksunlar. Eğer siz de onların Allah’ın emirlerini yerine ge­tiremeyeceklerindenkorkarsanız, ka­dının ayrılmak için fidye vermesinde ikisine de günah yoktur.Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Onları aşmayın! Her kim de Allah’ın sınırlarınıaşarsa işte onlar zâlim­lerin ta kendileridir."

Âyet-ikerîme cahiliye döneminde yaşanan çok çirkin bir âdeti kaldırmayı hedefler.İslâm’dan önce bir koca, karısını dilediği zaman, dilediği kadar boşardı.Karısına kızdığı zaman onu boşar ve işine gel­diği zaman da onu geri alırdı.Âdeta kadın erkeğin elinde oyuncak ko­numundaydı.

Bu, keyfema yeşa boşama konusunda herhangi bir sınır ol­ma­dığı için sık sıktekrarlanırdı. Adam boşar, sonra iddeti bitme­den onu tekrar geri alırdı. Budurumda kadın ne tamamıyla evli ne de be­kardı. Ne doğru dürüst onunla evlilikilişkisi vardı, ne de bir başkasıyla evlenebilecek bir özgürlüğe sahipti. Neevli ne bekar; böyle bir zulüm yaşıyordu kadınlar. Nesâi’nin rivâyetine göre:

İşte biradam karısına zulmetmek için: "Seni himayeme alma-yacağım! Serbest debırakmayacağım!" dedi. Kadın: "Bunu nasıl ya­pacaksın?" diyesorunca da: "Seni boşayacağım. İddetin bitmesine yakın tekrar alacağım veböylece sana çektireceğim!" deyince, kadın Rasulullah Efendimize gelerekşikâyette bulundu. Bunun üzerine işte bu âyet-i kerîme nazil oldu deniyor.

"Talâk(boşama) iki defadır.

(Nesâî)

Demek ki buâyet, bu tür bir zulmü ortadan kaldırmak için gel­miştir. Kadın erkeğin elindebir oyuncak değildir. Bütün bir evli­lik sü­resi içinde koca karısını, ancakiki kere boşayabilir. Bundan sonra ne zaman ki onu üçüncü defa boşamışsa, artıkondan ta­mamen ayrılmış demektir. Yâni bir erkeğin karısına tekrar döne­bileceğiboşama, an­cak iki defa olan boşamadır. Üçüncü defa bo­şandı mı, artık oerkeğin kadını tekrar nikâhı altında tutma hakkı kalmamıştır. Üçüncü defa da boşandımı, artık o kadın başka bir erkekle normal bir evlilik kurar ve bu evlendiğierkekten de boşa­nırsa, ancak o zaman eski kocasına dönme hakkı doğabilir.

Boşanmakİslâm’da sevilmeyen, Allah’ın istemediği çok zor bir şeydir. Ama buna rağmeneğer taraflar anlaşamıyorlar, birbirlerine ta­hammül edemez ve birbirlerinikırıp dökecek bir duruma gelmişlerse, o zaman elbette birbirlerine işkenceçektirmelerinin ve kulluklarını tehlikeye düşürmelerinin de anlamı yoktur.Güzellikle ayrılırlar ve her ikisi de sevebilecekleri, anlaşabilecekleribirileriyle evlenebilir­ler. Rabbi-miz buna imkân tanımıştır.

Ancak iyice düşünmeden fevriolarak verilmiş kararları tekrar gözden geçirmek ve her aşa­mada geri dönüş vebarışma kapısını açık bırakmak üzere Kur’an güzel bir boşanma şeklini şöyletarif eder. Sünnete uygun boşama şöyle olacaktır: Kadın ay başını bitirip temizlendiktensonra cima yapmadan kocası onu bir talâkla boşar. Bu boşamadan sonra koca bekler.Bu beklemenin se­bebi şudur. Belki erkek de kadın da pişman olabilirler. Erkekboşadı­ğına kadın da boşan-dığına piş­manlık duyabilirler. Kadın böyle bir du­rumdabelki kocasının iste­yip de yapmadıkları konusunda bir daha düşünerek kendihaksız­lığını anlamış ve pişman olmuş olabilir. Her iki taraf da pişmanlık duyarakbundan sonra boş yere birbirimizi kırma­yalım! Birbirimizi üzmeyelim! Aramızdaanlaşamadığımız çok ciddi konular da yok, basit şeyleri böyle büyütmeyelim,diyerek tekrar bir­birlerine sarılıp beraber olmaya karar verebilirler.

