194:”Haram ay, haram ayakarşılıktır. Hürmetler karşılıklıdır. Ama kim bu aylarda sizin üzerinizesaldırırsa, onun size saldırdığı gibi siz de onlara saldırın. Allah’tan sakınınve bilin ki Allah sakınanlarla beraberdir."
Haramaylarda savaş yoktur. Kâfirler bu haram aylarda sizinle savaşmıyorlarsa direktolarak siz de bu aylarda onlara hücum etmeyin. Haram aylar bugün devarlıklarını devam ettirmektedirler. Haramaylar Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep aylarıdır. Göklerin ve yerinyaratılışından beri haram olan bu ayları Rabbimiz tarih boyunca her ümmeteharam olarak takdim buyurmuştur. Hattâ Mekkeli müşrikler kendileri çok çirkinşeyler yaparak yoldan sapmalarına rağmen bu haram ayların hukukuna riâyetederek, bu aylarda savaş yapmıyor-lardı. Gerçekten bu aylarda emniyet ve sükunhakim oluyordu. Ama haddi zatında Allah yasası, İslâm yasası olan bu yasayı AllahRasûlü de Mekke’de aynen korudu ve insanlara bu yasaya uymalarını öğütledi.Ama Allah buyurur ki:
"Amakim bu aylarda sizin üzerinize saldırırsa, onun size saldırdığı gibi siz deonlara saldırın."
Haramayların hürmetine riâyet edin, bu ayda savaşmayın; ama onlar, o kâfirler haramaylarda bu ayların hürmetini çiğneyerek sizlerle savaşırlarsa, o zaman sizlerde onlara hiç acımayın! Siz de onlara vurun! Diyor Rabbimiz. Çünkü:
"Birkötülüğün cezası ona denk bir kötülüktür."
(Şûra: 40) buyrulur.
Birtecavüze aynıyla karşılık vermek; aslında tecavüz değil, tecavüzün cezasıdır.Allah’ın Rasûlü Buhârî ve Müslim’deki bir hadis-lerinde şöyle buyurur:
"Kötülüğeilk başlayan daha zâlimdir."
(Buhârî iman 17)
Öyleysehürmetler, hürmetlere kısastır. Haram ay da haram aya kısastır. MüşriklerHudeybiye senesi Zilkade ayında müslüman-lara saldırarak bu haram ayınhürmetini çiğnediler ve siz de bu ayda onlara karşılık vererek aynı şekildeonlarla savaşmaktan sakınmayın deniyordu. Müslümanlar da bu ayda Mekke’ye girmişlerve bu âyet müşriklere: "İşte bu geçen senekine kısastır" diye açıkçahaber veriyordu.
Veya evetbu haram aylarda savaşmak yasaktır. Ama bu haram ayların birinde müslümanlarınhataen kâfirlerden birilerini öldürmelerinden söz ediliyordu. Yâni bu haramaylara ufak tefek yanılgılı bir şekilde yaklaşan, bu konuda ufak tefek hataeden müslümanların tavır ve davranışlarını da Rabbimiz kınamadı. Her ne kadarda bir yanılgıyla sizler bu haram aylarda bir savaş yaptıysanız da ötekilerkülliyen zaten bunu yapıyorlar buyurdu.
Mescid-i Haram, Mekke haramdı. O Mescid-i Haram’da kimseye kötülükyapılmayacak, hiç kimse incitilmeyecekti. Bütün insanlar orada rahat ve huzuriçinde bir hayat sürecekti. Herkes istediği biçimde çok rahat olarak inancınıyaşayacaktı. Allah böyle istiyordu, din böyle diyordu. Ama Allah’ın peygamberiAllah’ın mescidinde, Allah’ın hareminde, Allah’ın mülkünde kendisine hayathakkı tanınmayan bir durumla karşı karşıya bırakıldı. Allah’a inanmış Allah’ınkulları, Allah’ın evinde rahat bir şekilde Allah’a kulluk yapamayacak birduruma getirildiler. Mekke’de Allah’ın Kâbe’sinin yanı başında on üç yıl müs-lümanlarakan kusturdular. Orada hukuken hayvanlara bile ilişilme-mesi gerekirken,müslümanların kanlarını helâl kıldılar.
Şimdi bu adamlar hem haramayların kutsiyetini kabul etmesinler, hem Mekke’nin, Kâbe’nin kutsiyetini ihlâletsinler, ondan sonra da çıkıp müslümanlara, müslümanlar bugün haram olanRecebin sonu mu? Recep çıktı mı? Çıkmadı mı? Şüphe ederek ve bilmeyerekonlardan birilerini öldürdüler diye yaygarayı bassınlar. Bak, bak bumüslümanlar haram aylara riâyet etmiyorlar! Bunlar adam öldürüyorlar! diye.Hiç önemli değil! Diyor Rabbimiz. Zira müslümanların da öldürmeye hakları vardır.
Tamam biryanılgı olmuştur, öldürmemeleri gerekiyordu. Ama onlar on üç senedir müslümankanı akıtıyorlardı ya. Yahut şu anda bu haram aylara çok büyük kudsiyet atfedenbugünün yeryüzü kâfirleri, eğer fırsat bulsalardı yeryüzünde acaba bir tekmüslüman bırakırlar mıydı? İşte görüyoruz. Bosna kan gölü, Çeçenistan kan gölü,dünyanın her tarafında akan müslüman kanı.
BuradaKur’an’ın genel mantığına bakıyoruz. Kur’an hiçbir zaman savunmada değildir.Daima hücumdadır Kur’an. Zaten daima hücumda olan toplumlar galip gelecekler vesavunmada olanlar da mutlaka mağlup olacaklardır. Öyleyse bizim de içimizdeki ezikliğibu Kur’an âyetleri inşallah silecek ve biz sürekli kâfirler karşısında hücumdaolarak sürekli inanç dünyamızda galip olabilmenin izzet ve şerefiniyaşayabilmeliyiz.
Bu haram aylarda ilk başlayan siz olmamakşartıyla, onların size saldırdığı gibi siz de onlara hücum edin. Ama:
"Allah’tansakının ve bilin ki Allah sakınanlarla beraberdir."
Bilin kiAllah muttakilerle beraberdir. Haram aylarda mı savaşacaksınız? Takvayıunutmayın. Haram aylar çıktığında mı savaşacaksınız? Takvayı unutmayın.Kâfirlerle mi savaşıyorsunuz? Takvayı unutmayın. Onlar sizin egemenliğinizikabul etti de sulh mu yapacaksınız? Takvayı unutmayın. Allah huzurundaolduğunuzu, sürekli Allah kontrolünde bir hayat yaşadığınızı ve yaptığınız herşeyden hesaba çekileceğinizi unutmayın. Hayat budur zaten. Bakıyoruz, bu savaşâyetlerinin arasında bir infak âyeti:
195:Allahyolunda infak edin. Kendi ellerinizle ken-dinizi tehlikeye atmayın. İyilikyapın, ihsanda bulunun çünkü Allah muhsinleri sever."
Bir savaşortamından sonra birdenbire bir infak emriyle karşı karşıya geliyoruz. Hayatbudur işte. Savaş ve infak iç içice yaşanacak. Ölmek, öldürmek, sağ kalmak veinfak hayatın içinde olaylardır bunlar. Zaten Allah yolunda infak edemeyentoplumlar Allah için savaşmaya da güçleri yetmeyen toplumlardır. Vücutlarınındışındakileri harcamaya gücü yetmeyen insanlar, iç dünyalarını veyavücutlarını nasıl harcayabilecekler? Malını Allah yolunda veremeyen insanlarcanlarını nasıl verebilecekler? Cebimdeki on bin lirayı Allah için harcayamayanben, ömrümün on saatini yahut ilerde ömrümün tamamını nasıl verebileceğim?Halbuki Allah için savaşa girmek demek; ömrün tamamını fedâya hazır olmak demektir.Sormak lâzım; inandıkları Allah, uğrunda mal harcamaya değmeyen bir Allah olanbu insanlar, o Allah uğrunda canlarını nasıl fedâ edecekler? Bugün malımızınbeş on kuruşunu Allah için harcayamayan sen ve ben ömrümüzün tamamını isteyenbir savaş felsefesi içinde, bir savaş ortamı içinde kendimizi nasıl fedâedebileceğiz? Bu durumda hiç bir şey yapamayacak ve oturup kalacağız yerimizdeşu anda olduğu gibi. Bir şey yapamayız ki.
AmaAllah’ın ver dediği noktada yavaş yavaş verebilirsek, kendimizi vermeyealıştırırsak, o zaman ötekisini de vermeye kendi-mizi alıştıracağız demektir.Yâni bugün beş kuruşu, yarın on kuruşu, öbür gün yirmi kuruşu verebilirsekveya bugün bir saatlik, öbür gün iki saatlik ömrümüzü Allah’a verebilirsek,ilim öğrenmeye, din anlatmaya, hasta ziyaret etmeye verebilirsek, öbürsü günöyle bir duruma geliriz ki; tüm ömrümüzü Allah’ın dinine, müslümanların hizmetinefedâkarca infak edebiliriz. Ve nihâyet bir gün gelir de Allah bizden ömrümüzüntümünü isterse, malımızın tamamını isterse o zaman verebiliriz bunları. Amaben şu anda bir çay parasını bile veremiyorsam veya bir müslümanın dolmuş parasınıveya bir talebenin kitap parasını veremiyorsam, canım istendiği zaman ben bucanı nasıl verebilirim? Zaten devam eden âyette buyuruluyor ki:
"Kendiellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın"
Yâni Allahyolunda infak etmeyerek kendi kendinizi cehenne-me, tehlikeye atmayınbuyuruluyor. Bu âyetin pratikte uygulanmasının bir yorumunu, bir savaş anındanaklen sahabe bize şöyle anlatıyor: Kostantin muhasarasında Rasulullah’ın sahabelerindenEbu Eyyub el-Ensârî, yaşlı bir kişi. Allah’ın Rasûlü Medine’ye geldiği zamanevinde misafir kaldığı sahabe. Emeviler döneminde İstanbul’un fethi için gelir.
Bakıyor kimuhasara esnasında bazı kimseler sürekli ileri atılıyorlar ve şehidoluyorlar. Yanlarındaki bazı kimseler de diyorlar ki: Yapmayın böyle! Allahkendinizi tehlikeye atmayın! Diyor. Yok diyor Ebu Eyyub el Ensârî, bu âyetbizim için nazil oldu. Bu âyeti içinizde benden daha iyi bileniniz yoktur. BizMekke fethedildikten sonra, Arabistan müslüman olduktan sonra geldikRasulullah’a ve dedik ki: Ey Allah’ın Rasûlü, Mekke fethedildi, Arabistantamamıyla müslüman oldu, artık gücümüz kuvvetimiz zirveye ulaştı. Sulh sükunhakim oldu. İslâm egemen oldu. Artık bize müsaade et de biz şu işimize,aşımıza, ticaretimize, hurmalıklarımıza, tarlalarımıza dönelim! Dedik.Allah’ın Rasûlü şöyle buyurdu: Siz Allah yolunda cihadı bırakır da tarlalarınıza,ticaretinize dönerseniz kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmış olursunuz!Sonra da bu âyeti okudu. İşte âyetin mânâsı budur. Ve e- ğer gerçekten bizlerİşimize, aşımıza, dükkanımıza tezgahımıza döner de Allah yolunda cihadı terkedersek, kendi ellerimizle kendi kendimizi tehlikeye atmış olacağız. Halbukibize göre bizim kendi kendimizi tehlikeye atmamız, zarara uğramamamız,maslahata uygun rahat içinde bir hayatı kaybetmemiz demektir.
Öyleysecihadı bir kenara bırakıp mal mülk derdine koşmanız, tarla tapan derdine, evbark derdine, mark dolar derdine koşmanız sizin kendi kendinizi kendiellerinizle tehlikeye atmanızdır diyor Allah Rasûlü. Ebu Eyyub el Ensârî bununbu mânâya geldiğini anlatıyor. İşte savaş âyetlerinin ve savaş ortamının içinde,savaş âyetlerinden hemen sonra bizi infakla karşı karşıya getiren bu âyetinbilincine ermemiz gerekecek. Şu anda bizler belki fiilen bir savaş ortamında olmamaklaberaber, öyle miyiz değil miyiz o da tartışılabilir de, şu anda her ne kadarçevremizdeki kardeşlerimizin savaş ortamında oluşundan habersiz yaşayanbizler, belki fiilen bir savaş ortamının içinde olmamakla birlikte şu andahepimiz infak ortamı içinde bulunuyoruz. Ya da infak ortamında olabiliriz.
Yâni şu anda bizler hiç olmazsahayatımızı dünyaya bağım-lılıktan kurtarmak zorundayız. Uykuya bağımlılıktan,rahata bağımlılıktan, paraya bağımlılıktan, büroya, dükkana, tezgaha bağımlılıktankurtarmak zorundayız. Zaman imkânlarımızı, ömür imkânlarımızı, malimkânlarımızı yavaş yavaş fedâ etmeye alıştırmalıyız kendimizi. Ömrümüzün birbölümünü, meselâ 24 saatimizin 2 saatini müslümanların dirilişi meselesinefedâ edebilmeliyiz. Benim günlük zamanımın iki saati sizin içindir eymüslümanlar! diyebilmeliyiz. Kullansınlar bizi iki saat. Harcasın müslümanlariki saatimizi. Harcasınlar bizi. Kim harcarsa harcasın fark etmez. İhtiyarıkullansın, genci kullansın, kadını kullansın, erkeği kullansın, akrabam kullansın,babam, anam, komşum, arkadaşım kullansın fark etmez. Ama ben başkalarının olabileyimiki saat. Ve yirmi dört liramın iki lirası da başkalarının olsun. Ben onda hiçtemellük hakkı saymayayım. Varsa yirmi dört liramın iki lirasını da başkalarıkullansın ne çıkar bundan? Ben bugün iki saatimi vereyim de, ben bugün ikiliramı vereyim de, yarın öbürsü gün dörde, beşe çıkarayım. Eğer bugün ben bunubeceremezsem, bencillik yapar ve sadece kendim için yaşarsam ve paramı da hepkendime harcarsam, bir gün zorunlu olarak canımın istendiği bir ortamda,malımın tamamının istendiği bir savaş ortamında benim yapabileceğim hiç birşey yoktur. Allah yolunda infak edin:
"İyilikyapın, ihsanda bulunun; çünkü Allah muh-sinleri sever."
İhsan,hayatın herşeyinde ihsan. Hayatın her bir bölümünde ihsan isteniyor bizden.Savaşırken ihsan, öldürürken ihsan, ölürken ihsan, infak ederken ihsan, kurbankeserken, yerken, yedirirken, namaz kılarken, oruç tutarken, haccederken,savaşırken, barışırken hep ihsan isteniyor bizden. Yâni hayatı Allah çin yaşamakisteniyor. İhsan budur işte. Hayatı Allah için ve Allah’ın gördüğü şuuru içindeyaşamak. İşte Allah böyle kendisini görürcesine kendisine kulluk yapanlarısever. Allah’ın her ân ve her zaman kendisini kontrol ettiğine inanan ve herân Allah huzurunda bir hayat yaşadığı bilincine eren bir müs-lüman, elbette tümyaptıklarını Allah’a lâyık yapmaya çalışacaktır.
196:"Hacve umreyi de Allah için tamamlayın. Bundan engellenirseniz, yapamadığınız birşey olursa o vakit size kolay gelen kurbanı gönderin. Ama kurbanlar kurbanmahalline (Mina) varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Sizden kim hastaolur veya başından bir rahatsızlığı varsa ona oruç, veya sadaka, veya kurbandanfidye gerekir. Güven içinde olduğunuz zaman hacca kadar umre ile yararlanmakisteyene, temettû yapmak isteyene kolayına giden bir kurban kesmek gerekir. Kimkurban bulamazsa hacda üç gün, hacdan döndüğünüzde de yedi gün olmak üzere tamon günlük oruç vardır. Bu ailesi Mescid-i Haram’da olamayanlar içindir.Allah’tan sakının, bilin ki Allah cezası çok şiddetli olandır."
İşte hayatböyle. Bazen savaşırsın, bazen para harcarsın, bazen de hacca ve umreyegidersin. Hayat budur işte. Veya anında hacdan dönerken yolun değişiverir,memleketine döneceğin yerde Filistin’e, Mescid-i Aksa’yı kurtarmayadönüverirsin. Veya bakarsın bir gün şeytana attığın o taşları Filistinligaribanların arasında, onların attıkları hedefe atıverirsin. Bakarsın ki milyonlarcainsanın ellerinde taşlarla beraber kendilerine doğru geldiğini gören zâlimler,yıllardır kemik kırıp, kan içen zâlimler kaçacak delik aramaya başlamışlardırartık. Korktukları günün gelip çattığını anlamışlar ve korkudan ödleri patlamıştırartık. Ve artık yıllardır tüm dünyanın gözleri önünde kemikleri kırılan, kanlarıiçilen gözü yaşlıların yüzleri de gülmeye başlamıştır. Ve bu iş, o zaman çokkolay olur. O günler pek uzak olmasa gerek. İşte savaştan sonra bir infak veinfaktan sonra da bir hac âyeti.
Haccı veumreyi de Allah için tamamlayın! Haccı ve Umreyi düzgün yapın, ihsan içinde veAllah’a lâyık bir biçimde yapın! Zira hac, insan ömrünün bir kesitidir. İnsanhayatının bir maketidir. Hacla insan ömrü doğru orantılıdır. Hac anlaşılmışsa,hac Allah’ın istediği biçimde ifa edilmişse insan hayatı düzgündür. Hac anlaşılmadanyapılmışsa, hacda ihsan gerçekleşmemişse o zaman insan hayatı da bozuktur.Öyleyse haccı ve umreyi Allah için ve Allah’ın istediği şekil-de tamamlamakzorundayız.
"Bundanengellenirseniz, yapamadığınız bir şey olursa, o vakit size kolay gelen kurbanıgönderin."
Eğer haciçin yola çıktıktan sonra engellenirseniz, orada hapse filan girerek veya başkasebeplerle engellenirseniz, niyetlendiğiniz haccı gerçekleştiremezseniz, ozaman da kolayınıza gelen bir kurbanı kesin diyor Rabbimiz. Hacdan engellenmekonusunda iki görüş vardır: 1: Düşman tarafından konulan bir engeldir. Nitekimulemânın ifadesine göre bu âyet umre yapmak niyetiyle giderken Hudeybiye denenmevkie geldiklerinde Mekke’li müşriklerin Rasulullah’a ve beraberindekimüslümanlara Mekke’ye girme engeli koymaları üzerine nazil olmuştur. Allah’ınRasûlü burada ihramdan çıkıp kurbanlarını kesmiştir. 2: İkincisi niyetlenmişhaccı engelleyen herşeydir diyenler de olmuştur. Hastalık, düşman korkusu, yolemniyetsizliği, bineğin kaybolması, ölmesi, kadının yanındaki mahreminin ölmesigibi engel-lerdir. İbni Mes'ud’un rivâyetinde Allah’ın Rasûlü, Duba bintiZübeyr Binti Abdul Muttalib’in evine uğradı. O Rasulullah’a dedi ki: Ey Allah’ınRasûlü ben haccetmek istiyorum ama hastayım, ne yapayım? Allah’ın Rasûlübuyurdu ki: Haccet ve şöyle bir şart koş: Ben nerede hacdan ala konursam oradaihramdan çıkarım. (Buhârî ve Müslim)
"Amakurbanlar kurban mahalline (Mina) varıncaya kadar başlarınızı tıraşetmeyin."
Hastalık sebebiyle düşman sebebiyle veya başkabir şeyler sebebiyle engellendiğiniz zaman kişi kurbanını ya Haremi Şerife gönderir,ya da bulunduğu yerde kurbanını keser. Yâni bir zaman ihramdan çıkıpbaşlarınızı tıraş etmeyiniz. Arafat, Müzdelife, sonra kurban kesme mahalli olanMina’ya varıncaya kadar saçlarınızı tıraş etmeyin.
Bu âyetle alâkalı kimileri Mescid-i Haram’a bir kurbanveya bedelini mutlak göndermelidir demişler. Çünkü kurbanın ulaşacağı yer konusundaMâide’de şöyle buyurulur:
"Kâbe’yeulaşacak bir kurbanlık.."
(Mâide: 95) Âyetinin delâletinegöre harem bölgesi kastedilmiştir. Kimileri de kişinin bulunduğu yerde kurbanınıkesmesi de caizdir demişler. Nitekim Allah’ın Rasûlü Hudeybiye’de kurbanlarınıkesmiştir. Hudeybiye harem bölgesinin dışındadır. Yukarıda ifade ettiğim şartkoşma hadisi de buna delildir Allahu âlem.
"Sizdenkim hasta olur veya başından bir rahatsızlığı varsa ona oruç, veya sadaka,veya kurbandan fidye gerekir. "
Yâni kişiihzar durumunda iken, hacdan engellenmiş durumu yaşarken hasta olur, ameliyatedilecek olur, başından veya vücudunun herhangi bir yerinden tıraş yapılmakzorunda kalırsa, zamanından önce tıraş olduğundan dolayı o kişiye oruç tutmasıveya sadaka vermesi veya kurban kesmesi vacip olur. Bu tercihi Rabbimiz kişininkendisine havale etmiştir.
İslâm’datıraş önemlidir. Çünkü tıraş hayata yeniden, yenibaş-tan dönmek gibidir. Yânibir kişinin ihrama girip de Mina’da geceleyip ertesi sabah Arafat’a çıkıp,ertesi akşam Arafat’tan Müzdelife’ye doğru yürüyüp ve sabah namazından sonra daMina’ya, savaş alanına doğru gitmesi, orada şeytanlarla karşı karşıya gelmesianına kadar artık tamamen dünyayla irtibatını kesmiş, varlığını bitiripsıfırlamış, hiç bir şeyi kalmamış, herşeyi Allah için olmuş. Arafat’ta irfanaulaşıyor, Allah için öğreniyor, Meş’ar’de bu öğrendiklerinin Allah için bilincineeriyor, öğrendiklerini şuur haline getiriyor ve Mina’da da bu öğrendikleriniAllah’a kulluk adına uygulamaya koyunca karşısına çıkacak tüm engelleri kurbanetme noktasına ulaşıyor, kurban ediyor. Bambaşka bir dünyada, bambaşka bir hayatınmaketini yaşıyor. Ve ondan sonra da ihramdan çıkarken başını tıraş ederektekrar dünyaya, eski hayatına dönüyor. Orada yaşadığı bu sembol hayatla bumaket hayatla dünyaya dönüyor. Yâni orada pratikte uyguladığı bir hayatbilgisi ve bilinciyle tekrar hayata dönüyor. Ve onu aynen bundan sonraki hayatındauygulamak bilinciyle hayata dönüyor. Artık bir ömür boyu o hayatın aynınıgerçekleştirmek zorundadır. İşte model bir hayattan, maket bir hayattanyeniden hayata dönmenin başlangıcında kişi, başını tıraş edecektir. Evet,orada Rabbimiz bize sunduğu, bize yaşattığı o maket hayatın aynısını bir ömürboyu yaşamamızı istiyor. İşte bundan sonraki tüm hayatınız buradaki gibi olsundiyor.