İşte bunun için İslâm, bu aradakadının koca evinde kalma­sını emreder. Durumu tekrar gözden geçirebilmeleriiçin kadın koca evin-de durmalıdır. Çünkü Allah bu evliliğin hemen sona er­mesiniis­te-miyor. Ani verilmiş, fevri verilmiş bir kararla, ya da kız­gınlıkla veril­mişbir kararla bu işin bitmesini istemiyor Rabbimiz. Kadın tek talâkla boşanmışama koca evinde. Koca evinde aynı evde, aynı odada; ama ayrı yataktalar.Yemeklerini yine beraber yiyorlar, kadının nafakası yine kocaya ait; ama sadececinsel ilişki yok.

Eğer her iki taraf da buboşanmadan pişman olmuşlarsa he­men iddet içinde dönerler, barışırlar ve biteriş. Ama boşanmaya ka­rarlılarsa, her şeye rağmen boşanmak istiyorlarsa o zamanka­dın ikinci defa hayız görür ve ondan da temizlendikten sonra koca onu ikincidefa tek talâkla boşar. Ve yine bekler. Yine kadın koca­sının evindedir, yinetekrar düşünme zamanı vardır önlerinde, pişmanlık duyarlarsa yine henüzbirbirlerine dönüş imkânları var­dır. Ama buna rağmen yine de boşanmayıdüşünüyorlarsa kadın üçüncü defa hayız görür; bu hayızdan da temizlendikten sonrakoca onu üçüncü defa boşar ve böylece bu evlilik sona ermiş olur.

İşte İslâmî boşama, sün­neteuygun boşama budur. Evet boşama kaçınılmaz hale geldiği za­man, birlikte yaşamaimkânı kalmadığı zaman koca karısını böyle bo­şayabilir.

Lâkin şimdibizim ülkede bu uygulanmıyor. Kadın, kocası ta­ra­fından bir talâkla boşandığızaman hemen babası ve ailesi ta­rafından kocanın evinden alınıp babasının evinegötürülüyor. Ka­dını da erkeği de kendi başlarına bırakmıyorlar ki, düşünüptekrar ciddi bir karar ve­rebilsinler. Sanki bu evliliği bitirmeye kastetmişler gibi hemen apar topar kadını alıp gidiyorlar ve bir daha düşünüptaşınıp da geri dönüş imkânı bırakmıyorlar. İşi kavgalara vardırıp âdeta boşanmayıhızlan­dırmaya çalışıyorlar. Bu gerçekten çok kötü bir âdettir bizim memle­kette.

Bir deyine, bizde çok yaygın bir boşama biçimi daha vardır; ona da bid'i boşama,bid'at boşama denir. O da kişinin, karısını ha-yızlı veya loğusa ikenboşamasıdır. Ya da bir çırpıda, bir tek sözle üç defa boşamasıdır. Üç talâkı dabir kerede ve aynı anda, aynı mec­liste yapan cahiller de bilelim ki, bu Allahkanununa karşı çok büyük bir günah işlemektedirler. Allah’ın Resûlü’ne bir adamın,karısını böyle üç talâkla birden boşadığı haberi verilince Rasulullah şöyle bu­yurdu:

"Benaranızda olduğum halde Allah’ın kitabıyla na­sıl oynuyorsunuz?"

Allah’ınResûlü’nün bu ifadesi etrafındakilere öyle tesir etti ki, aralarından birikalkıp: "Ey Allah’ın Rasûlü bunu yapan kişiyi öldüre­yim mi?" Diyebağırdı.

(Nesâî)

Ani birsinirlenme sonucu, fevri bir karar sonucu, he­men üç talâ­kın üçünü de sıyırıpatan bu insanlar, çoğu kez piş­manlık duyup çareler armaya koşarlar. Allah’ınRasûlü bu şekil­deki boşamayı ya­sak-lamıştır. Hattâ Hz. Ömer bu şekildekadınla­rını boşayanlara kamçı ce-zası vermiştir. Bu şekildeki bir boşama günaholmasına ve yasak­lan-mış olmasına rağmen maalesef ge­çerlidir, yâni böylekadınlarını boşayanların, kadınları kendilerinden boş olmuş demektir.

İster böylebid'at biçimde bir çırpıda olsun, isterse sünnete uy­gun olarak ayrı ayrızamanlarda boşamayla olsun, bir kişi karı­sını üç talâkla boşadı mı, artık buerkeğin bu kadını tekrar kendine döndür­mesi; ancak bu kadının başka birerkekle evlenip ondan boşanması ile mümkün olabilir. Evlendiği bu ikincierkeğin kendi hür iradesiyle boşaması ve bir de bu kadının tekrar eski kocasınadönme rızası şarttır. Eğer ikinci kocasından boşanan kadın eski kocasına dönmekisterse, tekrar nikâh ve mehirle evlenebilir.