¬
"Güveniçinde olduğunuz zaman hacca kadar umre ile yararlanmak isteyene, temettûyapmak isteyene kolayına giden bir kurban kesmek gerekir."
Temettuhaccına niyet eden kişi kurban kesmek zorundadır. Ama herkimin de bu kurbanıkesmeye gücü yetmezse:
"Kimkurban bulamazsa hacda üç gün, hacdan döndüğünüzde de yedi gün olmak üzere tamon günlük oruç vardır. Bu ailesi Mescid-i Haram’da olamayanlar içindir.Allah’tan sakının, bilin ki Allah cezası çok şiddetli olandır."
Kurban kesmeye gücü yetmeyen kişi de hac esnasında,yâni kurban bayramından önce üç gün oruç tutacak ve memleketine döndüktensonra da yedi gün oruç tutacak, böylece on gün oruç tutması gerekecektir.
197:"Hacbelli aylardadır. Kim bu aylarda haccı kendisine farz ederse, hacda kadınlacinsi birleşme, fısk ve cidal yoktur. Hayırdan ne yaparsanız Allah onu bilmektedir.Azık da alınız, azıkların en hayırlısı takva azığıdır. Ey akıl sahipleri bendensakının."
Kimileri buhac belli aylardadır ifadesini yanlış anlamaya çalışıyorlar. Efendimistediğimiz zaman hac yapabiliriz, baksana Allah hac belli aylardadırbuyuruyor, öyleyse dilediğimiz zaman dilediğimiz aylarda hac yapabiliriz bundahiç bir mahzur yoktur diyorlar. Halbuki durum böyle değildir. Hac aylarıŞevvalden sonra başlıyor. Şevval hazırlıktır, Zilkade bu hazırlığın zirveyeçıkmasıdır ve Zilhicce de hac aylarıdır. Ve böylece Rabbimizin zikrettiği aylarbunlardır diyoruz hazırlık dönemiyle birlikte son safha olarak.
Yine Tevbesûresinde:
“...Büyükhac günü, Allah ve peygamberleri, insanlara ilan eder.
(Tevbe 3)
Diye birgünden söz ediyor Rabbimiz. İşte o belli gün Zilhiccenin dokuzuncu günüdür.Allah’ın rasûlu de "O gün Arafa’dır" diyor. Buna göre hiçbir zamanbir müslümanın Zilhiccenin dokuzunun dışında bir günde Arafat’a çıkıp hacyapabilirim diye bir söz söylemeye hakkı ve selahiyeti yoktur.
Efendimişte insanlar çoğaldı, hacda izdiham oluyor, artık bu hac işini diğer aylara dayaymak zorundayız. Kimimiz Muharrem ayında, kimimiz Zilhiccede hac yapabilmeliyizdemeye kimsenin hakkı yoktur. Hac bellidir, hac ayları da bellidir. Bu yasaHz. İbrahim döneminde belirlenmiştir, Rasulullah (a.s) döneminde de bu yasaaynen pratikte uygulanmıştır. İlk önce Hz. Ebu Bekir Efendimiz bunu pratiktegöstermiş, sonra da Allah’ın Rasûlü veda haccında bizzat bunu pratikte göstermiştir.Bundan sonra artık hiç birimiz istediğimiz zaman hac yapabiliriz diyemeyizkıyamete kadar.
"Kimbu aylarda haccı kendisine farz ederse, hacda kadınla cinsi birleşme, fısk vecidal yoktur."
Yâni kimihramını giyer de hacca karar verip başlarsa; artık onun için refes, fısk vecidal haramdır. Yâni kim ki hac aylarında haccetmek niyetiyle binitini veazığını hazır ederek haccı kendisine farz ederse. Rasulullah efendimizin birhadisinden öğreniyoruz ki; bir müs-lümana haccın farz olması için iki temelşart vardır. Bunlardan birisi azık diğeri de binittir. Binit ve azık. Binitive azığı olan kişiye hac farz olmuştur. Bir merkebi, yahut atı veya devesi veyabir bisikleti, motosikleti veya arabası olan ve de yolda yiyebileceği kadarişte üç beş kilogram yağı ve bulguru olan kimseye hac farz olmuştur. Altı aydada bu şekilde varıp gelebilecek bu imkânı olan kişiye Allah ve Resûlüne görehac farzdır. Eskiden atalarımız binerlerdi develerine ve üç beş ayda buvazifelerini ifa edip gelirlerdi.
Hazırlıklarınıyapıp hac yolculuğuna çıkan kimseye refes, fısk ve cidal haramdır diyorRabbimiz.
Refes;kadınlarla cinsel ilişki ve kötü, kaba lafları içine alır. Hac esnasındakadınlarla cinsel ilişki yasak olduğu gibi, aynı zaman-da cinsel ilişkiyiçağrıştıran sözler söylemek de yasaktır. Refes kelimesi bunun ikisini dekapsayan bir kelimedir.
Fısk, ya dafusuk ise Allah’ın yasaklarını çiğneyerek korkusuz-ca ve pervasızca günahişlemektir. Hac esnasında ve her zaman bu da yasaktır.
Cidal datartışmak, ağız kavgası yapmaktır ki; hac esnasında Rabbimiz bunu dayasaklamıştır. Allah’ın Rasûlü Buhârî’deki bir hadislerinde buyurur ki:
"KimRefes ve fusuk yapmadan haccederse anasından doğduğu gündeki gibi tümgünahlarından arınmış olarak hacdan döner."
Az önce deifade ettiğimiz gibi, günah her yerde günahtır, sevap her yerde sevaptır. Amaşunu da unutmayalım ki orada işlenecek günahların da sevapların da kat sayılarıfarklıdır.
Bunun içinmi dir ki bilmem, galiba şeytanlar o ayda yeryüzünün tamamındaki mevzileriniterk edip hac yolunda müslümanları bu tür şeylere, kavgalara isyanlarasürükleyip hacda günahlarının dökülmesini engellemeye çalışıyorlar.Şeytanlar, orada müslümanların günahlarını dökerek tertemiz ülkelerine dönmeleriniistemedikleri tüm izinlerini kaldırıp müslümanların hac yollarının üzerineçıkmaktadırlar. Hattâ A’râf sûresindeki:
"Beniazdırdığın için, andolsun ki, Senin doğru yolun üzerinde onlara karşıduracağım. Sonra önlerinden, ardlarından, sağ ve sollarından onlara sokulacağım;çoğunu Sana şükreder bulamayacaksın" dedi.”
(A’râf 16,17)
Âyetindekişeytanın, mü’minlerin yolları üzerinde duracağım ifadesini de kimi âlimlerimizbu hac yolculuğu olarak anlamışlardır. Evet hacda refes, fusuk ve cidal (kavga)yasaktır. Peki acaba bunlar sadece ihramlıya mı yasaktır? Yâni adam ihramdançıkınca artık bunlara izin var mıdır? Hayır bunlar ihramın dışında da yapılmasıyasak olan şeylerdir. Ama hacda bize tüm ömrümüz boyunca takip edeceğimiz maketbir hayat sunuluyor ya, işte belki bundan ötürü burada daha bir hassasiyetlebu konulara dikkatimiz çekilmektedir diyoruz.
"Hayırdanne yaparsanız Allah onu bilmektedir. Azık da alınız, azıkların en hayırlısıtakva azığıdır. Ey akıl sahipleri benden sakının."
Evet,siz ne yaparsanız, nasıl bir amel işlerseniz Allah onun bilmektedir, Allah onunfarkındadır, onu hesaba katmaktadır. Bu konuda pek çok hadisten bir kaçınıhatırlayalım inşallah. Ebû Zerr (r.a)’den rivayet edildiğine göre bazı insanlar: Ey Allah’ınRasûlü zenginler tüm sevapları alıp götürüyorlar, çünkü onlarda bizler gibinamaz kılıyor, oruç tutuyor, ayrıca zenginliklerinden dolayı sadaka da veriyorlardediler. Rasûlullah (s.a.v.):
“Allah sizlere sadaka verme ve buyönde sevap kazanma imkanı vermedi mi sanıyorsunuz?
Her sübhanallah demek bir sadakadır,
her Allahüekber demek bir sadakadır,
her elhamdülillah demek bir sadakadır,
her lâ ilâhe illallah demek bir sadakadır,iyiliği em-retmek sadaka, kötülükten sakındırmak sadakadır. Hatta her birinizinhanımıyla birlikte yatması sadakadır”
buyurdu. Bununüzerine sahâbîler: Ey Allah’ın Rasûlü hanımı-mızla şehvetimizi tatmin etmeklebize sevap mı var? dediler. Pey-gamber (s.a.v.):
“Kişi bu istek ve ihtiyacını haram yoldangiderseydi, günah olmayacak mıydı? Helal yoldan gidermesinde de elbette sevapvardır”
buyurdular. (Müslim, Zekat 53)
Ebû Zerr (r.a)şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v) bana şöyle dedi:
“Kardeşini güler yüzle karşılamaktan ibaretbile olsa hiçbir iyiliği küçük görme!”
(Müslim, Birr 144)
Ebû Hureyre(r.a)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdular:
“İnsanların her bir eklemi için her gün birsadaka gerekir. İki kişi arasında adâletle hükmetmen sadakadır, bir kimseninbinitine binerken veya yükünü yüklerken yardım etmen sadakadır, güzel ve tatlısöz sadakadır, namaz için mescide giderken attığın her adım sadakadır, insanlaraeziyet veren şeyleri yoldan kaldırman da sadakadır.”
(Buhârî, Sulh 11; Müslim, Zekat 56)
Hz, Aişe (r.a)’nın değişik bir rivayetinde şöyledenmiştir:
“Her insan üç yüz altmışeklem üzere yaratılmıştır. Şu halde bir kimse: Allahüekber derse elhamdülillahderse lâ ilâhe illallah derse sübhanallah derse, Allah’tan bağışlanma dilerse,insanların yollarından eziyet veren taş, diken, kemik gibi şeyleri bir kenaraatarsa, iyi olan şeyleri emreder, kötülüklerden sakındırırsa, bunların hepsi deüç yüz altmışı bulursa o gün cehennem ateşinden uzaklaşmış olarak akşamı eder.”
(Müslim,Zekat 54)
Ebû Hureyre (r.a)’den rivayet edildiğine göre Peygamber(s.a.v) şöyle buyurdu: “Sabah akşam camiyegiden her kimseye her gidişinde Allah onun için cennette bir ziyafet hazırlar.”
(Buhârî,Ezan 37; Müslim, Mesâcid 285)
Ebû Hureyre (r.a)’den rivayet edildiğine göreRasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Ey müslüman hanımlarhiçbir komşu kadın komşu-sunun verdiği koyun paçası bile olsa yaptığı iyiliğiküçüm-semesin.”
(Buhârî,Hîbe 1; Müslim, Zekat 90)
Ebû Hureyre (r.a)’den aktarıldığına göre Peygamber(s.a.v) şöyle buyurdu:
“İman yetmiş yahutaltmış bu kadar şubedir. En yük-seği لاَ إِلَهَإِلاَّ اللهُ = Allah’tan başkaibadet edilecek sözü din-lenecek gerçek ilahyoktur sözüdür. En aşağısı ise eziyet verecek şeyleri yollardankaldırmaktır, utanmak da iman-dan bir bölümdür.”
(Buhârî,İman 3; Müslim, İman 58)
EbûHureyre (r.a)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Vaktiyle bir adam yolda giderkençok susadı, niha-yet bir kuyu bulup oraya indi, su içip çıktı, bir de negör-sün bir köpek dilini çıkarmış soluyor ve susuzluktan nemli toprağıyalıyordu. Adama kendi kendine bu köpek de tıpkı benim gibi susamış dedi vehemen kuyuya indi, mestini su ile doldurdu ve mesti ağzına alarak kuyudançıktı, köpeği suladı. Bundan dolayı Allah o kimseden razı oldu ve onubağışladı.”Sahabeler: Ey Allah’ın Rasûlü bizim için hayvanlardan dolayı sevap var mıdır?dediler. Rasûlullah (s.a.v) de: “Hercanlı sebebiyle sevap vardır” buyurdular.
Birbaşka rivayette: “Allah ondan memnunoldu ve onu bağışlayıp cennetine koydu” denilmektedir.
Birdiğer rivayette ise şöyle buyurulmaktadır: “Susuzluktan ölmek üzere olan bir köpek bir kuyunun etrafında dolaşıpduruyordu. İsrail oğullarından ahlaksız bir kadın onu gördü hemen çizmesiniçıkardı, köpek için kuyudan su çekerek onu suladı, bu sebeple o kadınbağışlandı.”
(Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Selam 155)
Yine bir kadının bir kediyi hapsedip aç bırakarak ölümünese-bep olduğu da başka bir hadiste belirtilir. Bu iki hadîsi birlikte incele-yecekolursak her canlıya yaptığımız iyilikten dolayı sevap kazana-cağımızı, zararverdiğimizde de cezalandırılacağımızı bileceğiz. “Za-rarlıolan hayvanları öldürün” hadîsi ile de istisnaîdurumlar açığa kavuşturulmuş oluyor. Hayır yolları pek çoktur, ciğer sahibican-lılara yardım da sevaba vesiledir. Müslüman kişi canlılara ilk yardımolarak hidayet ve doğru yolu gösterme yanı sıra diğer gereken yar-dımları damutlaka yapacaktır, çünkü tüm bu yardımlar onun için müslümanlık borcudur.
EbûHureyre (r.a)’den rivayet edildiğine göre Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Müslümanları rahatsız eden yolüzerindeki bir ağacı kesen bir kişiyi cennet nimetleri içinde yüzer gördüm.”
(Müslim, Birr 129)
Başka birrivayette ise şöyle buyurulur:
“Adamın biri yol üzerinde bir ağaç dalıgördü ve Al-lah’a yemin ederim ki; bunu müslümanları rahatsız etme-mesi için buradankaldıracağım dedi ve o ağacı kaldırdı, bu yüzden cennetlik oldu.”
(Müslim, Birr 128) Başka bir rivayette de şöyle denilir:
“Bir adam yolda yürürken yol üzerinde birdiken dalı buldu ve insanlara eziyet vermesin diye onu yoldan uzak-laştırdı. Buyüzden Allah ondan razı oldu ve onu bağış-ladı.”
(Buhârî, Ezan 32; Müslim, Birr 127)
Ey Allah’ınkulları yanınıza azık da alınız. Hac yolculuğuna çıkarken yanınızayiyeceklerinizi de alınız. Nasıl olsa orada bizler Allah’ın misafirleriyiz,Allah bizi aç bırakmaz! O bizi doyuracaktır diyerek başkalarına yük olmayınız!Başkalarının sırtından geçinmeye çalışmayınız diyor Rabbimiz.
Âyetinnüzul sebebi hakkında İbni Abbas efendimiz der ki: Yemen ahalisi haccaçıkarken paraları olduğu halde yanlarına azık almazlardı. Bizler Allah’atevekkül eden insanlarız! Bu Allah’a karşı itimatsızlıktır, Allah kendi misafirlerini,kendi evinin ziyaretçilerini elbette doyuracaktır, Allah misafirlerinidoyurmaktan âciz değildir derlerdi. Ve hacda müslümanlardan dilenerekgeçinirlerdi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak bir de yanınıza azık alın! Buyurdu.
(Buhârî,Ebu Dâvûd, Nesei)
Bu anlayışİslâm’daki tevekkülü yanlış anlamaktır. İslâm’daki tevekkül sebepleresarılmadan rızkı Allah’a havale etmek anlamına bir tevekkül değildir. Bunatevekkül değil tevakül, yâni yiyicilik denir. Evet azıklanınız! Yanınıza azıkalınız ama:
"Azıklarınen hayırlısı takva azığıdır."
Diğerazıkları ihmal etmeyin ama takva azığı da alın yanınıza. Yeme içme azığındanfazla, yağ yoğurt azığından fazla takva azığı da alın. Takva azığıyla daazıklanmayı ihmal etmeyin. Bu takva azığını bir ömrün başlangıcından o anakadar biriktirmek lâzımdır. Âkıl bâliğ olduğumuz, İslâm’la mükellef olduğumuzgünden itibaren hac yolculuğuna çıkacağımız o güne kadar bu azığı toplamakzorundayız. Bir ömür boyu takvayı biriktiremeyen müslümanlar, hiç olmazsa haccagitmeye karar verdikleri andan itibaren bu azığı toplamaya başlamalıdırlar.Veya bizler, hiç olmazsa müslümanlar hacca niyet ettikleri andan itibarenonlara bu azığı vermeye çalışmalıyız. Yâni onlara bilenlerimiz haccı anlatmayaçalışmalıdır. Kur’an’daki hacla ilgili âyetleri, İbrahim ve İsmail (a.s) larlailgili âyetleri, Sa’y la ilgili âyetleri ve Rasu-lullah’ın sünnetindeki haccıanlatmaya çalışalım. İbrahim’in (a.s) ve Rasulullah efendimizin pratikteuyguladıkları haccı anlatmaya çalışalım. Yâni bu insanlar bu âyetlerle, bubilgilerle donansınlar, haccı bilsinler, dua etmeyi bilsinler, Arafat’ı bilsinler,Müzdelife’yi bilsinler, Meş'ar’i bilsinler, Mina’yı bilsinler, Hacer’ibilsinler, Safa’yı, Merve’yi bilsinler, zemzemi bilsinler. Tüm bunların birermektep olduğunu, bu mekteplerden diploma alarak tüm hayatlarını böyleceyaşamaları için, kendilerine maket bir İslâm hayatı sunulacağını bilsinler.Bilsinler de böylece takva azığıyla azıklansınlar. Helkelerini yoğurtlarla doldurupda güzel bir şekilde kimseye yük olmadan hacca gitmeye çalışan bu insanlaraynı zamanda takva azığıyla da azıklanarak hacca gitmenin daha hayırlı olacağınıbilsinler. Onlar bilsinler, biz de bilelim inşallah.
"Ey akıl sahipleri, benim için takvalıolun."
Benim içinhayatınızı yaşayın. Yolunuzu benimle bulun, yolu-nuzu bana sorarak bulun, benkonusunda takvalı olun, takvayı benden alın, takvayı benden öğrenin! diyorRabbimiz...
198:"Hacdaticaretle Rabbinizin fazlından bir şeyler istemenizde günah yoktur. Arafat’tanakın ettiğinizde Meş’ar-i haram denilen yerde Allah’ı zikredin. O Allah sizenasıl hidâyet verdiyse siz de onu anıp zikredin. Doğrusu Allah size bunuöğretmeden önce zaten sizler sapıktınız."
Yâni hacdaticaret yapabilirsiniz, bunda herhangi bir günah yoktur diyor Rabbimiz. Haccagiden adam çok rahat bir şekilde ticaret yapabilir. Ticaret mallarındangötürebilir, getirebilir. Orada da ticaret yapabilir, yolda da ticaret yapabilir,bu işte hiçbir sakınca yoktur. Çünkü İslâm’ın istediği hayatta ne haccın, neorucun, ne namazın, ne ticaretin hiçbir farkı yoktur. Hayat bunlarla iç içedirİslâmda. Bir anda namaz kılarsınız, bir anda da tüccarsınız. Bir anda ticaret yapıyorsunuz,bir anda da hacca gidiyorsunuz. Bir anda savaşıyorsunuz, bir anda da öğreniyorsunuz.Bir anda öğretirken, bir anda da öğrenen konumundasınız. Yâni İslâm’da bu konulardabir ayırım söz konusu değildir, caiz de değildir bu. Yâni biz namazda ayrıyızda ticarette ayrıyız, bu mümkün değildir. Namaz kılarken ayrı bir kişiliksahibi, ama ticaret yaparken ayrı bir şahsiyet sahibi olmak İslâm’da yoktur.Müslüman namaz kılarken Allah’ın kulu; ama ticaret yaparken kapitalizmin kuluolamaz. İslâm’da böyle bir laisizm yoktur. Kişi namaz kılarken de Allah’lakarşı karşıya, ticaret yaparken de Allah huzurundadır.
Hacyolculuğunda ticaret olmaz! Hacca giderken ticaretin de bitecek! Hacdangeldikten sonra teraziye el değmeyeceksin! Olmaz bunlar. Bilâkis müslümanın tümhayatı ibâdettir. Onun hayatında tırnak kesmekten tutun da tuvalete gitmeyevarıncaya kadar herşey kulluktur.
Müslümanınhayatında kulluğun dışında bir ek saniye bile dü-şünülemez. Çünkü Allah hayattaboşluk bırakmaz. Hayatta boşluk de-mek, şirkin başlangıcı demektir. Yâni sankihayatımızın bir bölümün-de Allah’la karşı karşıyayız, hayatımızın birbölümünde Allah’a karşı sorumluyuz, hayatımızın bir bölümüne Allah karışır; amaöteki bö-lümlerinde başkalarına karşı sorumluyuz, o bölümlere Allah’tan başkalarıkarışır diyerek hayatı böldünüz mü, şirk başlamıştır Allah korusun.
Birileri bubâtıl fikirleri yaymaya çalışırken, hacca giderken müslümanlar ticaretyapamazlar derken, her halde bunu Japon, Amerikan ve İngiliz sanayilerinindaha da gelişmesi ve onların ürettikleri malların oralarda daha kolaysatılabilmesi için söylüyorlar hainler. Ve kimi zavallı hocalar da bunların buoyunlarına alet oluyorlar. Müslümanlara: Sizler ticaret yapmayın! Sizlersadece tüketici olun! Diyorlar. Tabii bu hainler için önemli olan kendi mallarınıntüketilmesidir zaten. Çoğu zavallı müslüman da hacdan döndükten sonraticaretini bırakıyor. Teraziye dokunmaya bile korkuyor âdeta. Kimileri de budurumda hacca gidemem diye korkuyor. Yâni ben bu ticareti, ben bu hayatı bırakmadıkçahacca gidemem diye korkuyorlar. Efendim ticaret varsa ibâdet yoktur, ibâdetvarsa da ticaret olmaz filan demeye çalışıyorlar. Vs. Vs. Halbuki İslâm’dakesinlikle böyle bir laisizm anlayışı yoktur. Müslüman hayatın tamamını Allahiçin yaşayan kişidir.
"Arafat’tanakın ettiğinizde Meş’ar-i Haram denilen yerde Allah’ı zikredin."
İfazakelimesi taşmak mânâsınadır. Arafat’tan taşmaya, ak-maya başladığınızda.Düşünün iki milyonluk, üç milyonluk bir kent boşalıyor. İki günlüğünekurulmuş, Allah adına bir vazife icra etmek için geçici bir şekilde kurulmuşbir kent boşalıyor. Ne muazzam bir görüntü, tüyler ürpertici, mahşeri bir manzara.Akşam güneş batar batmaz üç milyonluk bir kent yepyeni bir hayata akıyor. Arafat’tanMüzdelife’ye yürüyor. Üç milyonluk bir sel, hani barajlar açıldığı, sularsalındığı zaman nasıl akar? İşte öylece bütün yollardan, bütün vâdilerdeninsanlık Müzdelife’ye doğru akmaktadır. Arafat’ta irfana ulaşmışlar, kullukbilinciyle bilinçlenmişler, şimdi de Meş’ar’de bu bilgiyi kuru bir bilgiolmaktan çıkarıp şuur haline getirmeye yürüyorlar. Uygulama alanı bulmayayürüyorlar. Bilgiyi amele dönüştürme savaşı vermeye yürüyorlar.
"Meş'ar-iHaram’da (yâni Müzdelife’de) Allah’ı zikredin. O Allah size nasıl hidâyetverdiyse siz de onu anıp zikredin. Doğrusu Allah, size bunu öğretmeden öncezaten sizler sapıktınız."
Allah’ızikredin, Allah’ı gündeme alın. Size, siz hiç bir şey bilmezken hidâyet ettiğiiçin siz de Allah’ı zikredin. Çünkü daha evvel sizler yol yordam bilmeyensapıklardınız. Bundan evvel sizler dünya nedir, hayat nedir, ölüm nedir,âhiret nedir, cennet, cehennem nedir, namaz, abdest nedir bilmiyordunuz. Bütünbunları size öğreterek Allah size hidâyet etti. Size hidâyet eden Allah, sizdenzikir istiyor. Hayatınıza Allah hakim olsun istiyor. Hayatınızın her bir konumundasizden istediği kulluk birimleriyle Rabbinizi, Rabbinizin âyetlerini, Rab-binizinkulluk maddelerini hatırlamanızı istiyor. Sizden gündem istiyor Allah.Kendisini gündeme almanızı istiyor. Başkalarını gündeme aldığınızdan çok onugündeminize almanızı, daha çok onu konuşmanızı, daha çok onu övmenizi, dahaçok onun âyetleriyle meşgul olmanızı istiyor. Siyasetinize Allah hakim olsun,ekonominize Allah hakim olsun, kılık kıyafetinize Allah hakim olsun,eğitiminize, hukukunuza, evlenmenize, boşanmanıza, ölümünüze diriminize ve tümhayatınıza Allah hakim olsun istiyor. Allah sizden kendisini gündeme almanızıistiyor, kitabını ve elçisini gündeme almanızı istiyor. Zikir budur zaten,Allah sizden zikir istiyor.
199:"Sonrainsanların toplu olarak akıp boşandığı yerlerden (Arafat’tan) siz de akınız veAllah’a istiğfar ediniz. Şüphesiz ki Allah Ğafur ve Rahim’dir."
ArtıkMüzdelife’den sabah vakti Mina’ya doğru, şeytanlara doğru, Allah yoluna, kullukyoluna dikilmiş ve kurban edilmesi gereken engellere doğru, savaşa doğru, Allah’ınrızasını kazanmaya doğru hareket ediyorsunuz.
Allah diyorki; insanların boşandığı yerlerden siz de boşanın. Herkesin gittiği veboşandığı yerden siz de gidin ve boşanın. Öyle bir dönem Mekke müşriklerininyaptıkları gibi özel yollar caiz değildir. Mekke’li müşrikler kendilerini diğerinsanlardan farklı bir konumda görerek biz Allah’ın beytinin sahipleriyiz,bizler Allah katında üstün kimseleriz, bizim başkalarına karşıayrıcalıklarımız vardır diyerek kendileri için özel kurallar koydular.Kendileri diğer insanlardan ayrı bir yerden gitmeye başladılar. Hattâ insanlardağılırlarken kendileri insanlardan farklı olarak Mina’da diğer insanlarlabirlikte Arafat’a gitmemeye başladılar da bunun üzerine Allah da buyurdu kiböyle yapmayın, insanların boşandıkları yerlerden siz de boşanın.
Böyleayrıcalıklar yapmayın. Türkler, siz şuradan! Araplar, siz buradan! Hintliler,siz buradan! gibi ırki ayırımlar yaparak ümmeti böl-meyin diyor Rabbimiz.Zaten biz hacca ümmet olmaya gittik. Tüm farklılıklarımızı atıp, tümkimliklerimizden sıyrılıp yepyeni bir ümmet kimliği bulmaya gittiğimiz bubölgede, böyle ırkçılıkların yeri asla yoktur.
Ancak birazönceki Mina’da savaş verilen şeytanlar iki ayaklı şeytanlardı. Yâni insanşeytanlarıyla şeytan fonksiyonu icra eden insanlarla bir savaştı. Buradakisavaş ise bizzat şeytanlarla savaştır. Şurasını hiçbir zaman unutmayalım ki,şeytanlarla savaşan kişiler, ancak insanlarla savaşabilirler. Şeytanlarlasavaşmayan insanlar kesinlikle insanlarla da savaşamayacaklardır. İnsanlarlasavaşın yolu bu şeytanlarla savaştan geçer. Hocalarıyla savaşıp onları yenmeninbilincine eren kişi talebeleriyle savaşmaktan hiçbir zaman çekinmeyecektir.Hocalarına karşı galip geldiklerini anlayan insanlar, talebelerini basitgörmeyi becerebileceklerdir.
İşte müslümanlar burada tümyeryüzündeki iki ayaklı şeytanların komuta merkeziyle, yâni akıl hocalarıylasavaşarak deneyim kazanmakta ve daha sonra da onların talebelerinin işinibitirmenin kolaylığını öğrenmektedirler. En büyük şeytanı, şeytanların en büyüğü-nüyenen kişi, elbette onunun çömezleri olan kâfirleri çok daha kolay yenebilecektir.İşte hacda şeytan taşlama eylemiyle müslümanlara bu deneyim kazandırılıyor.
"VeAllah’a istiğfar edin ,şüphesiz ki Allah Ğafur ve Rahim’dir."
Yânisavaşı kazanınca da estağfirullah deyin. Bunu bize Allah nasip etti, Allah’ınyardımı olmasaydı biz bunu beceremezdik deme adına Allah’a istiğfarda bulunun.Dikkat ediyorsanız ibâdetten sonra istiğfar isteniyor. Yâni ya Rabbi şuyaptığım sana lâyık olmadı, İbrahi-m’inhaccına benzemedi, kusurumu görme ya Rabbi, eksiğimi tam kabul buyur ya Rabbideme adına Rabbimiz bizden istiğfar istiyor.
200:"Hacibâdetinizi bitirince de vaktiyle babalarınızı andığınız gibi yahut onlarıandığınızdan daha çok Allah’ı zikredin. İnsanlardan kimileri de vardır ki,Rabbimiz bize dünyada ver! Derler. Onların âhirette nasipleri yoktur."
Buradatekrar bir zikir emri daha geliyor. Daha önce atalarınızı gündeme aldığınızdançok Allah’ı gündeme alın diyor Rabbimiz. Cahi-liye döneminde herşey atalarabağlıydı. İnsanlar atalarını gündeme almayı, onları yâd etmeyi çok severlerdi.Atam şuydu, atam buydu, atam şöyleydi, atam böyleydi. Hayatın temelini atalaroluşturuyordu.
Yaşananhayatı onların anlayışları, onların âdetleri ve onlardan kendilerine intikaleden bilgiler oluşturuyordu. Hayata statüko ve atalar dini hakimdi. Ziraataları zikir demek; onları hayata yön verici olarak sürekli gündemde tutmak demektir. Ama Allahbuyurur ki: Ey müslümanlar! Artık müslümanlık gelmiştir, artık Allah’tan sizehayatınızı belirlemek üzere bir kitap ve onun pratikte uygulanırlılığını göstermekiçin bir peygamber gelmiştir. Artık bundan böyle gündeme bunlar alınacaktır.Tüm atalarınızın ve onların âdetlerinin işi bitmiştir artık deniliyordu.
"İnsanlardankimileri de vardır ki Rabbimiz bize dünyada ver! derler. Onların âhirettenasipleri yoktur.
Deniliyorki müşrikler haccı bitirdikleri zaman: "Allah’ım! Bize dünyada bol bolrızıklar ver!" diye dua ederlerdi ve âhiret adına hiç bir şeyistemiyorlardı da bunun üzerine bu âyet nazil olmuştur.
Onlar ya dabaşkaları, insanlardan kimileri de derler ki; Ya Rabbi bize dünyada mal mülkver! Biz dünyada senden makam mevki istiyoruz, ev bark istiyoruz, mark dolaristiyoruz, eş, dost, çevre, kredi istiyoruz! Bize bunlardan haber ver sen! Bizgerisini bilmeyiz derler. Bize dünyada ver de öbür tarafta ne olursa olsunbizim için fark et-mez derler. Dualarının konusu budur bunların.
Dua dedim, yanlış duymadınız.Aslında herkes dua eder. Yeryüzünde dua etmeyen insan yoktur. Bütün insanlardua ederler; ama duadan duaya fark vardır. Kişinin bir şeye yönelmesi onu eldeetme adına çırpınması, ona ulaşma adına çalışıp çabalaması dua demektir. Evetbu adamlar herşeyin dünyada bitip tükenmesi adına dua etmektedirler. Dünyadabitip tükenecek şeyler isteyerek dua etmektedirler. Böyle diyenlere, böyle duaedenlere, böyle hedefler uğruna çırpınıp duranlara dünyada herşeyi verirAllah, ama âhirette onların hiçbir nasipleri yoktur. Ama kimileri de inşallahbiz de onlardan olalım, bakın şöyle derlermiş:
201:"İnsanlardankimileri de Rabbimiz bize dünyada hasene (iyilik) ver! Âhirette de hasene ver!Ve bizi ateşin azabından koru! Derler."
Hasene;güzel güzellik demektir. Gerçek güzellik, gerçek ha-sene, başlangıcı ve sonucugüzellik olandır. Kazanılması, elde edilmesi, kendisine ulaşılması başlangıçtagüzel olan nice şeyler vardır ki; neticeleri felâket olabilir, sonuçlarıacıyla bitebilir. Onun içindir ki asıl hasene, asıl güzellik sonu güzel olanhasenelerdir.
Birincigruptaki insanlar için, sadece dünyayı isteyen, dünyalık isteyen tümplanlarını programlarını dünyada bitecek öbür tarafa intikal etmeyecek biçimdeayarlayan insanlar için hasenenin sadece başlangıçlarının güzel olması yeterlidir.Elde ettikleri şeylerin, kazandıklarının sadece dünyada onları sevindirmesi,mutlu etmesi yeterlidir. Bize sadece dünyada ver derler. Dünyada elde edelimde, dünyada tadalım da gerisi önemli değildir derler.
Ama buikinci grupta anlatılan gerçek akıl sahipleri ise hem başlangıcı hem de sonugüzellik olan, evveli de ahiri de güzellik olan hasene isterler. Hem dünyadahem de âhirette hasene olacak şeyler isterler. Hattâ bununla da yetinmeyipcehennem ateşinden koruyacak şeyler olmasını isterler.
Bu dua, tümhayırları kapsayan bir duadır. Onun içindir ki Allah’ın Rasûlü tüm namazlarınınarkasında sürekli bu duayı yapardı.
Derler. YaRabbi bize verdiklerin sadece dünyada bizim mutluluğumuzu sağlamakla kalmasın,aynı zamanda öbür tarafta bizi cehennem ateşinden de koruyacak cinsten olsunderler. Müfessirler bu hem dünyada hem de âhirette insanı mutlu edecek hasenekonusun-da şunları söylemişler:
Bu hasenedünyada sağlıktır, sıhhattir, geçinecek, başkalarına muhtaç olmayacak kadarrızıktır, hayırda çokluktur, âhirette sevaplara ulaştıracak amellerdeçokluktur, dünyada saliha kadındır, dünyada salih arkadaştır, iyi komşudur,dünyada güzel bir dünya hayatıdır, huzurlu bir toplumdur, bereketli ömürdür,kulluk bilgisidir, Kur’an ve sünnet anlayışıdır, hikmettir, hâsılı kişininonunla Allah’ın rızasını kazana-bileceği ve sonunda cenneti elde ettirecekşeylerdir. Âhirette de hûrilerdir, ırmaklardır, şaraplardır, giyeceklerin,yiyeceklerin güzelliğidir, hâsılı kişinin, onunla Allah’ın rızasınıkazanabileceği ve sonunda cenneti elde ettirecek şeylerdir demişler.
Evet,insanlardan bir grup sadece dünyalık isterken, sadece dünyada bitecek şeyleristerlerken bir grup da bunları istemektedir. Rabbimiz her iki grup için debuyurur ki:
202:"İşteonların kazandıklarından bir karşılık vardır. Allah hesabı çok çabukgörendir."
İşte bu ikigrubun her ikisi de dualarına, isteklerine, arzularına ulaşacaklardır. Herikisine Allah istediklerini verecektir. Sadece dünyalık isteyenlere, dünyadatadılıp bitecek mal mülk isteyenlere Allah istediklerini verecek, onlar buradaherşeylerini yiyip bitirecekler öbür tarafa hiç bir şeyleri intikaletmeyecektir. Allah onları dünyada mal mülk sahibi, makam mevki sahibi edecek,tatması gerekenleri burada tattıracak ve burada tatlı gibi gelen, başlangıcıhasene gibi gelen bu tadılan şeylerin sonu hüsranla bitecek ve kendilerinicehenneme yuvarlayacaktır. Ama öbür taraftaki mü'minlere de hem dünyada hem deâhirette bitmez tükenmez haseneler nasip edecek ve onları cehennem ateşindenkoruyacaktır. Dünyadaki bu mutlulukları öbür tarafta da mutluluğa dönüşecek vecennet hasenesiyle sonuçlanacaktır.
Kişi bizzatkendisi sonucuna katlanmak kayd u şartıyla ne isterse Allah onu onaverecektir. Mal isteyene mal verecek, mülk isteyene mülk verecek, ilimisteyene ilim verecek, cennet isteyene cennet, cehennem isteyene de cehennemverecektir. Şûrâ sûresindeki bir âyet-i kerîme bunu şöyle anlatır:
"Kimâhiret kazancını istiyorsa onu ona veririz. Kim de dünya kârını istiyorsa onada dünyadan veririz. Ama onun için âhirette hiçbir nasip yoktur."
(Şura 20)
Yâni budünyada çok zengin olanlara, mal mülk sahibi olanlara şaşmamak lâzımdır. Çokciddi istediklerinden, çok ısrarlı istediklerinden, belki gecelerinigündüzlerine katacak biçimde, belki de âhiretlerini ikinci üçüncü plana iterekısrarla dünyalık istediklerinden Allah onlara bunu vermiştir. Rasûl-i Ekrem’inhadislerinde ifadesi veçhile:
"Dünyanın Allah katındasineğin kanadı kadar değeri olsaydı ondan kâfire bir yudum su vermezdi"
Gereğince değersiz oluşundanötürü isteyen herkese vermiştir onu.
Amakimileri de bu kadar önemli görmediklerinden, onlardan daha önemli şeylerinvarlığına inanarak başka şeyler istediklerinden onlara verilmemiştir hepsi okadar. Rabbim sadece dünyada kalacak, sadece dünyada insanlar arasında birövünme vesilesi olmanın dışında başka hiçbir fayda sağlamayacak şeyler istemekyerine, dünyada yetecek kadar bir rızkın ötesinde şeylerin peşine takılmayı,öbür tarafa intikal edecek şeylerin peşinde olmayı hepimize nasip ve mukadderkılsın inşallah.
Burada dünyaylaâhiretin bir mukayesesini yapalım inşallah. Tüm plan ve programını dünya adınayapan, dünyalık elde etme adına yarışan ve sadece dünyada bitecek öbür tarafaintikal etmeyecek haseneler peşinde olan kişiyle hem dünya hem de âhirethasene-lerinin peşinde olan kişinin şöyle bir örnekle karşılaştırılmasını yapalım.
Sekiz yüzmetrelik iki etaplı bir koşu düşünün. Koşucular sıraya girmişler ve verilecekkomutu bekliyorlar. Düdüğün çalınmasıyla koşucular harekete geçerler. Farzedin ki bu yarışmaya sizinle birlikte katılan ben bütün gücümü, bütün enerjimikullanarak bu yarışın ilk etabı olan ilk dört yüz metreyi en önde bitirsem.İlk dört yüz metrede hepinizi geçsem; ama yarışın ikinci dört yüz metresindeyarışı terk etsem, yarışın ikinci etabında benim ismim dahi geçmese, şimdi buyarışın birincisi sayılabilir miyim ben? Olmaz böyle şey değil mi? Çünkütamam ilk dört yüz metrenin birincisiyim ama bu yarış dört yüz metrelik bir yarışdeğil ki. Yarış sekiz yüz metrelik bir yarıştır ve ben bunun sadece birincietabında en öndeyim, ama ikinci etabında ismim bile geçmiyor.
İşte eymüslümanlar! Dünya ile âhireti böyle bir bütün olarak düşünmek zorundayız. Şuanda hepimiz böyle iki etaplı bir yarışın içindeyiz. İlk dört yüz metreliketabı ölümle biten, sonraki etabı da ölümden sonra dirilişle başlayan biryarış.
Şimdi biradam düşünün ki bu yarışın birinci etabında hep birinci olsa. Doğumla ölümarasındaki etapta herkesten önde olsa. Hangi konuda? İşte dünyayla alâkalı herkonuda. Meselâ bu adam dünyada hiç kimsenin sahip olamayacağı kadar marka, dolarasahip olsa o konuda birinci, dünyada hiç kimsenin oturamayacağı makamlaraotursa o konuda birinci, dünyada hiç kimsenin sahip olamayacağı güzelliktekadınlara sahip olsa o konuda birinci, sayın sayabildiğiniz kadar ölümlebitecek öbür tarafa intikal etmeyecek ne kadar şey varsa onların tamamındabirinci olsa, ama yarışın ikinci kademesiyle alâkalı, yâni ölümden sonraki hayatlailgili bir yatırımı yoksa, öbür tarafla ilgili ismi dahi geçmiyorsa şimdi buadam bu yarışın birincisi sayılabilir mi? Elbette sayılamaz değil mi?
Öyleyseisteyeceklerimiz sadece dünyada bitecek âhirete intikal etmeyecek şeylerolmasın. Sadece dünyada bizi mutlu edecek ama âhirette bize bir şeysağlamayacak şeyler peşinde olmayalım. Sadece burada birincilik düşünmeyelim.Hem dünyada hem de âhi-rette bizi mutlu edecek şeyler peşinde olalım hesabımızı,kitabımızı bunun üzerine yapalım inşallah. İşte Allah bu âyet-i kerîmesindebize bunu anlatıyor. Sonra:
203:"Sayılıgünlerde (Eyyam-ı teşrikte telbiye ve tekbir getirerek) Allah’ı zikredin. Kimiki gün içinde acele edip (Mina’dan Mekke’ye) dönmek isterse, ona günah yoktur.Kim de geri kalırsa (yani üçüncü günü de Mina’-da kalıp şeytan taşlamaya devamederse) ona da bir günah yoktur. Bunlar günahtan sakınanlar içindir. Allah-tankorkun ve bilin ki hepiniz onun huzurunda toplana-caksınız."
Allah’ı hepzikredin de, özellikle sayılı günlerde tekbir getirerek Rabbinizi daha birzikredin. Yâni böylece Rabbinizi büyükleyin. Âyet-i kerîmede zikredilen busayılı günlerden maksat "Eyyam-ı teşrik" dediğimiz teşrik günleridir.
Haclaalâkalı böyle iki kavram görüyoruz.
1- Malumgünler, bilinen günler.
2- Sayılıgünler.
Malum ya da sayılı günler diyeanlatılan bu günler, Zilhiccenin ilk on günü veya Zilhiccenin on bir ve onikinci günleridir, ya da eyyam-ı teşriktir. Yâni teşrik günleridir. Teşrik,yüksek sesle Allah’ı büyüklemek, yüksek sesle tekbir getirmektir. Hacgünlerinde Hz. İbrahim’e izâfe edilen bu tekbirlerin adına teşrik tekbirleridenir. Arafe günü sabahından başlamak şartıyla kurban bayramının dördüncü günüakşamına kadarki günler tekbir ve zikir günleridir.
KurbanBayramının birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü günlerinde tekbir getirin.Tekbirlerle Allah’ı büyükleyin. Tekbirlerle Allah’ı zikredin. Mina’datekbirlerle şeytanları taşlayarak Allah’ı zikredin. İçinizdeki ve dışınızdakitüm şeytanları telin ederek Allah’ı büyükleyin. Tüm şeytanları ve şeytandostlarını, şeytanî sistemleri reddederek hayatın her alanında Allah’ıbüyükleyin.
Hayatın heralanında Allah’ı söz sahibi kabul ederekbüyükleyin. Hayata Allah’ı karıştırmamaya çalışan tüm şeytanları reddederekAllah’ı tekbir edin. Mina’da kurbanlarınızı keserek Allah’ı büyükleyin. Maldave canda Allah’ı söz sahibi kabul ederek, Allah için maldan ve candan geçerekAllah’ı tekbir edin, büyükleyin. Mal da, can da senindir Allah’ım! İşte kesdedin, kesiyorum! Ver dedin, malımı yoluna kurban ediyorum! Yarın inşallahcanımı da yoluna fedâ edeceğim! Sen şahit ol ki, ben buna hazırım ya Rabbi!diyerek Allah’ı büyükleyin. Yeryüzünde büyüklenen tüm müstekbirleri küçülterekAllah’ı büyükleyin. Verasında asla büyük yoktur kabul ederek Allah’ıbüyükleyin. Allah’ı büyükleyerek zikredin, Allah’ın büyüklüğünü hatırlayın vehayatınızın sonuna kadar burada anladığınızı unutmayın.
Oradatekbirlerle Allah’ı zikredin ve bunu yapmadan dağılmayın. Yaptığınız bu haccısize nasip eden Allah’ı zikredin.