Top­lumda hülle diye anla­tılanbir anlayış vardır; bunun İslâm’la uzak ve yakından bir ilgisi yok­tur. BakınHz. Ayşe annemiz rivâyet et­miştir. Rıfaa El-Kurazi’nin karısı Allah’ın Resûlü’negelerek şöyle dedi: "Ey Allah’ın Rasûlü! Rıfaa beni üç talâkla boşadı. Bende Abdurrah-mân Bin Zübeyr El-Kurazi ile ev­lendim. Fakat onun er­keklik uzvubir elbise parçası gibi..." Bunun üze­rine Allah’ın Rasûlü:

"Galibatekrar eski kocan Rıfaa'ya dönmek isti­yor­sun, fakat bu olmaz. İkinci kocanAbdurrahmân la cima-nın tadını hissetmedikçe eski kocana dönemezsin."

Buyurdu. (Buhârî, Müslim, EbuDâvûd, Tirmizî, Nesei)

Bu ikiboşamadan sonra ya iyilikle tutmak ya da güzel­likle salı­vermek vardır. Âyet-ikerîmedeki "İyilikle tutmak" tan kasıt ric'i talâkla boşadığıkarısını iddet içinde kendisine döndür­mesi, "Güzellikle salı­vermesi"de kocanın istemiyorsa, kadını ken­disine döndürmemesi ve ona zarar vermemekiçin hemen iddeti biter bitmez onu salıvermesi anlamına gelmektedir.

Allah böyleistiyor ama bugün bizim İsviçre’den devşirilmiş olan medeni kanunda bununtamamen aksine bir zulüm işlemek­tedir. İsviçre halkı Katolik olduğundan onlarınkanunlarında bo­şanma diye bir şey yoktur. Bir kadınla bir erkek bir kereevlendiler mi artık hiçbir zaman boşanamıyorlar. Birbirlerini ister sevsinlerister sevmesinler fark etmez. Eğer sevmiyorlarsa her iki taraf da başkalarıyladurumu idare etsinler ama boşanma olmasın diyorlar. Sadece nesep belli ol­sundiye evliler güya ama ayrı yaşıyorlar. Kırk yılın başında bir enayi bulduk! Birdaha nereden bulacağız böyle bir enayiyi? Sen durumu başkalarıyla idare et, amabu ka­dınla beraber görün! diyorlar. Hem evli hem bekar adamlar. Kimin elikimin cebinde belli değildir. Fuhuş, ahlâksızlık adam boyu yük­selmiş. Bizde debazen böyle on beş yıl önce boşanmaya müra­caat edip de henüz boşanamayaninsanlar çoktur.

Bu insanlargeçinemeyeceklerini anlamışlar ve çoktan ayrıl­mış­lar. Ayrılmışlar ama resmenayrılmadıklarından her iki taraf da ev-lenemiyorlar. Şimdi ne yapsın buadamlar? Batıdakiler gibi zina mı etsinler? Burada da yükselsin mi hayasızlıkadam boyu? Bu memle­keti de bir kâfir ülkesine benzetmek isteyen adamlaryıllardır bu zulmü işlemektedirler. Allah müslümanlara basîret ver­sin, şuurversin inşal­lah.

Rabbimizbundan sonra da kadınlarını boşamış kocalara şöyle seslenir:

"Kadınlarınızaverdiğiniz mehirlerden bir şeyi geri almanız size helâl olmaz. Meğer ki karıile koca, Allah’ın emirlerini yerine getirememekten korksunlar."

Âyet-ikerîmeye göre karısını boşayan bir koca daha önce karı­sına vermiş olduğumehiri ve evlilik hediyelerini geri isteme hak­kına sahip değildir. Yâni eykocalar! Kadınlarınızı nikâhlarınız altında tutmaya zorlamak için verdiğinizmalları veya daha fazla­sını geri al­mak için onlara eziyet vererek nikâhınızaltında tutmaya çalışmayın! Yâni sizden kurtulmak için mehirlerini ya da dahafazlasını size vermek mecburiyetinde tutmayın onları! Bu doğru değildir, buyuruluyor.

Aslındabirine verilen hediyenin geri alınmaya kalkılması çir­kin bir şeydir. Allah’ınRasûlü bunu yapan kişiyi kustuğunu ya­lamaya ça­lışan kişiye benzetmiştir.Bilhassa bir zamanlar birbirle­rine katılıp ka­rışmış karı kocanın daha öncebirbirlerine verdiği hediyeleri geri iste­meleri gerçekten çok utanç verici birşeydir.

"Eğer siz de onların Allah’ınemirlerini yerine ge­ti­remeyeceklerinden korkarsanız, kadının ayrılmak içinfidye vermesinde ikisine de günah yoktur."