Kim dönmekiçin acele ederse, iki gün içinde burada işini bitirip vatanına dönmekisterse, onun üzerine bir günah yoktur. Fakat burada kalış bir gün olursa bucaiz değildir. En az iki gün kalınacaktır burada. Bu iki günün birincisine: "Karargünü" denilir. Bu birinci gün Mina’da bulunmak şarttır. İkinci günede: Birinci hareket günü denir. Hacılardan isteyenler bu ikinci günü Mina’danhareket edebilirler. Dönmek isteyenler bu ikinci gün dönebilirler. Mina’da üçgün kalınması daha iyidir. Orada dünyanın her yerinden gelen hacılarla görüşmek,konuşmak, İslâm dünyasının problemlerine çözümler aramak en güzelidir. Amabuna rağmen sizden birileri eğer ikinci günü işini bitirip dönmek istersebunda bir günah yoktur buyuruyor Rabbimiz.
Ama kim degeri kalıp üçüncü günü de Mina’da şeytan taşlamaya devam ederse, ona da birgünah yoktur. Yâni acele edip ikinci günü dönmek de, üçüncü günü orada kalmakda serbesttir. Lâkin şunu unutmayın ki, önemli olan orada kaldığınız günlerin sayısıdeğil; o günleri Allah adına yaşayıp yaşamadığınızdır. Önemli olan takvalı olupolmadığınızdır. Oradaki ve tüm hayatınızızdaki günleri, zamanları Allah adınayaşayıp yaşamadığınız önemlidir. Allah için mi oradasınız? Yoksa turistik birseyahat adına mı? Önemli olan budur. Öyleyse her ân ve her yerde Allah’tankorkun. Allah için takvalı olun. Hayatını-zı Allah için yaşayarak takvalıolun, çünkü iyi bilesiniz ki O’nun huzurunda toplanacaksınız, hesabı O’naödeyeceksiniz.
BuradaRabbimiz hayatını Allah için yaşamayan, Allah için takvalı olmayan, hayatıdünya için yaşayan, Allah’ın koruması altına girememiş bir insan tipinden sözedecek. Buyurur ki Rabbimiz:
204:"İnsanlardanöyleleri de vardır ki; dünya hayatı hakkında söyledikleri senin hoşuna gider.Hattâ böylesi kalbinde olana Allah’ı şahit tutar. Halbuki o hasım-ların enyamanıdır."
Âyet-ikerîmede sözleriyle davranışları farklı olan, içi başka dışı başka bir insantipi anlatılıyor. Kalpten inanmadığı halde, belli makamlara gelebilmek, bellimenfaatleri devşirebilmek, mü'minleri kandırabilmek için kendisinin mü’minlerdenolduğunu, kendisinin de inandığını söyler. Kendisinin iyi bir müslümanolduğuna, insanlar için iyi şeyler düşündüğüne Allah’ı da şahit tutarak yeminlereder. Benim iyilikten başka bir şey düşünmediğime Allah şahittir. Ben şahsîçıkar için değil, Allah şahittir ki insanlığın kurtuluşu için çırpınıyorum,gibi tatlı tatlı sözler, parlak ifadeler ve yeminler ederek insanları kandırmayaçalışır.
Seçimleryaklaşırken bu tür insanları çok görürsünüz. Vatan, millet, Sakarya, ezan,bayrak, kitap, iman gibi inanmadıkları mukaddes mefhumları ağızlarına alarak,biz de müslümanız, bizim derdimiz de müslümanlara hizmettir gibi lakırdılarlamüslümanları kandırmaya çalışırlar. Müslümanlara emniyet telkin ederek onlarınoylarını almaya çalışırlar. Halbuki Allah buyurur:
"Oysao azılı bir düşmandır."
Düşmanlarınen yamanıdır o. Tatlı dilleriyle müslümanlardan görünerek onları aldatan vesonunda onların dinleriyle, imanlarıyla ve tüm mukaddes mefhumlarıyla oynayanazılı bir düşmandır o. Kalbinde olmayan şeyleri diliyle söyleyen, diliylesöylediğini hayatıyla yalanlayan azılı bir düşmandır o. Müslüman görünmeyeçalışsa da, dışarıdan sözleri hoşunuza gitse de aldanmayın bu tür insanlara. Hayatlarındainandığınız mefhumların kokusu bile olmayan, İslâm’la uzak ve yakından en küçükbir ilgileri olmayan bu tür insanlara güven-meyin diyor Rabbimiz. İnsanlarısırf sözlerine göre değil, amellerine göre değerlendirin diyor. Ağızlarıyla nesöylerlerse söylesinler, siz onların söylediklerine değil amellerine bakındiyor. Bakın bu adam:
205:"Odönüp gitti mi (Yahut bir iş başına geçti mi) yeryüzünde ortalığı fesadavermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğusev-mez."
İşte buadam "tevellâ" edince. Bunun anlayabildiğimiz kadarıyla iki mânâsıvar:
1- Seninyanından ayrılınca, sizin yanınızdan ayrılınca, o atmosferi terk edip de kendidünyasına dönünce, demektir bunun birinci mânâsı. Ya da İslâm’dan, kulluktan,vahiyden sırt dönüp gidince, vah-ye, Allah’ın hayat programına arkasını dönüpkendi bildiğince bir hayat yaşamaya yönelince, demektir. Kitap ve sünneti terkedip kendi heva ve hevesleri istikâmetinde bir hayat yaşamaya yönelince.
2- İkincimânâsı da bir iş başına geçince, velî olunca, birilerinin velâyetini üzerinealıp idareci olunca demektir. Müslümanların velâyetlerini alıp iktidarı elegeçirince demektir. Aslında kâfirlerin müslü-manlar üzerinde velâyet haklarıyoktur. Kâfirlerin müslümanlar üzerine veli olup, vali olup onlara danışmadanonlar adına karar verme makamına getirilme hakları yoktur. Kâfirlerin böylemakamlara getirilmeleri yasaktır. Ama tatlı dilleriyle müslümanları kandırıp,bir fırsa-tını bulup, bir yolunu bulup da müslümanlar üzerine veli oldukları zamanbu tür insanların yapacakları işler şunlarmış bakın. Yeryüzünde fesat çıkarmak,yeryüzünün dengesini bozmak, Allah’ın yeryüzünde koyduğu düzeni bozmak,ekinleri ve nesilleri yok etmek için, telef etmek için, bozmak için sa’y etmekve koşturmak.
Birinci işiifsad etmek olur bu adamın. İfsat; küfrü yaymak, küfrü hakim kılmak, küfrü veşirki egemen kılmak demektir. Allah’ın yeryüzünde koyduğu düzeni değiştirip,ilga edip, onun yerine başkalarının düzenlerini ikâme etmek demektir. Bunusûrenin başında uzun uzun anlatmıştım.
Bir de neslibozmak için çırpınır böyleleri. Nesli bozarlar, nesli itlâf ederler. Neslieğitimle bozarlar. Dinden, imandan, Kur’an’dan uzak tamamıyla materyalist bireğitim sitemi kurarak ümmet-i Muhammed’in neslini bozarlar. Müslümanlarınçocuklarının başlarını açtırarak hayasızlaştırırlar onları ve iffetlerini,namuslarını bozarlar.
Doğumkontrolü adı altında yalanlarla ümmetin çocuklarını da-ha doğmadan öldürmeyeçalışarak onları itlâf ederler. İnsanların yataklarına kadar, yatak odalarınakadar uzanıp orada ne ekeceklerine de onlar karışırlar. Bunu yaparken de tatlısözlerle onları ikna etmeye çalışırlar. İyi niyetli olduklarını, kendilerinidüşündüklerini söylerler. “Sizler az gelişmiş veya işte gelişmekte olaninsanlar olarak sıkıntı çekmeyesiniz, aç ve açıkta kalmayasınız diye size geldik”derler. Bakamayacağınız, besleyemeyeceğiniz çocuklarınızı daha doğmadan boğmayageldik derler. Size şirin görünmeye çalışırlar, tatlı dillidir hainler. Hastaolmayasınız, çocuklarınız felç olmasınlar diye aşı yapma-ya geldik derler. Buyutturmacalarla müslümanların çoğalmalarını ve günün birinde kendilerine kafatutabilecek bir noktaya gelmelerini engellemeye çalışırlar. Böylece mü'minlerinnesillerini telef ederler. Eğer bu konuda muvaffak olamazlarsa, yâni tümaleyhte propagandalara rağmen eğer müslümanlar yine de çoğalma eğilimigösterirlerse, o zaman da doğanları öldürmeye çalışırlar eğitim yollarıyla.
Allahbuyurur ki, bir de bu hainler ekini helâk ederler. Ürünleri bozarlar. Bugünmemleketimizdeki tüm sebze ve meyveler hormonludur. Eşyanın tabiatınıbozmaktadırlar hainler. Kâfirler tüm pisliklerini ülkemize taşımışlardır. Sırfpara kazanmayı hedefleyen ve bunun dışında başka hiç bir şeye değer vermeyenbu bozguncular, istedikleri paraya ulaşabilmek için kurdukları fabrikalardan çıkanatık maddeleriyle tabiatı bozmaktadırlar, insanları zehirlemektedirler.Dertleri para kazanmak olunca, binlerce insan ölse de fark etmez onlar için.
Günümüzdebunun ön güzel örneği A.B.D İsrail emperyalizmidir. İsrail’in önderliğindetarımda kullanılan bir kısım hormonlar fito-östrojen karakterinde olup, yanibitkisel kadınsı hormon özelliğini taşıyıp, zamansız, mevsimsiz sun’i tarımoluşturulmaktadır. Bu hormon-ların etkisiyle son yirmibeş yılda bir kısımbölgelerde erkeklerin sperm sayılarında % 40 a varan düşüşlergörülmektedir. Bu durumda, sun’i tarım,ilaç ve hormonlu sebzelerin büyük rolü olduğu bilinmektedir. Aynı zamanda bukadınsılık irsi de olabilmektedir. Son zamanlarda artan kibar sesli, yapmacıklıerkeklerin, taransseksüellerin vs oluşumunda bu âyetteki ifade ilâhî, mûcizevîbir işaret oluşturmaktadır.
206:"Böylesine:"Allah’tan kork!" Denilince benlik ve gurur kendisini günaha sevkeder. (Ceza ve azap olarak) ona cehennem yeter. O ne kötü yerdir."
Böylesikimselere, Allah’tan kork da bu yeryüzünün düzenini bozmaktan, insanlarınhuzurunu kaçırmaktan ve nesli itlaf etmekten vazgeç denildiği zaman, bu seferde bu bozguncu insanlar gururlanmaya başlarlar.
İzzet-inefsi onları tutar ve daha çok günah işlemeye sevk eder diyor Rabbimiz. Yâni butür isyankar insanlar bu sefer de günahı savunmaya başlarlar. Günahın günaholduğunu reddetmekle birlikte, utanmadan bir de onu savunmaya çalışırlar. Nevarmış bu yaptıklarımızda? Kötü mü yapıyoruz yâni? diyerek pisliklerinisavunmaya kalkarlar. Veya büyüklük gururu onları kuşatır da daha çok günahasevk eder.
Yaptıklarışeyler apaçık günah, apaçık kötülük, zulüm ve insanların aleyhine olduğuhalde yine de bunu kabullenmezler; ıslahtan yana, iyilikten yana olduklarınıiddia ederler. Aslında yaptıkları herşey bozmadır, herşey ifsattır. Zira düzensahibi Allah’ınkinin dışında tüm düzenlemeler bozmadır. Bu adamlar Allah’ındüzeninden habersiz dü-zenlemede bulunduklarından yaptıklarının tamamı bozmadır.Ama Allah’ın düzeninden bahsedip de kendilerinin bozguncu olduklarını söyleyerekbu işten vazgeçmelerini söyleyenlere karşı da tavır alırlar. Allah’a inanmayanbu tür insanlara ne kadar da Allah korkusu, Allah hesabı hatırlatılırsahatırlatılsın bunun hiçbir faydası olmayacaktır.
Bunlar bozguncudur. Eymüslümanlar! Nesillerinizi ve ekinlerinizi kurtarmak istiyorsanız bu türinsanları velâyet makamına çıkarmayın. İşlerinizi bunlara havale etmeyin. Buadamları başınıza veli seçmeyin. Sizin adınıza size danışmadan karar verecek makamlarabu tür insanları getirmeyin. Bunların müslümanlar üzerine velâyet haklarıyoktur. Öyleyse eğer kimleri veli edinelim diye bir soru soruyorsanız, bakınRabbimiz bunları şöyle açıklıyor:
Ama bunakarşılık bakın şöyleler de vardır diyerek bunun tamamen zıddına bir insan tipidaha sergileyecek burada Rabbimiz.
207:"İnsanlardanöyleleri de vardır ki, Allah’ın rızasını kazanmak için kendini ve malını fedâeder. Allah da kullarına şefkatlidir."
YeryüzündeAllah’ın rızasını kazanmak, yeryüzünde Allah’ın koyduğu düzeni korumak,Allah’ın sistemini tesis etmek ve bozguncuları yok etmek için canını bile seveseve vermekten çekinmeyen insanlar da vardır. Bunlar Allah için seve sevecanlarını ve mallarını fedâdan çekinmeyen insanlardır. Bunlar Allah’ın hoşnutluğunukendi hoşnutluğuna tercih eden insanlardır. Allah’ın arzularını kendi menfaatlerinetercih ederler, Allah hatırını herşeyin üzerinde tutarlar, Allah’ın istediğibiçimde hareket ederler ve böylece kendilerini ebedî olarak satın alankimselerdir bunlar. Kendilerini ebedî olarak cehennemden kurtaran, azad edeninsanlardır bunlar. Allah’ın rızasına kendilerini satan, cennet karşılığında hayatlarınıyatıran insanlardır.
Malda vecanda Allah’ı söz sahibi kabul eden insanlardır bunlar. Mallarını ve canlarınıcennet karşılığında Allah’a satan ve sonunda cenneti de Allah’ın rızasını dakazanan insanlar. Allah’tan razı olan insanlardır bunlar. Allah’tan razı oluşnedir? Allah’tan razı oluş Allah’ın gönderdiklerinden razı oluş demektir. Allah,din adına kendilerine ne göndermişse onların tümünden razı olmuş insanlar yada iradelerini Allah’ın iradesine teslim etmiş kimseler. Allah’ın seçimini kendileriiçin seçim kabul etmiş, boyunlarındaki ipin ucunu Allah’ın eline vermiş, Allahne tarafa çekerse o tarafa giden insanlar. Yaptıklarını Allah için yapan, istedikleriniAllah için isteyen, sevdiklerini Allah için seven, küstüklerine Allah içinküsen insanlardır. Dünyalık hiçbir arzu ve hedefleri yoktur bunların. Tümarzularını, tüm heveslerini Allah’ın dinine teslim etmiş insanlar.
HaniRasulullah’ın bir hadisi vardı:
"Sizdenhiçbiriniz arzusu benim getirdiğim şeylere tabi olmadıkça mü'min olmuşsayılmazsınız."
Buyurur kiAllah’ın Rasûlü, ben ne getirdiysem arzusu ona teslim olmayan kişi mü'minolamaz. Burada inanmak, tabi olmak ve teslim olmak vardır. Meselâ heveslerimizvardır değil mi? Elbisede, giyimde, kuşamda, yemede, içmede, gezmede, tozmadaarzularımız, heveslerimiz vardır. Gümüş kaptan yemede, villada oturmada, saçımızıtaramada, fakülteyi bitirip falan mevkiye gelmede, falanları filanları eldeetmede, evimize şunları şunları almada, şöyle birisiyle evlen-mede, kızımızışöyle yetiştirmede, oğlumuzu filan yerde okutmada hedeflerimiz, arzularımız,heveslerimiz vardır. Hulasa kişinin hayatının her bir kademesine ait amaçları,gâyeleri, hedefleri, yöneldiği kıbleleri vardır. Bazen kadına, bazen marka,dolara, bazen ata, arabaya, bazen altına, gümüşe, bazen evlere, bahçelerehevesleri vardır insanın. Fakat bu hevesler İslâm’a, yâni Rasulullah’ın getiriptebliğ ettiği vahye kanalize edilirse, vahye mutabakat ederse işte o zamankişi iyi bir müslümandır.
Meselâparaya hevesi var kişinin, olabilir; ama ona kul köle olma adına değil deAllah’ın takdiri olarak kendisine gelen parayı kişi onunla hava atmak,olmayacak yerlerde onu harcamak yerine onunla Allah’ın rızasını kazanabileceğikendisine, ehline, müslümanlara harcayabilirse; o zaman kişinin bu hevesiİslâm’a kanalize olmuş demektir. Meselâ bir adam düşünün ki 50 dükkanı, 5fabrikası, 3 yatı, 5 arabası, lüks bir hayatı varken bu adam İslâm’ı buldu, İslâm’latanıştı. Şimdi bu adam hidâyete erdikten sonra bu sahip olduğu şeylerin tamamınıelden çıkarmakla mükellef değildir. Eğer bütün bu sahip olduklarını Allah’ınistediği yerde kullanıp harcayabiliyorsa o zaman işte bu adamın arzularıİslâm’a, Rasulullah’ın getirdiklerine teslim olmuş demektir.
Bir adamdüşünün ki karısını çok seviyor. Hevesi var onda. Ama günün birinde öğrendiki,Allah kendisine peygamberi vasıtasıyla karısına şu şekilde davranmasıgerektiğini duyurdu. Meselâ namaz konusunda onu zorlayacaksın, kitap sünnetkonusunda zorlayacaksın, tesettür konusunda gerekirse onu tedip edip tokatlayacaksındemişse ve o da bunu duymuşsa, hemen hiç beklemeden bunu aynen uygulamayaçalıştığı takdirde o kişinin hevesi Rasulullah’ın getirdiğine teslim olmuşdemektir. Çocuğuna hevesi olup da onu sabah namazına kaldıran anne ve babanında hevesleri Rasulullah’ın getirdiğine teslim olmuş demektir.
Yine biradam düşünün ki bu adamın falanca makamda gözü vardır, hevesi vardır. Amapeygamberin kendisinden istediklerini duyup öğrendiği andan itibaren hemen hevesiniona uydurarak oturulmaması gereken o makama oturmaktan vazgeçmişse, hevesiniona teslim etmişse iyi bir müslümandır o.
Ama buradaşunu söyleyelim: Herşeyden önce Rasulullah’ın ne getirdiğini bilmek zorundayız.Arzularımızı, heveslerimizi Allah’ın arzularına teslim edebilmek veRasulullah’ın getirdiği dine mutabakat edebilmek için, Allah’ın arzularını veResûlü’nün ne getirdiğini bilmek zorundayız. O halde bunun için de Kur’an vesünneti tanımak zorundayız. Tanımalıyız ki arzularımızın, heveslerimizin onauyup uymadığını bilebilelim. Bunları bilmezse ne yapar adam? İstediklerini,arzu ettiklerini, yaptıklarını, yapacaklarını Allah ve Resûlü’ne sorabilecekkadar onlara yakınlık kuramamış bir adam ne yapar? Meselâ mîrasta Allah’ınkendisine takdir buyurduğu hisseyi bilmeyen bir kadın arzularını, hevesleriniuydurabilir mi İslâm’a? Uyduramaz değil mi? Çünkü bu kadın Allah’ın rızasının,Rasulullah’ın arzusunun nerede olduğunu bilmemektedir.
İsanlardan kimileri de vardır ki, Allah rızasıiçin herşeylerini fedâ ederler. Allah’ın hoşnutluğunu herşeye tercih ederler. Allah’ınarzularını kendi arzularından üstün tutarlar.
İbniAbbas’ın ifadesine göre bu âyet sahabeden Süheyb-i Rumi hakkında nazilolmuştur. Mekke müşrikleri bu zatı yakalamışlar ve dininden döndürebilmek içindayanılmaz işkencelerle azap etmeye başlamışlar. Hz. Süheyb: "Vallahi benyolsuzdum yolumu buldum, ben bir kelime söyledim, beni asla ondan döndüremezsiniz.Benden bunu istemeyin, benden dinimden dönmeyi istemeyin, eğer isterseniz tümmalım sizin olsun. Malımı mülkümü vereyim ama sizden dinimi satın alayım demişve onlar da buna razı olmuşlar. Tüm malını onlara bırakarak dinini ve Allah’ınhoşnutluğunu satın almış ve bu şekilde Medine’ye gelirken bu âyet nazil olmuştu.Hattâ Süheyb Medine’ye girerken Hz. Ebu Bekir rast gelmiş ve: "Alışverişin kârlı olsun ey Sü-heyb!" demişti. O da: "Seninki de zararetmesin ey Ebu Bekir!" demiş-tir.
Yine âyet-ikerîme bir başka rivâyette de hicret esnasında canını dişine takarak, ya dakelleyi koltuğuna alarak Rasulullah’ın yatağında yatan, canını ortaya koyuponu kendisine tercih ederek Allah’ın hoşnutluğunu kazanan Hz. Ali Efendimizhakkında inmiştir deniyor.
Ama odönemde onlar hakkında inmiş olsa da kıyamete kadar onların yolunun yolcusuolan tüm mü'minleri anlatır bu âyet diyeceğiz tabii.
208:"Eyiman edenler hepiniz (barışa) İslâm’a girin ve şeytanın adımlarını takipetmeyin. Şüphesiz ki o şeytan size apaçık bir düşmandır."
Bir tarafta günahıyla böbürlenen,günahta izzet ve şeref arayan, ekini ve nesli bozan ve işi gücü yeryüzündebozgunculuk yapmak olan, ekinlere de insanlara da hayat hakkı tanımayan,onların dengesini ve düzenini darmadağın eden ve de kendisine Allah’tan korkdenildiği zaman da günahıyla şereflenip cehenneme giden bir insan tipinden bahsedildi.Öbür tarafta herşeyini ve tüm dünyasını Allah için yaşayan ve Allah’ın rızasınıkazanmak üzere herşeyini fedâya hazır olan bir müslüman tipten söz edildi.İşte yeryüzünde belirgin bu iki tip özellikten sonra:
Ey imanedenler, silme, selâmete, İslâm’a bütünüyle girin. Hayatınızı tamamıylaAllah’a teslim edin. Hayatınızın tümünde Allah’ı söz sahibi bilin. Allah’ınkulu olduğunuzu unutmayın. Hayatınızın tümünde müslüman olun. Hayatıparçalamayın. Yâni hayatınızın bazı bölümlerinde Allah’ın kulu, bazıbölümlerinde de başkalarının kulu olmayın. Bazen Allah’ı, bazen de başkalarınırazı etmeye çalışmayın. Hayatınızın ibâdet bölümlerine Allah’ı karıştırıp ötekibölümlerinde başkalarına söz hakkı vererek şirke düşmeyin. Hayatı parçalamadanyana olmayın. İslâm’ı bir bütün olarak kabul edin. İslâm’ı parçalamaya kalkmayın.
Yani her bireriniz İslâm’ın birbölümüne tutunup, her biriniz İslâm’ın belli bir bölümünü bayraklaştırıpİslâm’ı da kendinizi de parçalamayın. Namazı kılıyorsunuz, orucu tutuyorsunuzgüzel; ama İslâ-m’ın tesettürünü de kabul etmek zorundasınız. Veya İslâm’ınekono-misini de kabul etmek zorundasınız. Mîras konusunu da kazanma harcamaanlayışını da. Yâni hayatın tümünde Allah’ın kulu olmak zorundasınız.
Ya da inandık dediğimiz konununamelini de gündeme getirmek zorundayız. Değilse sadece inandık demekyetmeyecektir. Yâni iman amel bütünlüğü içinde İslâm’a girin diyor Rabbimiz.İmanlarınızla, iddialarınızla hayatınızı ve amellerinizi barıştırın. İman amelbarışıklığı içinde İslâm’a girin. İddia ve ispat, iddia ve eylem bütünlüğünegirin diyor.
Bir başka ifadeyle imanlarınızlaamelleriniz barışsın. Kalplerinizle kafalarınız barışsın, düşüncelerinizlehareketleriniz barışsın ve böylece kendi içinizde barışa girin diyor Rabbimiz.İnançlarınızla hayatlarınız başka başka olup içinizde ve dışınızda bir savaşyaşamayın. Hem Allah yolunda hem şeytan yolunda yürüyerek, hayatınızın bir bölümündeAllah’ın kulu, öteki bölümlerinde de başkalarının kulu ve kölesi olarak birçatışma içine düşmeyin diyor.
Dikkatederseniz sözünün başında Rabbimiz; Ey iman edenler! dedi. Sonra da İslâm’agirin! Buyurdu. Eğer bu iman edenlerden kasıt mü'minlerse zaten mü'min olan buinsanlardan niçin yeniden mü'min olmaları, İslâm’a girmeleri isteniyor? Öyleyseanlıyoruz ki; ey iman gösterisinde bulunanlar, ey inandığını iddia edenler,inandıklarını zannedenler demek olacaktır mânâ.
Veya ey dilleriyle inandıklarınısöyleyen; ama kalpleriyle inan-mayan münâfıklar veya ey sadece iman iddiasındabulunup da inanç-larını amelle hayatlarında görüntülemeyenler amelinizle de buimanlarınızı görüntüleyin demek olacaktır. Bazıları da bu iman edenler tabiriniehl-i kitap olarak yorumlamaya çalışmışlar. O zaman da ey ehl-i kitap sizler deİslâm’a girin! demek olacaktır mânâ. Yâni sizler de sulh edin! Ayrılığı,tefrikayı bırakıp İslâm’a girin!
Ve hepinizselâmete girin. Kimileriniz İslâm’ı kabullenip, kimi-leriniz başka şeylerinpeşinde koşarak derbeder bir hale gelmeyin. Hepiniz Allah’ın dinine girin veyaşadığınız bir dünya hayatında da topyekun birlikte hareket edin! İslâm’ıntümünü kabul ederek hayatı parçalamadan, kendinizi de parçalamadan tammüslüman olun diyor Rabbimiz. Âyet-i kerîme her türlü ayrılık, çatışma veçekişmelerden uzak, toplumsal bir uyuşmayı, uzlaşmayı emretmektedir. Enfalsûresinde de bu silm kelimesi aynı mânâya kullanılmıştır:
"Eğeronlar silme (barışa) yanaşırlarsa; sen de ona yanaş ve Allah’a dayan. Çünkü o,işiten ve bilendir."
(Enfal 61)
Müslümanlarbütünüyle İslâm’a davet edilirken, bir de aman ha şeytanın adımlarına uymayındiyor Rabbimiz. Çünkü o şeytan, sizin için apaçık bir düşmandır. Eğer onunyoluna uyarsanız, o sizi şu veya bu şekilde selâmdan, selâmetten İslâm’dan uzaklaştırmakister. Allah korusun siz de böylece uzaklaşır gidersiniz de kaybedenlerdenolursunuz. Çünkü şeytan, insanların gideceği dosdoğru yol üzerinde, sıratımüstakim üzerinde oturur, insanların sağından, solundan, önün-den, arkasındangelerek her hâlükârda insanları hatanın, isyanın içine çekmeye çalışırlar.
Bakın Nemlsûresindeki bir âyet-i kerîmesinde Rabbimiz, şeytanın yaptırdıklarından birinişöyle anlatır:
"Onunve kavminin Allah’ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytankendilerine bu yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş,onun için onlar doğru yolu bulamıyorlar."
(Neml: 24)
Şeytanınkandırdığı Sebe ülkesi insanları, Allah berisinde güneşe secde ediyorlarmış.Güneşe namaz kılmak değildir tabii bunun mânâsı. Burada olduğu gibi Kur’an-ı Kerîmdesecde ve rükû namaz dışında zikredildiği zaman, mutlak başlı başına bir ibâdetanlıyoruz. Yâni güneşi dinliyorlar, güneşe itaat ediyorlar, güneşin emrineboyun eğiyorlar. Peki acaba güneş onlardan ne istiyordu? Güneş ne diyor, neemrediyordu onlara? Güneş onlardan nasıl bir kulluk istiyordu ki, onlar onudinliyorlardı? Güneş onlardan bizzat bir şeyler istemese de istetiyorlardı,güneş kendilerine konuşmasa da güneşi kendilerince konuşturuyorlar, güneşe birkısım şeyler dedirtiyorlar ve o dediklerini de yapıyorlardı tabii. Put budurzaten.
Put, insanlara hiç bir şey demesede dedirtirler ona. Put, aslında konuşmaz ama putun arkasına saklananbirileri, istediklerini o putlara söyleterek onun arkasında kendi egemenliklerini,kendi hegemonyalarını gerçekleştirirler. Meselâ şimdi yönetmelik konuşur mu?"Olmaz arkadaş! Bu yönetmeliklere aykırıdır!" diyor müdür efendi.Veya olmaz arkadaş, bu âdetlere terstir diyor adam. Yâni bu yönetmenlikdedikleri şey ne? Ya da bu âdet dedikleri ne? Kim koydu bunu? İnsanlardan değilmi o? Yâni şimdi bu yönetmeliklerin, bu âdetlerin arkasında birileri yok mu?Zaten işlerine gelmediği zaman yemiyorlar mı onu? Oyun bozulunca değiştirmiyorlarmı? Hani geçen senekiler nerede? Kalkmadı mı onlar? Öyle anlamıyor adam, yönetmenliğeaykırıdır, yönetmelik dinlenecek diyor tamam. Ya da ayıp olur efendim! diyor adam.El âlem ne der adama? Toplum ne der adama? Diyor, olur mu bu yaptığın şey? Pekine o toplum dediğin şey? Kim o? İşte sen, ben, bizim oğlan. Yâni yok ortadaböyle birisi. Ama yâni ne olur ne olmaz diyor adam, o olmayanın sözünüdinliyor. O olmayana kulluk ediyor. Gerektiği zaman o olmayan hatırınaAllah’ın emirlerini çiğniyor değil mi? Puta tapanların tamamı işte bu cinsteninsanlardır.
Kimileri diyor ki; olacak şey mibu? Puta tapar mı adam? Bu adamların hiç mi akılları yok? Taştan medet umar mıadam? Güneşe tapınır mı adam? Bal gibi oluyor işte, sen getirmişsin helvayıput diye dikmişsin, yönetmeliği şekillendirmişsin, kanunları getirip koymuşsun,aman demişsin, aman! Bunlara karşı gelinmez. Aman demişsin, bunlar dinlenmeli.Ne farkı var bunun ötekisiyle? O da olmayan şeyi dinliyor, sen de? Niyegaribine gidiyor da onların güneşi dinlemeleri? Ben insan yapımıyönetmelikleri, insan mahsulü kanunları helva putuna benzetiyorum. Hani eskidenİslâm öncesi Araplarda yaygındır bu. Helvadan put yapıyorlar, bir süre tapınıyorlar,sonra da acıkınca kendi elleriyle yapıp tapındıkları bu helvayı, putuyiyiveriyorlarmış. Tabi onların reisi mi yerdi? Başkanları mı yerdi? O ayrı konu.Kim acıkırsa o helvayı yiyebiliyor yâni. Bizimkiler de işlerine gelmediğizaman yaptıkları ve bir süre tapındıkları yönetmelikleri, kanunlarıyiyiveriyorlar. İşlerine gelmeyen kanun maddelerini ve yönetmelikleri yiyerekdeğiştiriveriyorlar.
Peki bununiye yapıyorlarmış bu insanlar? Allah diyor ki:
"Şeytanonlara bunu süslü göstermiştir."
Onlara bunu şeytan yaptırıyor. Yâni hepten boşdeğildi bu iş. Bir mantığı vardı şüphesiz bunun. Mesela bu mantıklardan birisi şuydu bakın: Şeytanın bu putun arkasındakonuştuğu oluyordu bazen. Çünkü Menat putu için özellikle bu rivâyet vardır.Mekke’nin fethinde o putu kırmak için gönderilen sahâbe, gidip o putu kırarkenputun arkasından kapkara bir şeyler gördüğünü anlatıyor. Bir sesler filan duyuyor.İtiraz eden, karşı gelen, yapma etme diyen bir sesler duyuyor.
Yâni putunkonuşması söz konusu. Gel diyor, gelme diyor, yap diyor, yapma diyor, senbüyüksün diyor, bunu yaparsın diyor, haklısın diyor, haksızsın diyor. Ben bunahiç de şaşmadım. Yâni bakıyoruz bugün de putların konuştuklarına şahitoluyoruz. Meselâ adamın evinde sevgilisi, göz bebeği bilmem ne eşyası vardır yaondan adamın kalbine sesler geliyor.
Veya kapısının önünde bilmem kaçmodel bir şeyi var ya veya işte yastığının altında meylettiği bir şeyleri varya onlardan ona sesler geliyor. Koru beni! Koru bunu! Saldır buna! Bana çizgidokundurma! Bana laf getirme! Yıka beni! Sil beni! gibi laflar eder ya sankiböyle sesler de geliyormuş putlardan. Yâni bu işin bir mantığı böyleymiş.Değilse hepten böyle mantıksız olarak adamın bu işleri yapması için deliolması lazım. Meselâ gidecek ve taşa diyecek ki, putum ben yolculuğa çıkacağımbu konuda ne dersin? Bu hepten mantıksızlıktır. Ama mantıklı da olsa,mantıksız da olsa şeytan yaptırıyor insanlara bunları.
Allah diyor ki, şeytan onlaraamellerini süslü gösterdiği için bunlar bunu yapıyorlar. Şeytan onlara bunlarıyaptırdığı için de onlar yollarını bulamadılar, yollarını şaşırdılar diyor.İşte şeytanın tüm hedefi budur. Derdi neymiş şeytanın? Böylece insanlar yollarınışaşırıp bulamasınlar, secde edecekleri makamı bulamasınlar, Allah’a secdeetmesinler diye yapıyormuş bunu.
Bakın bunubir daha söyleyeyim, çünkü burası çok önemlidir. Şeytanın bu eylemlerinintümünden şunu anlıyoruz, şunu anlatıyor Rabbimiz: Şeytan insanların hayatınaöyle bir program çiziyor ki, onun Allah’a gitme ihtimali baştan bitiyor. Buyanlışların arasında doğruyu bulma imkânı baştan bitiyor. Şeytanın çizdiğiprogramda Allah’a yer kalmıyor. Meselâ tıp fakültelerinde talebelere uygulananprogram bugün öyle gözüküyor. Talebenin bütün hayatını, bütün gününü kapsayıveriyorbu program ve burada okuyan talebelerin Allah’a, Allah adına okumaya, ya dadinlemeye zamanları kalmıyor.
Ama meselâ Hukuk Fakültesi öyledeğil. Ondan dolayıdır ki hukuk öğrencileri, kimi olaylara girebilecek zamanbulabiliyorlar. Ötekilerde hiç olay duyulmuyor, çünkü zamanları yok buna. Öylebir program ki, bunsuz olmaz deniyor ve gece gündüz onun tüm hayatı bitiriliyor.
Veya sistemlerdede bu böyledir. Meselâkomünizm, kapitalizme göre İslâm’la yarışabilecek bir havada görüyordu kendisini.Yâni bütün hayat programı hakkında söz sahibi kabul ediyordu kendisini.Gençlik hakkında konuşuyor, cinsellik hakkında konuşuyor, aile hakkında,ekonomi hakkında kendisine göre konuşuyordu. Ama kapitalizm öyle değildir. Okimi dünya işlerini düzenlerken meselâ din işine dokunmaz. Bu konuda serbesttirinsanlar. Dilersen müslüman ol, dilersen Budist ol fark etmez der.
İşte şeytanda önce:
Yâni karşısındakinin yolunu ne yapar, yapar İslâm’dansaptırır. Bunu beceremezse eğer, muhatabı herşeye rağmen yine de İslâm’agirerse, bu sefer de, o kişinin girdiği yolu, girdiği İslâm’ı eğri büğrüyapmaya çalışır. Yâni adamın İslâm’ını bozar. Din yaşıyorum diye bidatleri karşısınaçıkarır onun, ya da din diye insanların sunduğu, aslını bir türlü öğrenemediğibir yığın felsefenin içine çeker onu. Allah’ınkitabına, peygamberin sünnetine değil de insanların kitaplarına, insanlarınsözlerine sevk eder onu.
Biraz daha açık söyleyelim;Allah’a değil de güneşlere, güneş gibi büyüklere secde etmelerini sağlar. Allahdururken büyüklerin önünde secde ettirir. Güneş aslında büyük yıldızdır değilmi? Böyle güneş gibi piyasada yıldızı parlayan niceleri vardır ki, nicelerionlara secde etmektedirler, onlara secde etmek için çırpınmaktadırlar Allahkorusun. Allah buyuruyor ki:
"Eymüslümanlar (dikkat edin!) Hepiniz toptan silme girin! İslâm’a girin ve desakın şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o size apaçık bir düşmandır."
Sadeceşeytana değil, şeytan adına hareket eden yeryüzü şeytanlarına da dikkatçekiyor Rabbimiz. Belki de şeytanların, ya da yeryüzü şeytanlarının bugün enbüyük başarılarından birisi de bir mü'mini diğer bir mü'min kardeşiyle imanadına savaştırmasıdır. Yeryüzü şeytanları bugün mü'minleri mü'minlerlesavaştırmaktadırlar. Hem de din adına. Devletler planında böyledir, fertlerplanında da böyledir. Şeytanlar müslümanları bölmüşler, gruplara, hiziplereayırmışlar, tıpkı Firavun taktiğiyle ve birbirleriyle savaştırmaktadırlar.
Allahbuyurur ki: Sakın ha sakın şeytanın size tarif ettiği hiç bir yola tabiolmayın. Şeytanın yoluna tabi olmamanın yolu da Allahu Teâlâ’nın bu kitabındabildirdiği küfür ve şirk yollarını bilmeye bağlıdır. Allah’ın yoluna tabi olmanınyolu da yine Allahu Teâlâ’nın bu kitabın-da bildirmiş olduğu sıratı müstakimitanımakla mümkündür. Dikkat ederseniz Bakara sûresinde bu ikisi yan yanaanlatılmaktadır. Bir tarafta iman diğer tarafta küfür, bir tarafta İslâm diğertarafta şirk, bir tarafta Allah yolu diğer tarafta şeytan yolları olduğu gibiikili bir anlatımla anlatılmaktadır. Şeytanı tanımak bu kitapla mümkündür,İslâm’ı tanımak da bu kitapla mümkündür. Kitabı tanırız, böylece şeytanı tanırız.Şeytanı tanırız, şeytan yolundan uzaklaşırız, İslâm’ı tanırız, İslâm yolunagireriz. Allah’ı tanırız, Allah yoluna gireriz ve tüm şeytanlardan Allah’asığınırız. Besmele de zaten bu ayetin açıklamasıdır. Şeytandan haramlardan Allah’asığınacağız ve İslâm’a gireceğiz.
209:Eğersize bunca açık deliller geldikten sonra yine ayağınız kayarsa, iyi bilin kiAllah aziz ve hakimdir."
Sizekitapta apaçık beyyinat geldikten sonra, herşey açık açık beyan edildiktensonra yine de sapıtırsanız, şeytanın vartalarına düşüp günahlara girerseniz,bilin ki Allah izzet ve şeref sahibidir, Allah hikmet sahibidir, herşeyi yerliyerince bilendir. Allahu Teâlâ kendi yolundan uzaklaşanlara ve kendisiyle savaşatutuşanlara karşı çok acımasızdır, intikam sahibidir ve her işi de bilerekyapar, hikmetlidir.
210:”Onlarsadece gözetiyorlar ki, Allah buluttan gölgelikler içinde meleklerle birliktegeliversin de iş bitiriliversin. Halbuki bütün işler Allah’a döndürülüp götürülüp."
Bunlarartık onu bekliyorlar. Allah’ın kendini, yâni Allahlığını ortaya koymasını,Allahlığını kendilerine göstermesini bekliyorlar. Ama murad-ı İlâhî böyledeğildir. Yâni Allah’ın böyle bir yolla insanları imana zorlaması söz konusudeğildir. Zira böyle zoraki bir iman Allah’ın istediği iman değildir. Öyleisteseydi Rabbimiz tıpkı melekler gibi doğuştan boyunlarımızdaki ipin ucunueline alıverir ve bizi iradelerimizle baş başa bırakmazdı. Ne bekliyor bunlar?Açık açık Allah’ı görmek mi istiyorlar? Allah gerçeği hiçbir zaman öyleherkesin kayıtsız şartsız kabul edeceği, hiç kimsenin itiraz edemeyeceğibiçimde çırılçıplak gözler önüne sermez. Çünkü o zaman imtihanın mânâsı kal-maz.Başarı ve başarısızlık kavramları anlamlarını yitirir. Bunun içindir kiRabbimiz insanları şöyle uyarmaktadır: Allah’ın melekleriyle birlikte bütünazametiyle karşınıza çıkacağı günü beklemeyin! Zira o zaman sizin işinizbitecektir. O zaman azabınız kesinleşecek ve hiç bir şansı-nız dakalmayacaktır. Yâni sizler böyle bir durumla karşı karşıya kaldığınız anda imanve itaatinizin de hiçbir mânâsı kalmayacaktır. Çünkü artık ona imandenmeyecektir. Gözle görülen bir şeye iman isten-mez. İman gaybın konusudur.Zaten yeis halindeki bir iman da iman değildir. Peki niye iman etmiyor buadamlar? Neyi bekliyorlar? Kıya-metin gelip çatmasını mı bekliyorlar? Buistedikleri şey kıyametin kop-masından sonra gerçekleşecek bir şeydir.Halbuki kıyamet günü geldiği zaman hiçbir dönüş, hiçbir pişmanlık fayda vermeyecektir.Kıyamet günü hüküm vermek için buluttan gölgeler içinde Allah melekleriylebirlikte gelecek:
“ Meleklersıra sıra dizilip, Rabbin gelince,”
(Fecr: 22)
O gün Allahgelecek Melekleriyle beraber. Peki nasıl gelecek Rabbimiz? Nasılını bilmiyoruz.Bu adamların Allah’ın Rasûlünden istedikleri şeyleri bir zamanlar başkalarıda peygamberlerinden istemişlerdi:
"Ehl-ikitap senden, gökten kendilerine bir kitap indirmeni istiyorlar.."
(Nisâ 153)
Daha önce Hz. Mûsâ’dan da dahabüyüğünü istemişler ve demişlerdi ki; Ey Mûsa Allahu Teâlâ’yı bize apaçıkgöstermedikçe biz sana iman etmeyeceğiz.Hadi bize apaçık Allah’ı göster demişlerdi. Bu haince tavırlarından ötürüonları yıldırımlar çarpmıştı. Bakın buradaki istekleri de gerçekten çokenteresandır. Allahu Teâlâ’nın o bulutlar arasında, gölgeler arasındakendilerine gelmesini ve de meleklerin kendilerine gelmesini istiyorlar. AslındaNe istedikleri de belli değil. Bir noktada Peygamberlerle ve müslümanlarlaalay söz konusu. Hadi getir bakalım şu Allah’ım dediğin varlığı da birgörelim. Melekleri de getir de şöyle bir görelim bakalım. Diye Peygamberlealay ediyorlar. Şüphesiz bu alaylarının sonunda cezalarını mutlaka çekecekler,ama bu kâfirlere ceza verilinceye kadar da tabi müslümanların bu konudakiimtihanları söz konusu. Müslümanlar çok sıkıntı çekiyorlar ve işte busıkıntılı dönemlerinden başarıyla geçebilmeleri için de Rabbi-miz, buâyetlerle onların morallerini düzeltiyor diyebiliriz. Halbuki Allah’ın böylebulutlar arasından gelmeyeceği âşikârdır. Melekler geldiği zaman dayeryüzünde kâfirlere artık hayat hakkı kalmayacağı da kesin bellidir.
211:"İsrâiloğullarına sor. Biz onlara ne kadar açık Beyyine’ler (nice âyetler nicedeliller) gönderdik. Ama kendisine geldikten sonra kim Allah’ın nîmetini değişti-rirse,bilsin ki gerçekten Allah’ın azabı çok şiddetlidir."
Buradaki"Peygamberim İsrâil oğullarına sor" ifadesi:
"Eğerbilmiyorsanız zikir ehline sorun!"
(Enbiyâ 7)
Ayetininmanası gibidir. Ayetin anlamı; bilmediklerinizi gidin bilenlere sorun demekdeğildir. Ayetin ma kabline ve ma ba’dine bakılırsa mânânın hiç de böyle olmadığıanlaşılacaktır. Ama ayeti böyle cımbızla çekercesine Kur'an bütünlüğünden, surebütünlüğünden soyutlayarak anlamaya kalkarsanız o şekilde düşünmeniz mümkünolacaktır. Allah burada buyurur ki; ey peygamberim! Ve ey peygamber yolunun yolcuları,eğer sizler bu kitabın, bu Kur'an’ın Allah’tan geldiği konusunda herhangi birşüphe içindeyseniz, Bu konuda bir kuşkunuz varsa, o zaman hadi zikir erbabına,fikir erbabına, Tevrat ve İncil erbabına gidin bir sorun bakalım! diyorAllah. Yâni bu Kur'andan bir şüpheniz, bir endişeniz varsa. Değilse gidinonlara sorun falan demiyor bu ayet. Zikir, kitap demektir. Ehl-i zikir deehli kitap, yâni yahudi ve hıristiyanlar demektir. Ama müslümanlar kavramlarıdeğiştirdikleri için bütün bu mânâlar yok olup gitmiştir.