Bu boşamaisteğinin koca tarafından gerçekleştirildiği za­man böyledir. Ancak boşanmaisteği kadın tarafından gerçekleş­miş ve er­kek olarak siz ona eziyetvermediğiniz halde, ayrılmak için kadın size işkence çektirmeye başlamışsa veyasize itaat et­miyorsa ve bu evliliği devam ettirmek her iki taraf için degünaha sebep olacak noktaya gel-mişse, o zaman boşanma karşılığındakadınlarınızın vermiş oldu­ğu malları almanızda bir sakınca yoktur. Aksinebirbirleriyle geçine­me-dikleri bir durumda kadının kendisini boşaması içinkocasına bir şeyler vermesi de caizdir. Kadının is­teğine dayanan bu türboşanma­larda koca hem karısına verdiği mehri alabildiği gibi daha fazlasını daalması mümkündür.

Sabit BinKaysın hanımı Allah’ın Resûlü’ne gelerek: "Ey Al­lah’ın Rasûlü, kocamlabir arada hayat sürmem mümkün değil! Al­lah’a yemin ederim ki, onun ne ahlâkınıne de dinini beğenmiyor deği­lim. Fakat İslâm’dan sonra küfre dönmek ve kâfirolmak da istemiyo­rum! Evimin bahçesinden kocamın bir kaç kişiyle gel­mekteolduğunu gördüm! Onlar içinde kocamı rengi en siyah, boyu en kısa ve yüzünü deen çirkin olarak gördüm! Onu bir türlü sevemedim!" dedi. Bu sıradakarısının bu sözlerini dinleyen Sabit Bin Kays: "Ya Rasûlallah! benmalımın en iyisi olan bahçemi mehir olarak ona verdim! Eğer beni is­temiyorsabahçemi geri ver­sin, ben de onu boşayayım!" dedi. Bunun üzerine Allah’ınRasûlü o kadına şöyle buyurdu: "Kocanın dedik­lerine ne dersin?" Kadın evet daha fazlasını da veririm! deyince Allah’ın Rasûlüiki­sini birbirinden ayırdı."

(Buhârî, Nesei)

Eğer böylebir kadın kocasına belli bir fidye vererek onu ken­dini boşamaya ikna ederse,bunun adına İslâm fıkhında hulû denir. Ve kocanın razı olması şartıyla bu boşanmageçerlidir.

"BunlarAllah’ın sınırlarıdır. Onları aşmayın! Her kim de Allah’ın sınırlarını aşarsa,işte onlar zâlim­lerin ta kendileridir."

BunlarAllah’ın hudududur. Rabbimiz aynı sûrenin orucu anla­tan bölümünde de; “iştebunlar Allah’ın sınırlarıdır! Sakın onlara yak­laşmayın!” deniliyordu. Buradada boşanmadan sonra aynı ifade kul­lanılıyor. Birincide yaklaşmaktan menediliyor, ikinci­sinde de bu sınır­ları aşmaktan men ediliyor. Rabbimizyarattığı in­sanın nasıl hareket etmesi gerektiğini, her alanda neler yapmasıgerektiğini açık açık ki­tabında bildirmiştir.

İşte insanlar Allah’ın istediğigibi hareket ederler, hayatlarını vahiy kaynaklı düzenlerlerse çok rahatederler. Ama Allah’ın kendi­leri için belirlediği bu sınır­ların ötesine veyaberisine aşmaya baş­ladılar mı, hem kendilerine hem de çevrelerine zulmetmeyebaş­lamışlar hem ferdi hayatlarını, hem de toplumsal hayatlarını ya­şanmaz birazap haline getirmişler demektir.

Sûrenin geriye kalan âyetlerinitanıyabilmek için 3. ciltte buluşmak üzere velhamdü lillahi Rabbil’ âlemin.

İKİNCİCİLDİN SONU

Bakara Suresi 6.Bölüm (2024)
Top Articles
Latest Posts
Article information

Author: Jonah Leffler

Last Updated:

Views: 6519

Rating: 4.4 / 5 (45 voted)

Reviews: 84% of readers found this page helpful

Author information

Name: Jonah Leffler

Birthday: 1997-10-27

Address: 8987 Kieth Ports, Luettgenland, CT 54657-9808

Phone: +2611128251586

Job: Mining Supervisor

Hobby: Worldbuilding, Electronics, Amateur radio, Skiing, Cycling, Jogging, Taxidermy

Introduction: My name is Jonah Leffler, I am a determined, faithful, outstanding, inexpensive, cheerful, determined, smiling person who loves writing and wants to share my knowledge and understanding with you.