Aslında bu konuda yahudi ve hıristiyanlara birşeyler sormak yasaktır. Yâni bu Kur’an’ın sağlamasını, yahudi ve hıristiyanlarlayap-mak anlamına gelecektir ki, bundan menedilmişizdir. Bu bâtıldır. Bizimonlara soracak, onlardan öğrenecek hiç bir şeyimiz yoktur. Allah’ın Rasûlü deasla onlara uymayacak, asla bu konuda onlara bir şey sormadı. İncil ya daTevrat’ı da getirseler bu kitaptan daha efdal olmayacaktır. Ama maalesef bu âyetleri farklı anlayangünümüz müs-lümanları arasında Kur’an’dan daha kesin, Kur’an’dan daha üstün yolgöstericiliğine inanılan teoride ya da pratikte pek çok kitap vardır. Nicekitaplar vardır ki ortada müslümanlar Kur’an’dan önce onlara ittiba ediyorlar,bundan önce onları okumaya, onlardan bilgilenmeye çalışıyorlar. Âdeta bu kitaplarıellerinden düşürmemeye çalışıyorlar. Kur’-an’da biliyorsunuz; Kur’an’ın birbenzerini getirin iddiaları vardır. Eğer gücünüz yetiyorsa hadi bunun birbenzerini, yahut bir sûresini meydana getirin! Gibi âyetler vardır.
Sûrenin evvelinde bunu anlatmayaçalışmıştım. Tarih boyunca tüm insanlık bu meydan okuyuş karşısında susmuş,ancak orada da ifade ettiğim gibi Kur’an’ın nazmına benzer yapamamış, meydanagetirememişler, ama maalesef müslümanlar bunu anlayamamış ve onun muhtevasınabenzer nice muhtevalar yapmaya çalışmışlar. Müslümanlar Kur’an’dan gafilolduklarından mı? yoksa şeytan onlara amellerini süslü gösterdiğinden mi, oyeni üretilen süreli sistemlere, ideolojilere uyarlar da maalesef Kur’an’ın okonuda ne dediğini dahi bilmezler. Çok pratik bir örnek vereyim: Kur’an diyorki; ben sizin için mîras sistemi ortaya koyuyorum! Başkaları da diyorlar ki;ey Kur’an! Ey Allah! Sen kanun koyarsan bizde koyarız! İşte bizimki de bir düzen!İşte bizimki de bir kanun! Ve bu ciddi ciddi de müslümanların arasındauygulama alanı buluyor. İşte benim bildiğim bu âyeti de böyle anlayacağız.
"SorBeni İsrâil’e peygamberim!"
Anlayabildiğimizkadarıyla bu istekte bulunanlar, Medine’de genelde yahudiler olduğundan ve buistekler de genelde yahudi kökenli istekler olduğundan dolayı Rabbimizbuyurur ki: Sor Beni İsrâil’e. İsrâil oğullarına sor bakalım.
"Bizonlara ne kadar açık beyyine’ler (nice âyetler, nice deliller) gönderdik."
"Amakendisine geldikten sonra kim Allah’ın nîmetini değiştirirse, bilsin kigerçekten Allah’ın azabı çok şiddetlidir."
Bunîmetlerin neler olduğunu, Bakara sûresinin önceki âyetlerinin ısrarla bizeanlattığını görmüştük. İsrâil oğullarını Firavunun zulmünden kurtarmasından,kudret helvası ve bıldırcın etiyle beslemesine, Bakara’nın kurban olayınaonları şahit tutmaya, Tur'u üzerlerine kaldırıp mîsak almaya varıncaya kadarvs, vs. Bütün bunlarla birlikte bu adamlar hâlâ inanmamak da devam ediyorlardı.Hani bu adamları Firavun gibi zâlim birinin zulmünden kurtardım ve sonundaonlara devlet nasip ettim, ama onlar Allah’ın nîmetini değiştiriverdiler.Onlara tarihte hiç kimseye nasip olmayacak nîmetler yağdırdım, ama onlar bunîmetleri değiştirdiler. Kitaplarını değiştirdiler, kitabın âyetlerini değiştirdiler,ben bir türlü söyledim, onlar bir türlü anlamaya çalıştılar. Emirlerideğiştirdiler, deneni denmeyene, denmeyeni denene değiştirdiler. Ben hıttadedim, onlar hınta anladılar. Ben cumartesi yasak dedim, onlar değil dediler.Değiştirdiler de sonunda ne oldu? Sonun-da ne yaptım onlara bir sor peygamberim!Veya sizler de bugün bir sorun, ya da bir bakın hayatlarına ey müslümanlar!Diyor Rabbimiz.
Müslümanlarabu konuda özellikle İsrâil oğullarına bakarak ibret almaları tavsiye ediliyor.Çünkü onların yerine dünyanın önderliğini üstlenen müslümanların bu konuda çokdikkatli davranmaları gerekecektir. Onlar kitaplarını tahrif ettikleri için,dinlerini arkalarına attıkları için, kitapsız bir hayata razı oldukları içinbaşlarına gelenler, müslü-manlar da aynı duruma geldikleri takdirde onlarında başlarına aynı şeyler gelecektir deniyor. Tabi bu emir, onlara sormakanlamına değildir. Zira İslâm ümmetinin başkalarına soracak hiç bir şeyleri yoktur.Bundan kasıt, hem müslümanları ibret almaya davet hem de ehl-i kitabı küçükdüşürmektir. Verilen nîmetlere karşı nankörlükleri hatırlatılarak, Allah’akarşı takındıkları tavır gündeme getirilerek onlar yargılanıyorlar. Bu adamlardün böyleydi, bugün de aynen dünkü hayatlarından farksız bir durumdadırlar.
Aynışekilde Mûsâ (a.s)’a yapmış oldukları eziyetlerin, Zeke-riya ve Yahya (a.s)’ayapmış oldukları işkencelerin benzerini, şimdi Muhammed (a.s)’a ve onunashabına da yapmak isterlerse, kesinlikle bilsinler ki Allah’ın azabı, ikabıgerçekten çok şedittir. Şu anda kâfirler yeryüzü müslümanlarına ne kadar işkenceyapmayı hedeflerlerse hedeflesinler, ne kadar da tüm plan ve programlarımüslümanları top-yekun yeryüzünden silmek olursa olsun, bilsinler ki tümhıristiyan ve yahudiler, savaş anında karşılarında ilk önce Allahu Teâlâ’yıbulacaklardır. Yâni bu savaşta ilk önce Allahu Teâlâ kendi zatıyla ve azametiylevardır ve müslümanları koruyacak, müslümanlara yardım edecektir. Tümkâfirlerin kökünü kazıyacak ve işlerini bitirecektir. İşte bilsinler ki AllahuTeâlâ’nın azabı ve ikabı çok şedittir, çok çetindir.
212:"Dünyahayatı kâfirlere süslü gösterildi ve iman edenlerle alay etmek de onlara süslügösterildi. Çünkü sakınanlar, takva erleri kıyamet günü onların üzerindedirler.Allah dilediğini hesapsız rızıklandırandır.
Hemmüslümanlarla alay ediyorlar, müslümanlara hayat hakkı tanımıyorlar hem dedünya hayatından memnun oluyorlar. Tüm hedefleri dünya hayatıdır ve az öncekiekini ve nesli bozma özelliklerinden de anladık ki bu adamların dünyasında dahayır yoktur. Gerçi dış görünüşleri itibariyle dünyayı hedefledikleri içindünyada gerçekten erişemedikleri bir şey yok gibi ama nihâyet kendi elleriyledünyalarını da bozmuşlar, mekânik bir hayata gelmişler, robotlaşmışlar,duyguları bitmiştir. Hisleri, hareketleri kaybolmuştur, sevmek, sevilmek, ağlamak,gülmek gibi insani duyguları, fedâkarlık, cefakarlık gibi duygularıtükenmiştir. Yedirme, içirme, infak ve akrabalık bağları, karılık, kocalıkbağları, babalık, oğulluk bağları bitmiştir. Herşeyleri bitmiştir. Böyle birhayatın içinde tüm dünya onların olsa ne olacak ki? Şu anda aslında cehennemiyaşıyorlar, ama böyle bir hayat da onlara süslü geliyor. Bunu hayat zannediyorlar.
Yaşadıkları hayatları içdünyalarında büyük ıstıraplar oluşturuyor, derin yaralar açıyor; ama bunusanki fevkalade güzel bir şey miş gibi süslü görmeye çalışıyorlar ve her biride bunu ortaya koymaktan hiç de sıkıntı duymuyorlar, çok rahat bir şekilde birbirleriniaşağıya indirebiliyorlar, çok rahat bir şekilde birbirlerini atlatabiliyorlar,rezil rüsva bir hayatı birlikte yaşıyorlar. Meselâ bir adam cadde ortasında herkesingözleri önünde açlıktan ölüp gitse, necisin diye sormuyor, ama yine de bu hayatkendilerine süslü gösteriliyor. İşte böyle tüm gördükleri, oldum olası birdünya hayatları var, yaşasınlar bakalım; zaten bu adamların hepsi de cehenneme gidecekler. Tümüyle sefaletiyaşıyorlar, ölür ölmez de cehenneme gidecekler, kendilerini büyük bir azabın içinde bulacaklar.
Ve dünyada ne görmüşlerse zevkleride sefaları da eğlenceleri de hepsi bu kadar olacak. Lâkin işin garibi buhalleriyle bile müslü-manlara hep tepeden bakıyorlar, alay ediyorlar. Ama sakınha sakın, siz müslümanlar onların alaylarından etkilenmeyin. Onlara acınacakbir zavallı gözüyle bakalım. Ve gerçekten ağlanacak durumda olanlarınkendilerinin olduğunu söyleyelim onlara ve hiçbir zaman en ufak bir şekildebile olsa kalbimizden onlara benzemek duygusu geçir-meyelim. Hiçbir zamanonların yaşadığı hayatın özlemini çekmek gibi bir duruma düşmeyelim. Çünküilim bizde, hikmet bizde, izzet ve şeref bizde, akıl ve feraset bizde, kitapbizde, hidayet bizdedir. Bütün bunlara rağmen bu zavallıların bizim üzerimizdeuyguladıkları propagandalar sonucu hemen hemen çoğumuzun da etkisinde kaldığıkonular vardır. Efendim bunların zirveye çıkmış teknolojilerini, sanayilerini,sosyal yaşantılarını, hukuklarını eğitimlerini, yollarını köprülerini takdiretmek gerekir, Alman bilmem ne buluşunu takdir etmek lazım-dır, İsviçre’ninhukukunu takdir etmemiz lazım, Amerika’nın savaş bil-mem nesini takdir etmemizlazımdır gibi hepimizin kalbine yerleşen u-fak tefek duyguları, aşağılıkkomplekslerini ısrarla bitirmek zorundayız. Bilmeliyiz ki yeryüzünde kâfirlereimreneceğimiz hiçbir şeyleri yoktur. Güvenebileceğimiz hiçbir hareketleriyoktur, hiçbir karakterleri yoktur. Gerçekten onlar dünyanın en rezil ve ensefil mahluklarıdır.
Bakıyoruz bunlar, dünyaya meyletmeyen, dünyayıkıble edinmeyen, dünyanın geçici emtialarına çakılıp kalmayarak dünyanın ötesindeâhiretin varlığına inanan ve tüm yatırımlarını ebedî hayatları için yapan ve buyüzden de kendileri kadar mal mülk toplayamamış mü'-minleri, birinci plandaâhireti ve Rablerinin rızasını kazanmaya çalış-tıkları için dünyada fakirkalmışları küçümserler. Çünkü bunların üstünlük, alçaklık kıstasları da dünyadır,dünyanın süsü ve ziynetidir. Dünyalık sahibi olanlar bunlara göre üstün insanlardır.Tüm plan ve programları dünya içindir. Hayatın, dünyanın, dünyalık şeylerin,paranın, pulun, makamın, mansıbın kulu kölesi olarak değil de, efendisiolarak kalmayı tercih edenler, dünyada çok yüce idealleri gerçekleştirmekiçin çırpınanlar Allah katında üstün iken bunlar nazarında düşük insanlardır.Böyle insanlarla alay ederler. Varsın kendilerini üstün görsünler ve bununla avunsunlarama bakın Allah Mâide sûresinde diyor ki:
“Allah katında bundan daha kötü bir karşılığın bulunduğunu size habervereyim mi" de, Allah kime lânet ve gazap ederse, kimlerden maymunlar,domuzlar ve şeytana kullar kılarsa, işte onlar yeri en kötü ve doğru yoldan ençok sapmış olanlardır.”
(Mâide 60)
Bu âyetinde de yeryüzünün en şerliinsanlarının tâğutlara kulluk edenler olduğunu anlatır Rabbimiz. Allah’tanbaşkalarının emirlerine itaat ederek, Allah’tan başkalarının yasalarınıuygulayarak onlara kulluk yapanlar yeryüzünün en kötü varlıklarıdırbuyuruluyor.
Ama bunarağmen işte kendi hayatları kendilerine süslü gösterildiği gibi, etkilerialtına aldıkları biz zavallıları da kendi pis dünyala-rının kutsallığıhegemonyasına çekmeye çalışıyorlar. Gelin ey müslü-manlar bu içinde bulunduğunuzkötü durumdan kurtulmak istiyor-sanız, siz de bizim gibi olun, siz de bizimgibi düşünün, bizim gibi yaşayın diyerek bizi de kendi cehennemlerine çekmeye çalışıyorlar.Ama inşallah biz onların bu zavallılıklarına, bu oyunlarına gelmeyeceğiz.
"Çünküsakınanlar, takva erleri kıyamet günü onların üzerindedirler. Allah,dilediğini hesapsız rızıklandı-randır."
Sadece öbürtarafta üstte değildir müslümanlar, dünyada da üstündür müslümanlar.Müslümanlar hem dünyada hem de âhirette kâfirlerden üstündürler. Her ne kadarzahiren bu kâfirler, müslüman-lar karşısında son elli-yüz yıldır bir üstünlüksağlamış gibi görünseler de. Ya da son elli-yüz yıldır müslümanlar bu kâfirlerkarşısında bir komplekse düşmüş olsalar da. Ama elhamdülillah ki, Allah’ınyardımıyla izzet ve şeref yavaş yavaş müslümanlara dönmeye başladı. Şu andakidünyanın bundan yüz yıl önceki dünya olduğunu kabul etsek ve birer birermüslümanların özgürlüklerini kaybettikleri, tüm dünya müslümanlarının ölümleburun buruna getirildiği ve hiç bir müslüma-nın; “ben müslümanım” demeyecesaretinin ve hakkının kalmadığı bir ortamı düşünelim, böyle bir ortam olsaydıve bütün müslümanları teker teker öldürselerdi bile, yeryüzündeki Kur’an’larıbirer birer parçalayıp yok etselerdi, nihâyet yeryüzünün en şerefli insanlarıyine müs-lümanlardı ve öteki hayatta da yine izzet ve şerefe kavuşacak olanlaryine müslümanlar olacaktır. Ve bundan dolayıdır ki şu anda müslü-manlar zerrekadar bir komplekse kapılmamalıdırlar, ezilmemelidirler, izzet ve şerefin ancakkendilerinde olduğu bilincine ermelidirler.
"Şüphesizki Allah, kullarından dilediklerini hesapsız rızıklandırır."
Kimilerineaz verir, kimilerine çok verir. Onun içindir ki sakın ha sakın, çokverdikleri, ya da az verdikleri, çoklukla azlıkla şeref ve izzet görmeyelim,ya da yakınlık bilmeyelim. İzzet ve şeref takvadır, yakınlık takvadır, yakınlıkimandır ve teslimiyettir, bunu hiç birzaman hatırımızdan çıkarmayalım.
213:"İnsanlartek bir ümmetti. Allah müjdeci ve korkutucu olarak Peygamberler gönderdi. Veberaberlerinde insanların anlaşmazlığa düştükleri yerlerde aralarında hükümvermek üzere hak kitaplar indirdi. Kendilerine kitap verilenler kendilerineapaçık belgeler geldikten sonra aralarındaki ihtiraslarından dolayı ayrılığadüştüler. İşte Allah böylece iman edenleri kendi izni ile ihtilâf ettiklerikonularda hidâyet edip gerçeğe ulaştırmıştır. Allah dilediğini doğru yolailetir."
İnsanlarHz. Adem’den bu yana tek ümmetti, tek milletti, tek bir sistemleri vardı, tekbir inançları vardı, Allah onların aralarından peygamberler gönderdi, onlarlaberaber kitaplar gönderdi. İhtilâf ettikleri konularda, problem yaptıklarıkonularda aralarında hükmetmesi için. Allah ihtilâfları halletmek içinkitaplar indirmiştir.
Âyettenanlıyoruz ki kimilerinin iddia ettikleri gibi yeryüzünde insanlık tarihindekaranlık bir dönem yoktur. İnsanlık tarihi vahiyle başlamıştır. İlk insandan buyana Cenab-ı Hak kullarını hiçbir zaman vahiysiz bırakmamıştır. İnsanlaryeryüzünde yaratıldıkları andan itibaren dinsiz ve yolsuz bir dönemyaşamamışlardır. Hz. Adem’i yaratmış Rabbimiz, ona vahiy göndermiş; Hz. Adem veçocukları, torunları uzun bir süre vahiyle yollarını bulmuşlar ve tek bir ümmetolarak aynı inançla, aynı dinle yürümüşler. Daha sonra insanlar çoğalıp yeryüzüneyayılınca, zamanla insanlar bu tevhidden inhiraf edip bâtıl yollara ve şirkedüşmüşler.
İşte yeryüzünde her ne zamaninsanlık tevhid konusunda ihti-lâf edip, vahiyden uzaklaşıp bâtıl yollara düşmüşlerse,Allah onları dü-zeltmek için ihtilâf ettikleri tevhide onları yeniden davetetmek için peygamberler göndermiştir. Demek ki insanlığın başlangıcıtevhittir, aydınlıktır. Küfür, şirk, bâtıl ve karanlıklar sonradan çıkmış ârızîşey-lerdir.
YalnızAllah’ın indirdiği haktır. Ona muhalefet eden herşey bâtıldır ve sapıklıktır.Tüm insanlık bir şey üzerinde toplanıp bu haktır deseler de şâyet o Allah’ınindirdiğine ters düşüyorsa o bâtıldır. Allah’ın indirdiğinin dışında hakyoktur. Allah’ın indirdiğinin dışında hüküm de yoktur. Bu hak hüküm ortayakonulmadıkça da insanlar arasındaki ihtilâfların bitmesine de imkân veihtimal yoktur. Allah’ın hak olarak indirdikleriyle hükmetmedikçe de yeryüzündeasla salah, sulh ve sükun asla gerçekleşmeyecektir. İhtilâfları çözecek birtek yol, bir tek kaynak vardır. O da Allah’ın yeryüzünde ihtilâfları çözmeküzere indirdiği kitaptır.
Allah kitapgöndermiş. Peki niye göndermiş kitabı? Kitapla amel edilsin diye. Kitapyürürlüğe konulsun diye. Kitapla insanlık hayat programlarını belirlesinler vekitapla yol bulsunlar diye.
Bakın, şuanda Rabbimizin en büyük nîmetleriyle karşı karşı-yayız. Elimizde kitabımızvar. Bir de müjdeci ve uyarıcı olarak Peygamberler gönderdi Rabbimiz. Bu peygamberlerbizi uyardılar, bizi müjdelediler. Peygamberler bize cenneti getirdiler, bizecehennemi getirdiler, kıyametle bizi uyardılar, dünyada hasenelerle biziuyardılar, âhirette hüsnalarla bizi yüz yüze getirdiler.
Ve bir debu peygamberlerin yanında kitap gönderdi Rabbi-miz. Rasulullah’ın yanında dabir Kur’an geldi. Bu kitap hak olarak indi, bâtıl olsun diye, oyun eğlenceolsun diye gelmedi. Yeryüzünde zulüm ve haksızlıklar hakim olsun diye gelmedi.Yeryüzünde bozgunculuk olsun diye gelmedi, insanlar ekini ve nesli bozsunlardiye inmedi, bu kitapla yeryüzüne hakim olanlar yeryüzünde adâleti, özgürlüğü,hürriyeti hakim kılsınlar ve insanlar rahat bir şekilde Allah’a kulluk yapsınlarve de aralarındaki problemlerini bu kitaba göre çözümlesinler diye Allah bukitabı göndermiştir. Ama:
"Kendilerinekitap verilenler, kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra aralarındakiihtiraslarından dolayı ayrılığa düştüler."
Kendilerinekitap verilenler, kendilerine bu kitaplar geldikten sonra niye ihtilâfadüşmüşler? Eğer bu insanları ihtilâfa düştükleri konular hakkında âyetbulunmayan konular olsaydı neyse; ama bakın, bunlar kendilerine delillergeldikten sonra, hakkında nas bulunan konularda ihtilâfa düşmüşler.
Bu konuyainşallah dikkatinizi çekeyim, genelde çok problem yapıyoruz. Elimizde Kur’anve peygamber sünneti olduğu halde acaba niye bu toplum hâlâ fırka fırka? Niyegrup grup? Niye ayrışmışlar? Niye ihtilâfa düşüyorlar? Elimizde Kur’an vepeygamber sünneti olduğu halde bizim ihtilâfa düşmemizin sebebi:
Aralarındakiazgınlıktan dolayıdır, aralarındaki hırstan dolayıdır. Kur’an’a ve Peygamberegöre azgınlık yapan toplumlar mutlaka ihtilâfa düşeceklerdir. Kur’an’a ve Peygamberesamimi olarak yönelenler, samimi olarak kulak verenler, samimi olarak bu kitabave peygambere uymak isteyen bir topluluk, Allah’ın gazabıyla kesinlikle birbirleriniöldürür hale gelmezler. Birbirlerini yiyecek hale gelmezler.
Yâni bugünbizi bu hale getiren bizim kitabımız değildir. Bizim peygamberimiz de değildirbizi bu hale getiren. Eğer bugün bu müs-lümanlar fırka fırka, grup grup, hiziphizip birbirlerini yiyecek bir durumdalarsa, parça parça olmuş birdurumdalarsa ve dünya üzerinde zillet ve meskenet üzerimize çökmüşse, bu noktadaher müslüman tek tek şunu demek zorundayız:
"EyRabbimiz, biz nefislerimize zulmettik! Eğer bizi yarlığayıp bu haldenkurtarmazsan işimiz bitiktir."
(A’râf 23)
Diyecek veher birimiz nereden yönelirsek yönelelim, bu kitaba yönelmek zorundayız. Bir ipvar ki gökyüzünden arza uzatılmış, çukurun içinde olan herkes ona uzanmak zorundayız.Herkes ona ulaşabilir, çöllerde olanlar ona ulaşabilir, kutuplarda olanlar onaulaşabilir, dağlarda olanlar ulaşabilir, buzullarda olanlar ulaşabilir.
Evet, yeryüzünün neresindeolursak olalım bu ip her zaman gözümüzün önündedir. Her an bu ipe ulaşma imkânımızvardır. Yeter ki biz samimiyetle kurtulmak için bu kitaba kulak verelim, bukitabı menfaatlerimize satmayalım. Yeter ki bu kitaba sadece kendi dünyamız içinmüracaat etmeyelim, azgınlaşmayalım, samimi olalım bu konuda. Kesinlikle böyleolursak, samimiyetle yol bulmak için, hayatı düzenlemek için müracaat edersek Rabbimizbu kitapla bizi hidâyete erdirecek, bize yol gösterecektir ve bizim bütünproblemlerimizi halledecektir.
Buna imanedeceğiz ve kesinlikle bizim işimiz bu kitaba sa-rılmak olacaktır. En başişimiz bu kitabı gündeme getirmek olacaktır. Şu insanlar şöyle, bu insanlarböyle, bunlarla uğraşmayacağız. Ben samimiyetle bunu yaparsam, bununla dirilmeyihedeflersem, diğer müslümanlar da bunu yapmaya başlayacaklar, onlar da aynıhedefin içine girecekler ve Allah’ın rahmeti bereketi bizimle olacaktır. Dünyadamutlu bir hayata, âhirette de cennete ulaşabilmek için buna muhtacız. DeğilseAllah’ın kitabından uzak, peygamberinin yolundan habersiz ne dünyamız güzelolur, ne de âhiretimiz. Bunu hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmamalıyız.
"İşteAllah böylece iman edenleri kendi izni ile ihtilâf ettikleri konulardahidâyet edip gerçeğe ulaştırmıştır. Allah dilediğini doğru yola iletir."
Allah kimehidâyet ediyor? İman edenlere. Hangi konuda onlara doğruyu gösteriyor? İhtilâfettikleri konularda. Demek ki hidâyetin bize ulaşabilmesi için, bizim mü'minolmamız gerekiyor. Samimiyetle mü'min olmamız gerekiyor. İman ettik mi, teslimolduk mu Allah bize yardım edecektir. Allah’ın vadidir bu ve Allah kesinliklevadinden dön-meyendir. Allah vadinden asla caymaz, haksızlık yapmaz, zulmet-mez.
Yapılacakiş; o zaman bu kitaba akıllı uslu kulak vermek ve bu kitabın dediğinesamimiyetle teslim olmaktır. Ama aklı işin içine karıştırıp, menfaatlerimiziön plana çıkarıp şöyle demeye başladık mı, iş çığırından çıkıyor. İyi ama yaRabbi, hoş ama ya Rasûlallah, güzel diyorsunuz da bizim hayatımız şöyledir,bizim durumumuz böyledir dedik mi, yâni ya Rabbi, ya Rasûlallah şunlarışunları da düşündünüz mü? diye Allah’a ve Resûlü’ne akıl verip yol göstermeyekalktık mı, o zaman sapma başlıyor Allah korusun.
E ben böylediyorum, sen böyle diyorsun, ötekisi böyle diyor ve her birimiz ayrı ayrıyerlerde sapmaya başladık mı, bakıyoruz ki birimiz on metre bir tarafa,öbürümüz yirmi metre başka bir tarafa gitmiş. Ama hiç birimiz sapma içinegirmeden, yamulmadan Allah’ın kitabına sarılsak, biz niye ayrılalım da o zaman?Hepimiz de aynı yola gideriz.
214:"Yoksasizden öncekilerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden öyle elinizikolunuzu sallaya sallaya cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz? Kendilerinesıkıntılar ve yokluklar gelip çattı ve sarsıldılar. Hattâ Peygamber ve beraberindekimü'minler: Allah’ın yardımı ne zaman? Diyorlardı. Gözünüzü açın! ŞüphesizAllah’ın yardımı yakındır."
Yâniİslâm’ın tümünü yaşamadan, Allah’ın tüm emirlerini tatbik etmeden, hayatınızıntümünde Allah’ın kulu olduğunuzu unutmayıp, Allah’ın tüm arzularını gerçekleştirmeden,yâni tümüyle silme girmeden cennete girebileceğinizi mi zannediyorsunuz? Cennetikazanmak öyle kolay değildir. Hayatın tümünde Allah’ın kulu olmadıkça, kullukyolunda önümüze çıkabilecek tüm zorlamalara göğüs germeden, malı ve canı Allahyolunda fedâ etmeden, Allah’ın mal, can ve çocuklarımıza verdiği musîbetlerekarşı sabretmedikçe cennet kazanılamaz. Demek ki kolay olmuyor bu iş.Kolaylıkla olmuyor cennete gidiş. İhtilaflardan uzaklaşmak kolay. Kitaportada, sünnet ortada, hemen sarılırız olur biter. Birlikte hareket etmemiz dekolay. Ama geriye cennete girme kalıyor ve bizden öncekilerin başına gelenlerbizim de başımıza gelmeden de kolay olmuyor bu iş. Nasıl olmuş onların durumu?Neler gelmiş onların başına?
"Kendilerinesıkıntılar ve yokluklar gelip çattı ve sarsıldılar. Hattâ Peygamber veberaberindeki mü'minler: Allah’ın yardımı ne zaman? Diyorlardı. Gözünüzüaçın! Şüphesiz Allah’ın yardımı yakındır."
İştebunaldıkları, daraldıkları bir anda böyle söyleyenler gibi, sizler de bunalıpsıkılmadan, ümitlerinizi tamamen Allah’a bağlayacak hale gelmeden, herşeyden veherkesten ümitlerinizi kesip yalnızca Allah’a yönelip; Allah’ım! Zaferin nezaman? diye yalvaracak hale gelmeden cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz? Sizbu hale gelince de Allah buyuracak ki: Bekleyin, Allah’ın yardımı yakındır! Şuanda dünya üzerinde gerçekten böyle bir ortamda olan, daralan, sıkıntı içindeolan ve gerçekten ne yapacaklarını şaşırmış ve herşeyden ümitlerini kesip: YaRabbi! Bize bir çıkış yolu göster! Bize senden başka yardım edecek kalmamıştır!Biz ne yapacağız? Ne olacak bizim halimiz? diyen müslümanlara karşı bu müjdeyiverebiliriz. Bekleyin müslümanlar! Dayanın müslümanlar! sabredin Allah’ınyardımı yakındır diyebiliriz. Bu insanlar Allah’tan, okudukları Kur'an’dan bumüjdeyi alacaklar, müjdeyi alan toplumlar zafere ulaşacaklar, zafere ulaşan butoplumlar yine Allah’a hamd ve tesbihle görevli olacaklar ve yepyeni bir hayatabaşlayacaklar.
Ama bu müjde şu anda bize birazuzak gibi. Yalnız bir de şu var ki, yaşadığımız dünyada galibiyet, ya da mağlubiyet,izzet ya da zillet her hâlükârda bizim bir imtihanın içinde olduğumuzu göstermektedir.Yâni böyle bir ortamın içinde olmayan müslümanların da kendi başlarına diri kalabilmeleri,böyle bir ortam içinde onların da Allah’a yalvarmaları, Allah’tan çıkış yoluistemeleri ile, beri tarafta kimi müslü-manların da izzet ve şerefe ulaştıktan,mülk ve saltanatı elde edip e-gemenliklerini kazandıktan sonra, Allah’ın dininihakim kılmaya çalışmaları herkesin imtihanını eşitleyiveriyor. Yâni farz edinki şu anda dünyanın tek güçlü devleti biz olsak ve tüm dünya kâfirleri bizimönümüzde eğilseler, bizler yine kullukla, yine tesbihle, yine tekbirle, yinehakla ve Allah’a kullukla sorumluyuz demektir.
Şu andadünyada tek İslâm gücü olmasa, müslümanlar kıyam edemeseler, müslümanlarsavaşmak şöyle dursun, savaşı akıllarının ucundan bile geçiremeyecek birdurumda olsalar, kendi kendilerine bile yardım etmeye, oğullarına, kızlarınahakim olmaya bile güç yetiremez bir durumda olsalar, yine bizler, Allah’akullukla, Allah’ın yüceliğini kabulle, takvayı kabulle mükellefiz. Tesbihi,tekbiri gerçekleştirmekle mükellefiz demektir. Hayat budur ve ölünceye kadar,kıyamete kadar da bu iş böylece devam edecektir.
215:"Peygamberim, sana neyiinfak edeceklerini sorarlar. De ki; hayırdan ne infak ederseniz ana babaya, akrabaya,yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara. Hayırdan ne yapmışsanız Allahşüphesiz onu bilmektedir."
Mahallenizde,mahalle deyince ne kadar sınır çizebilirseniz, belki apartman hayatıyaşayanlar için bu zordur; ama bir mahallede yaşayanlar için biraz dahakolaydır. Mahallenizde halini ahvalini bilmediğiniz bir tek komşu olmasın.Mahallenizde durumunu bilmediğiniz bir tek komşunuz olmasın. Ve çok rahat birşekilde derdi olan müslümanlar size gelebilsinler. Ama bu ortamı sizoluşturacaksınız. Siz onlara gideceksiniz, siz onlarla beraber olacaksınız ki,onların da sıkıntısı, derdi olduğu zaman size gelebilsinler.
Hısım,akrabalarınız içinde derdini size açmak istedikleri za-man çok rahat açamayacakkimse kalmasın. İlk önce emmi, dayı, teyze deyin. Sonra emmi çocukları, dayıçocukları deyin. Sonra babalarınızın emmi dayı çocukları deyin. Yâni gücünüznereye kadar ulaşırsa, bu sorumluluk sahasını yavaş yavaş artırmaya gayret edeliminşallah. Yâni infak, bu kitabı birilerine götürmemizin ve pratikte uygulamamızınen kestirme yoludur. Yâni ilk önce biz bu insanlara fedâkarlığı götürelim ki,fedâkarlığımızla birlikte bu kitap da onlara ulaşmış olsun. Yetimler,miskinler, akrabalar, yolcular ve komşulara infak edeceğiz. Ama şüphesiz ki buda bizim fedâkarlığımızı gerektirecektir. Fedâkarlık yapabilmemiz demasraflarımızdan kısmayı gerekli kılacaktır. Masraflarımızı kısacağız, yeni yenihedefleri bir tarafa bırakacağız, lüksü bir tarafa bırakacağız. Yâni şu andapara harcama yollarını kısacağız, paralarımızı Allah için başkalarına harcamayollarını bulmaya çalışacağız. Biraz önceki dediğimle bu ikisi doğru orantılıdır.Kendi harcamalarımızı kısmamız demek; bizim paralarımızı başka yerlere harcamaimkânımızın doğması demektir, biz bunu gerçekleştirdik mi de toplum yavaşyavaş İslâm’a doğru dönecektir. Kâfirler bu hareketlerden memnun olmayacaklar,ayrışma başlayacak, ayrışma başlayınca da savaş başlayacak, savaş başlayıncada Allah’ın yardımıyla müslümanlar muzaffer olacak. Veya bakarsınız kiAllah’ın lüt-fuyla bütün insanların meyli size doğru olacak ve yine Allah’ınlütfuyla toplumun içinde bir savaş olmadan, toplum İslâm budur diye teslimolacak ve bu sefer dış dünyayla hesaplaşmamızı da Allah kolay kılacaktırinşallah.
216:"Eyiman edenler! Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Ama olur kibir şey hoşunuza gitmediği halde sizin için daha hayırlıdır. Ve olur ki birşey sevdiğiniz halde sizin için şer olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz."
Rabbimizhoşlanmasanız da savaş size farz kılındı buyuruyor. Aslında herhangi birşeyden hoşlanıp hoşlanmamak mü'minin elinde olan bir şey değildir. Müslümanteslim olan kişidir. İradesini Allah’a teslim eden kişidir müslüman. YâniAllah’ın seçimini kendisi için seçim kabul eden, arzularını Allah’ınarzularına teslim eden kişidir. Allah onun adına bir şeyden razıysa, mü'min deondan razı olmuştur. Allah kendisi adına emir veya yasak olarak neleriseçmişse, Allah’ın seçimini kendisi için seçim kabul etmiş kişidir mü'min.İman bunu gerektirir, teslimiyet bunu gerektirir. Aksi takdirde imandan sözedilemez.
İnsanın birşeyden hoşlanması ya da hoşlanmaması, o şeyin hayırlı veya hayırsızlığınıbelirlemez. Aksine bir şeyin hayırlı ya da ha-yırsız oluşu, onun sonucunubilmeye bağlıdır. Bir şeyin sonucunun ne olacağını, nasıl sonuçlanacağınıAllah’tan başka hiç kimse bilemez. Başladığı bir işin sonucunun ne olacağını?Nasıl olacağını bilemeyen bir insanın hayırlıyı hayırsızı önceden tesbit etmesimümkün değildir. Öyleyse iyinin kötünün, hayrın şerrin, haramın helâlin, hakkınbâtılın tesbitinde kıstas vahiydir. Bunu bilen sadece Allah’tır. Bakın âyetindevamında buyurur ki Rabbimiz:
"Allahbilir, siz bilmezsiniz!"
Buyurur.Yâni sizler hakkınızda neyin hayırlı, neyin hayırsız olduğunu bilemezsiniz!Bunu bilen ancak Allah’tır. Perdelerin arkasını, hadiselerin arka planını bilenancak Allah’tır. Çünkü hayatın sahibi, varlığın sahibi Allah’tır. Hayatın tümkanunlarını koyan Allah’tır. Bunu bilen Allah, sizin adınıza verdiği tümemirlerinde sizin hayrınıza, sizin menfaatinize emirler vermektedir. Tüm kötülüklerden,tüm zararlardan korunmanız için de yasaklar koymaktadır. Emirleri de,yasakları da sizin hayrınıza, sizin menfaatinizedir.
Zira insanlar pek çok şeyin kendilerihakkında zararlı olduğu-nu, uzun ve yorucu deneyimler sonucunda öğrenebilmişlerdir.Hattâ kimi deneyimler milyonlarca insanın hayatına mal olmuştur. Pek çok şeyindeneyimi de hâlâ mümkün olamamıştır. Herşeyi bilen, bilgi ken-disinden olan Allah’ınbilgisine teslim olmayan insanlar, bu konuda daha çok şeyler çekeceklerdir.
Âyet-ikerîmede konu edilen savaş da böyledir. Allah buyurur ki; hoşunuza gitmese desavaş size farz kılınmıştır. Yarattığı insanın fıtratını bilen Allah,yarattığı insana din gönderirken onun bu fıtratını asla göz ardı etmez. İnsanfıtraten savaştan hoşlanmaz. Savaş insan nefsine ağır gelir. Çünkü savaştaölmek vardır, öldürmek vardır, yara-lanmak vardır, maldan ve candanfedâkarlıklar vardır. Bu yüzden insan fıtraten güçlükleri sevmez. Ama yeryüzündezulmün, işkencenin, adâletsizliklerin, kullara kulluğun bitirilip yerine adâletinve Allah’a kulluğun gerçekleştirilebilmesi için savaş kaçınılmaz bir sonuçtur.Yâni yeryüzünde savaş, barış ortamının gerçekleştirilmesi için bazen kaçınılmazbir vakıa olabilir. Zira yeryüzünde hakkın hâkimiyeti olmadan, fitnekaldırılmadan, barış ortamını görmek mümkün değildir.
İşte Allah’ın kullarını, Allah’akulluktan koparıp, kendilerinin kulu ve kölesi haline getiren, Allahkanunlarını kaldırıp kendi kanunlarını yürürlüğe koyan, insanları Rablerinedeğil de kendilerine boyun eğmeye zorlayan ve böylece Allah’ın kullarınıfitneye düşüren tüm tâğut-lara kaşı savaşılmadan, barışın sağlanması mümkündeğildir.
İşteyeryüzünde huzurun, barışın, Allah’a kulluğun gerçekleştirilmesi adınasavaşmanız, bu uğurda mal harcamanız, sıkıntılara göğüs germeniz sizin içinhayırlıdır. Siz bunun sonunu bilemediğiniz için hayırsız görseniz de siziniçin hayırlıdır. Şehâdet hayırlıdır, cennet hayırlıdır, ganîmet hayırlıdır,zafer hayırlıdır. Hepsi sizin için hayırlıdır diyor Rabbimiz.
217:"Sanaharam ayda savaşın hükmünü soruyorlar. De ki; o ayda savaş büyük günahtır. AmaAllah yolundan menetmek, ona ve Mescid-i Haram’a küfürde bulunmak, ahalisinioradan çıkarmak, Allah katında daha büyük bir günahtır. Fitne katilden dahabüyüktür. Kâfirler ellerinden gelse sizi dinlerinizden döndürünceye kadar sizinleçarpışır dururlar. Sizden kim dininden döner de kâfir olarak ölürse işteonların amelleri hem dünyada hem de âhirette boşa gider. Ve işte bunlarcehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır."
Bu âyethicretin ikinci yılında, Recep ayında vukua gelen bir hadise üzerine nazilolmuştur. Allah’ın Rasûlü Abdullah bin Cahş baş-kanlığında sekiz kişilik birheyeti Mekke ile Taif arasındaki Nahle bölgesine gönderdi. Düşmanı gözetleyipplanlarıyla ilgili bilgi toplamala-rını emretmişti. Allah’ın Rasûlükendilerine savaş izni vermediği halde bu grup Mekkeli müşriklere ait birticaret kervanına saldırmış, bir kişiyi öldürmüş ve diğerlerini de esir alarakganîmetlerle birlikte Medine’ye dönmüşlerdi.
Bumüslümanlar o gün Recep ayının son günü mü, yoksa Recep ayı bitmiş ve Şabanınilk günü mü olduğu konusunda şüpheye düşmüşlerdi. Yâni bu olay haram aylardanbiri olan Recep ayı içinde, Recep ayının son gününde mi olmuştu? Yoksa haram ayçıkmış ve Şaban ayında mı vukua gelmişti, bu konuda şüphe vardı.
Seriyeganîmet ve esirlerle beraber Medine’ye dönünce, Allah’ın Rasûlü; "Bensize haram aylarda savaşmamanızı emretmemiş miydim!" buyurarakonları azarladı ve bunu tasvip etmedi. Bu hadise üzerine Mekke’li müşriklerve onların Medine’deki müttefiki durumunda olan Medine’li yahudiler vemüslüman olmadıkları halde müslüman görünen münâfıklar aleyhte propagandayabaşladılar. Muhammed haram aylarda bile adam öldürüyor! Haram aylarda bilekan dökmeye devam ediyor! diyerek yaygara yapmaya başladılar. İşte bu hadiseüzerine âyet nazil olur.
Peygamberim, senden haramaylarda savaşma konusunu soruyorlar. De ki haram aylarda savaşmak büyük günahtır.Haram aylarda kâfirler saldırmadıkları sürece savaşmak haramdır. Kimilerinegöre bu bugün de geçerlidir. Ve kıyamete kadar geçerliliği devam edecektir.Ama kimi âlimlerimize göre bu âyet:
"Müşriklerinerede bulursanız öldürün!"
(Tevbe: 5)
Âyetiylenesih edilmiştir. O âyetin bu âyetle nesih edildiğini söylemişlerdir. NitekimAllah’ın Rasûlü Huneyn savaşında Havazin kabilesiyle, Taif savaşında da Sakif kabilesiyleharam aylarda savaşmıştır. Kâfirler müslümanlara saldırdıkları sürece,müslümanlar elbette bu aylarda bekleyecek değillerdir. Bakın âyetin bundansonraki bölümünde Rabbimiz şöyle buyuruyor:
Haramaylarda savaşmak büyük günahtır, ama insanları Allah’ın yolundan engellemek,Allah’ın kullarını Mescid-i Haramdan çıkarmak, mescidleri aslî fonksiyonlarındanuzaklaştırmak, Mescid-i Haram’a küfürde bulunmak, Allah katında daha büyükbir günahtır.
"Fitnekatilden daha büyüktür."
Yâni sizinşirk fitneniz öldürmekten daha beterdir. Sizin insanları zulümle, işkenceyle,din eğitiminden mahrum bırakmakla ya da verdiğiniz materyalist eğitimlerle dinlerindendöndürmeye çalışmanız, Rabbim Allah diyen müslümanları, Allah’ın mescidindenve vatanlarından çıkarmanız,öldürmekten daha beterdir. Hattâ:
"Kâfirlerellerinden gelse sizi dinlerinizden döndürünceye kadar sizinle çarpışırdururlar."
Dün debugün de kâfir budur. Eğer ellerinden gelse, güçleri yetse yeryüzünde bir tekmüslüman kalmayacak biçimde sizleri dinlerinizden döndürmeye ve sizi yoketmeye çalışırlar. Tüm yeryüzü kâfirleri yeryüzünde müslümanın varlığına aslatahammül edemezler. Hattâ bu kâfirler işte görüyoruz İslâm’ı hiç bilmeyen, tanımayansadece adı müslüman olan, sadece atalarından kalma bir kısım âdetleri dindiye yaşamaya çalışan insanlara bile tahammülleri yoktur. Adı Ah-met, Mehmetgibi müslüman adı olan kafası demokratik ve laik olan insanların varlığına biletahammülleri yoktur. Yıllardır dünyanın her yerinde müslüman kanı döküyorlarkâfirler. Müslümanlar onlardan bir tek kâfiri öldürdüğü zaman hemen feryadıbasıyorlar, bu müslümanlar adam öldürüyor! Bunlar barbarlar diye. Kendilerininson elli yılda öldürdükleri müslümanın sayısını bile bilmek mümkün değildir.
YıllardırFilistinli müslümanları öldürürler. Bunu yaparken kendileri haklıdır; amagünün birinde kendilerinden bir tanesi öldürüldüğü zaman müslümanlar teröristoluyor. Bunlar zâlim, âsî, saldırgan insanlardır. Allah’a ve âhirete deinanmadıklarından hiçbir ölçü tanımazlar. Kendileri oluk oluk müslüman kanıakıtırken, müslümanları yok etmek ve öldürmek için silahlanırken, müslümanlarısilahtan tecerrüt etmeye çalışıyorlar.
Bukâfirlerin her çağda tek hedefleri, yeryüzünde İslâm’ın ve müslümanların mevcutolmamasıdır. İslâm’ın ve müslümanın varlığı bu kâfirlerin korkulu rüyasıdır.Bunlar şunu kesinlikle biliyorlar ki; yeryüzünde İslâm varsa küfür aslayaşayamaz. Yeryüzünde az da olsa bu dine inanan, bu sistemi uygulayan, Allah’ainanan bir müslüman topluluk bulundukça onlar bâtıl yollardan, zulüm vefesatlarından asla emin olamazlar. Müslümanın varlığı, gecenin zifiri karanlığınıortaya çıkaran gündüzün varlığı gibidir. Onun içindir ki kâfirler yeryüzündebir tek müslümanın varlığına bile tahammül edemezler ve şu anda tümçıplaklığıyla müşahede ettiğimiz gibi müslümanları yok etmek için ellerindengelen herşeyi yapmaktadırlar. Hattâ yeryüzünde bir tek müslüman kalmayıncayakadar bizim savaşımız sürecektir diyor adamlar.
"Sizdenkim dininden döner de kâfir olarak ölürse, işte onların amelleri hem dünyadahem de ahirette boşa gider. Ve işte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedîkalacaklardır."
Âyet-ikerîme bu kâfirlerin haklılığını kabul ederek onların ağızlarını kullanmanınçok tehlikeli olduğunu anlatıyor. Kâfirlere meyletmek, onları kabullenmek,küfrü kabullenmek demektir. İslâm’dan sonra küfre dönmek demektir.
"Habita"kelimesi devenin düşüşü için kullanılır. Devenin zararlı yerlerde otlayarak,zararlı otları yiyerek şişmesi, sonra da ölmesi anlamına kullanılan bir kelime.Burada da amellerin düşmesi, boşa gitmesi anlamına geliyor.
Şirk koşankişinin tüm amelleri boşa gidecektir. Zümer sûresinde Rabbimiz şöylebuyuruyor:
"Eypeygamberim! Sana ve senden önceki elçi-lerimize şöyle vahy ettik: Eğer şirkkoşarsan, mutlaka amelin boşa gider ve hüsrana uğrayanlardan olursun"
(Zümer: 65)
Yine Mâidesûresinde:
"Kimimandan sonra küfre girerse ameli boşa gider."
(Mâide: 5)
Buâyetlerde amellerin boşa gitmesi, yalnız irtidata bağlı olarakanlatılmaktadır. Yâni kişi irtidat ettiği anda tüm amelleri boşa gitmişdemektir.
Ama Bakarasûresindeki bu âyete göre:
Kaydıvardır. Yâni "Kâfir olarak öldüğü takdirde" ifadesi vardır.Mürted olan ama tevbe etmeden bu haliyle mürted olarak ölen kişinin amelleriboşa gidecektir deniyor. Kimi âlimlerimiz bunu tercih etmişler, yâni ancak buhaliyle tevbe etmeden ölen kişinin amellerinin boşa gittiğini söylemişler,kimileri de irtidat ettiği andan itibaren tüm amellerinin boşa gittiğinisöylemişlerdir.
218:"Gerçekteniman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda savaşanlar (yok mu?) işteAllah’ın rahmetini ümit edenler bunlardır. Allah çok bağışlayıcı ve merhametedicidir."
Allah’a,Allah’ın istediği biçimde iman edenler, bu imanlarını amele dönüştürüp pratizeetme imkânı bulamadıkları için, zulüm ortamından kulluk ortamına hicret edenlerve imanlarını yaşamak üzere cehd ü gayret edenler, cihad edenler, işte Allah’ınyardımı ve rahmeti bunlarla beraberdir.
İman edenve imanlarını yaşayabilecekleri bir ortama hicret edenler. İman ve cihatlaalâkalı Bakara sûresinin önceki âyetlerinde epey bir şeyler demeye çalıştık.Burada inşallah hicretle alâkalı da bir şeyler söylemeye çalışalım.
Allah’ınRasûlü ve beraberindeki müslümanlar, Mekke’li kâ-firlerin işkenceleri altındabunalmışlar, imanlarını yaşama imkânı bulamayınca evlerini, eşyalarını,mallarını, mülklerini bırakarak, öz vatanlarını terk ederek, Allah’a kulluğuicra edebilecekleri Medine’ye hicret ettiler. Hicreti değerlendirirkenMekke’deki on üç yılı göz önünde tutmak zorundayız.
Allah’ın Rasûlü Mekke’de tek başınaortaya çıkmış ve çevresini Allah’a kulluğa davet ediyordu. Yapayalnızdı.Kimsesi yoktu, yardımcısı yoktu, desteği yoktu. Hanımı Hatice’ye sorarAllah’ın Rasû-lü:"Kim inanır bana şimdi ey Hatice?" Şu yalnızlığı birtasavvur edin. Tebliğ için keşke ömrümüzde bir kerecik biz de duyabilseydik bukaygıyı! Kim inanır şimdi bana? Dünya o kadar geniş ki! İnsan o kadar çok ki!İlişkiler o kadar girift ki! Kurulu düzen İslâm’dan o kadar uzak ki! Neresindentutsundu Allah’ın Rasûlü? Nereden başla-sındı işe?
"Kimsebana inanmazken o inandı!" derken, Hatice anamızı ne kadarsevdiğini anlıyoruz Rasûl-i Ekrem’in. Taştan adam ararken bir Ebu Bekir’in, birAli’nin kim bilir onu ne kadar sevindirdiğini anlamaya çalışıyoruz. Kavmininvurdum duymaz kesildiği, akrabalarının sağır bir duvar kesildiği günlerdeBilâl’in onu ne kadar mutlu ettiğini anlamaya çalışıyoruz.
Çünkü o günlerde müslüman olmakgerçekten çok zor ve tehlikeliydi. Ben müslüman oldum demek, âdeta işkenceyeadaylığını koymak gibiydi. Tek başına dünyayı omuzlamak isteyen bir Allah nebisineomuz vermek cidden büyük cesaret işiydi. Ama bakıyoruz ki Ebu Bekir ve Ali ozor günde, onun yanında yer aldıkları gibi daha sonra hicret esnasında dabunlardan birisi mutlak zarar göreceği, ya da kesinlikle öldürüleceği biryatağa uzanması, Rasulullah’ın yatağına girmesi, diğerinin de onunla berabergece yola koyulması gösteriyor ki; sanki hicretle ilk günler ucuca gelmişti.
Hicretöncesi on üç yılın karakteri tebliğdi. Sosyal, ekonomik, siyasal ve kültürelhayatı şirk çerçevesinde şekillenmiş bir toplum bünyesinde İslâm’ı tebliğ.
Bakıyoruz,on üç yıl Allah’ın Rasûlü kendi evinde, Allah’ın Ra-sulü Safa tepesinde,Allah’ın Rasûlü Ukaz’da, Allah’ın Rasûlü Kâbe-nin içinde, Allah’ın RasûlüErkam’ın evinde, pazarda, panayırda, deve güreşlerinin yapıldığı yerde, şiirmüsabakalarının yapıldığı meydanda, taşradan gelen kervanların arasında,insanların toplandığı çadırların içinde. Eşine anlatıyor, akrabalarına anlatıyor,ticaret için gelenlere anlatıyor, Mekke’li müşriklere anlatıyor, anlatıyor.Sonuna kadar mücâdelesini sürdürüyor. İşte hicret öncesinin ortamı budur. Muhammedİkbal der ki: "Binlerce yıldızın kanı akmadan şafak sök-mez!"
Hicretböyle bir dönemi yaşamanın sonucudur. Önce inanan, sonra bu inancı bütüncihana haykıran, inancını yaşama yolunda karşısına kâfirlerin çıkardığı tümengellemelere karşı sabreden, inancından ve bu inanca dayalı yaşamasındanvazgeçmemek üzere direnen kişinin işidir hicret.
Hicret,tavır ortaya koymadır. İmanımızı, tavrımızı ortaya koymaya çalışırken,konumumuzu değiştirmeye çalışırken şehrin tüm kapıları yüzümüze kapanmış,çevremiz inancımızı yaşamamıza imkân vermeyecek duruma gelmişse, kendikafamızda planladığımız mekân değişikliği için seçtiğimiz Habeşistan pek elverişliolmamışsa, acaba mı diye gittiğimiz Taif’ten kan revan içinde dönmek zorundakalmışsak, o zaman Allah’ın bize de bir Medine lütfedeceğine inanacağız veişte o zaman mekân değişikliği zorunlu olacaktır diyoruz.
Hicret,İslâm’ın yaşanmadığı bir mekândan İslâm’ın yaşandığı bir mekâna göçtür. Tabiibütün müslümanlardan muhacir olmaları istenmez. Bazılarının da Ensâr olmalarıistenir, bunu hiçbir zaman unutmamalıyız. Mekke’deki Medine’ye hicret ederken,Medine’dekiler de biz de Mekke’ye hicret edeceğiz dememelidir yâni.
Hicret,kişinin bulunduğu konumdan, bulunduğu makamdan ayrılmasıdır. Yaşadığınızşehir, oturduğunuz mahalle eğer kulluğunuza engel oluyorsa, Allah’a kulluğu becerebileceğinizbaşka bir mahalleye gitmeniz hicrettir. İçinde bulunduğunuz arkadaş grubu,sizin Allah’a kulluğu icra etmenize engel oluyorsa, o arkadaş grubunu terkedip kulluğunuza yardımcı olabilecek başka bir arkadaş grubuna gitmeniz hicrettir.Mesleğiniz Allah’a kulluğunuza engelse o mesleği terk edip başka bir meslekseçmeniz hicrettir. Dükkanın sebebiyle, çoluk çocuğun sebebiyle, okulun sebebiyleAllah’a kul olamadım mı diyorsun, Allah’ın arzı geniştir, o ortamdan başka birortama hicret edersin.
Mü'min,eğer bulunduğu bölgede karısına söz geçiremiyor, çocuklarını eğitemiyorsa obölgeyi değiştirmek zorundadır.
Bulunduğumuzbir anlayıştan, bir yapıdan, başka bir yapıya, bulunmuş olduğumuz bir işdünyasından başka bir dünyaya, müşriklikten mü'minliğe ayrılmaktır. Baştaşirk olmak üzere tüm günahlardan, tüm haramlardan, Allah’ın menettiği herşeydenkaçan ve iyiye, doğruya yönelen herkes hicreti yaşamaktadır. Allah’ın Rasulübir hadislerinde bu hususu şöyle anlatır:
"Fitneve bozgun içinde ibâdet, bana hicret etmek demektir."
(MüslimFiten 130)
Zira hicretteki temel hedef,İslâm’ın yaşanmasıdır. Bulunduğu yerde de aynı şeyi yapan kişi, aynı amaçiçinde demektir. Haramları terk etmek, vatanı terk etmek kadar zordur.Günümüzde haramlara o kadar alışılmıştır ki, onları terk etmek çok zordur. Özelliklekurumlaşmış günahlar.
Hicretbazen toplumun içindeyken, toplumdan etkilenmemeyi becerebilmektir. Allah’ınResûlüne Mekke’de ilk gelen âyetler bunu anlatıyordu:
"Peygamberim!Onlardan güzellikle ayrıl!"
(Müddessir10)
Bakıyoruzki, bu hicret emrini alan Allah’ın Rasûlü Mekke’yi terk etmedi, toplumdan irazedip onlarla tamamen ilişkilerini kesmedi. Toplumun içindeyken toplumdan etkilenmemektüründe bir hicret gerçekleştirdi Allah’ın Rasûlü. Toplumun anlayışlarından,düşüncelerinden, kültürlerinden, kültür evlerinden, örf ve âdetlerindengüzellikle ayrıl peygamberim! diyordu Rabbimiz. Giyim kuşam anlayışın onlarınkindenfarklı olsun! Düğün anlayışın, okuma anlayışın, mala bakışın, ikram anlayışın,kazanma harcama anlayışın, hâsılı tüm anlayışların onlarınkinden farklı olsun!diyordu Rabbimiz. Bu tip bir hicret, kıyamete kadar devam edecektirmü'minlerin hayatında.
Öyleysebizler toplumun içindeyken, toplumdan etkilenmeme-ye çalışacağız.Babalarımızın yanlışlarından, analarımızın huysuzluk-larından, toplumun gayriİslâmî tarzı telakkilerinden, komşularımızın ahlâksızlıklarından veya bizeempoze edilen İslâm dışı hayat programlarının tümünden hicret edeceğiz.
Eğer bütün bu âyetleri amel etmeküzere okuyorsak, hayatımı-za aktarmak üzere dinliyorsak, buraya bunun içingeliyorsak o zaman biraz biraz taşınalım bulunduğumuz ortamlardan. Ayrılalımbulunduğumuz alanlardan. Meselâ hangi alandaydık? Mal mülk alanında mıy-dık?Moda ortamında mıydık? Ekran alanında mıydık? Neredeydik? Nereyeyerleştirmiştik kendimizi? O yerleşim alanlarımızı İslâm’ın istediği yerleşimalanlarına değiştirelim, hicret edelim inşallah.
Evet,âyet-i kerîmede önce iman, sonra hicret, daha sonra da cihad ve zaferingeldiğini görüyoruz. İmanını tam olarak yaşamak için hicreti ve cihadı gözealamayan, malını, evini, vatanını, işini, aşını, ko-numunu, statüsünü, kavmini,kabilesini terk etmeyi göze alamayan bir İslâm topluluğunun muzaffer olması vegerçek İslâm’ı yaşaması da asla mümkün olmayacaktır.
219:"Peygamberim!Sana hamr (içki), meysir (kumar) den soruyorlar. De ki:" Her ikisinde dehem büyük günah hem de insanlar için birtakım faydalar vardır. Lâkin onlarıngünahları faydalarından daha büyüktür. Peygamberim! Yine sana neyi infakedeceklerini soruyorlar. De ki ihtiyacınızdan fazlasını verin! Allah sizeâyetlerini böylece açıklar ta ki düşünüp ibret alasınız."
Kur’an-ıKerîmde bu âyet içki, kumar ve şans oyunlarıyla ilgili verilen ilk emirdir. Builk âyette, bu ikisinin iyi olmadıkları anlatılıyor. Bu âyet, bunların kesinharam olduklarına dair ilerde gelecek âyetlere giriş teşkil etmektedir. İçkibelli merhaleler sonucunda haram kılınmıştır. Bu konuda ilk gelen âyet-ikerîme şudur:
"Hurmabahçelerinin ve üzüm bağlarının meyvelerinden hem bir sarhoşluk verici şeyçıkarırsınız hem de güzel bir rızık."
(Nahl: 67)
Âyetigelmiş. Bu âyet-i kerîmesinde Rabbimiz içkinin haram olduğunu bildirmemekleberaber, diğer rızıklar için kullandığı güzel ifadesini kullanmamıştır. Bukadarcık bir işareti kavrayan sahabenin bir kısmı içkiyi terk ettiler, ama yineiçmeye devam edenler de vardı. Sonra ikinci merhalede Bakara sûresindeki buâyet-i kerîme geldi.
Burada sorusoran Hz. Ömer, Hz. Muaz ve beraberlerindeki bir kısım sahabeydi. GelmişlerAllah’ın Resûlüne ve:
"EyAllah’ın Rasûlü! Bize içkiyle alâkalı bir şeyler söyle! Biz bunlardan çokrahatsız oluyoruz! İçki aklı giderdiği için çok çirkin şeyler oluyor! Bu konudabize bir şeyler demeyecek misin? Bir fetva vermeyecek misin?" deyince,işte bu âyet-i kerîme nazil oldu. Peygam-berim sen de ki onlara; içki ve kumardahem büyük günah vardır hem de insanlara birtakım faydalar vardır. Bu âyet-ikerîmede içkinin ya-saklığı belli olmakla birlikte, caiz olma ihtimali de yokdeğildi. Bu ka-darcık bir açıklamayla da olsa sahabeden pek çoğu da içkiyi terketti. Ama kesin yasak olmadığı için içenler de vardı.
Sonrasahabe arasında cereyan eden bir namaz olayı gerçekleşti. Sahabe şuuru yerindeolmadığı için manayı bozacak, hattâ imanı tehlikeye düşürecek bir şekilde âyetiyanlış okudu ve hemen bu olayın akabinden:
"Ey imanedenler! Sarhoş olduğunuz halde namaza yaklaşmayın!"
(Nisâ: 43)
Âyeti naziloldu. Buradaki emrin biraz daha sertleşmesinden sonra sahabe arasında içkiyiterk edenlerin sayısı artarken, içmeye devam edenlerin sayısı da yok denecekkadar azaldı. Bir ara içki yüzünden pek çok densizliklerin yaşandığındanrahatsız olan Sa’d Bin Ebi Vakkas, Rasulullah’a gelerek şikâyette bulunmuş veAllah’ın Ra-sûlü de:
"Allah’ım!Şarap hakkında bize yeterli beyanda bulun!"
Diyerek duaetti ve hemen arkasından Mâide sûresindeki:
"Eyiman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar) fal ve şans okları birerşeytan işi pisliktir. Bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz...."
(Mâide: 90, 91)
Âyeti inmişve böylece kesin olarak şarabın haramlığı ortaya konmuş ve bunu duyan Hz. Ömerde:
"Vazgeçtikya Rabbi! Vazgeçtik ya Rabbi!"
diyehaykırmaktan kendisini alamamıştır. Rasulullah’ın münadisinin ağzından buâyeti duyan müslümanlar, şarap kadehini ağızlarına götürmek üzereyken hemenyerlere atmışlar, küpleri dökmüşler ve bu işten vazgeçmişlerdir. Damarlarınakadar alkolik olmuş insanlar, bir anda Allah’ın emrine uyup içkiyi terkediverdiler. Hattâ Hz. Ali Efendimiz:
"VallahiRabbimin bu emrini duyduktan sonra bir tarlaya bir damla içki düştüğünü bilsem artıkben o tarlaya tohum atmam! Kesinlikle o tarladan mahsul kaldırmam"
diyordu.Bir başka sahâbe de:
"İçki kadehine değen elimi keser atarım! Onu bir uzuv olarakbünyemde taşımam!"
diyordu.Evet, düne kadar alkolik olan bu insanlar, bir anda İslâm’la tanışır tanışmazdeğişiyorlardı.
Hamrkelimesi örtmek anlamına gelir. Şarap da aklı örtüp bürüdüğü için, aklıdumanladığı için ona da hamr denmiştir. Sarhoşluk verici, aklı örtücü, aklıgiderici, şuuru yok edici herşey hamrdır. Bunların haramlığı için sarhoşlukverecek derecede olmaları gerekmez, damlası bile haramdır. İçilmesi haramolduğu gibi, alınıp satılması da haramdır. Allah’ın Rasûlü Buhârî’deki birhadislerinde şöyle buyurur:
"Hersarhoşluk veren şey haramdır."
(Buhârî Edep 80)
Yine başkabir hadislerinde:
"Çoğusarhoşluk veren şeyin azı da haramdır."
(Ebu DâvûdEşribe 5)
Meysir,kolaylık anlamına gelen yüsür veya yesar kelimesinden gelir. Meysir zahmetsizve kolayca mal elde etmek demektir. Veya zar gibi ne olacağı belli olmayan tehlikelibir şeye bağlanarak mal vermek ve almak demektir. Araplar nerd (tavla) satrançvb. gibi oyunlarla kumar oynarlardı. Rabbimiz buyurdu ki:
Deki bunlarda büyük zararlar ve günahlar vardır. Her ikisi de akılları ve mallarıtelef eden, insanları perişan eden şeylerdir. Ama bununla beraber bu büyükzararlarının ve günahlarının yanında:
Bunlardainsanlar için bazı ufak tefek faydalar da vardır. İnsanlar bunlar sayesindebelki biraz neşe, biraz geçici lezzet duyabilirler. Korkaklara içkinin geçicibir cesaret vermesi gibi biraz menfaat sağlayabilirler. Ama:
Bilesinizki bunların zararları faydalarından, günahları sağladıkları menfaatlerindençok daha büyüktür. Sağladıkları neşe ve lezzetler gelip geçici olduğu haldetevlid ettiği zararlar hem kişisel hem de toplumsal olmak üzere çok korkunçboyutlara ulaşmaktadır. Tıpkı bulaşıcı hastalıklar gibi toplumun her kesiminisarma özelliği taşımak-tadırlar. Sadece müptelalarını değil, doğacaknesilleri de zehirleme istidadına sahiptirler.
İçki içerekaklını ve iradesini iptal eden kişi, Allah’ın insan olma özelliği olarakkendisine verdiği en büyük nîmetlerden biri olan aklını felce uğratmış ve birnoktada insanlıktan çıkmış demektir. Aklı olmayan bir adamın yapamayacağı birşey yoktur. Bu adam, şunu şu-nu da yapabilir mi demek zaittir. Adam da öldürür,karısını da boşar, çocuklarını da keser, dinden de çıkar. Şeytanın elindeoyuncak olmaktan kurtulamaz bu adam.
Meysir(Kumar) pek çok oyunları içine alan geniş kapsamlı bir ifadedir. Genel olaraktaraflardan birinin kaybetmesinin, ötekisinin de kazanmasının söz konusuolduğu herşey, her oyun kumardır ve haramdır. Piyango, loto, toto, atyarışları, tavla, satranç, iskambil gibi oyunların tamamı kumardır. Yenen kazanır,yenilen kaybeder temeline dayanan tüm oyunlar da kumardır ve haramdır.
Buhârî’deAllah’ın Rasûlü:
"Tavlave satrançtan sakının! Çünkü onlar acemlerin kumarıdır."
Buyurur (Buhârî Edeb’ül müfret)
Yine EbuDâvûd ve İbni Mace’deki bir hadislerinde de:
"Kim tavla oynarsa Allah ve Resûlü’nekarşı gelmiştir."
Buyurur.Rabbim bu iki belâdan mü'minleri korusun inşallah.
(İçki ilealâkalı bir soru soruldu)
Bu konudaepey söz ettik, ama sorulan soru üzerine biraz daha söz edelim:
Ayettegeçen hamr kelimesini fakihlerin çoğu aklı gideren bütün içkileri kapsamınaaldığını söylemişlerdir. Hanefiler hamrı şöyle izah etmişlerdir: Köpüklenipkuvvetlenen yaş üzüm suyu, yalnızca bu tür içkilerin ismi hamr'dır Bunun dışındakisarhoşluk veren içkiler hamr kelimesinin şümûlüne girmez. Bu tür içkilersarhoşluk verdiği için hamr'a kıyasla haramdır Fakihlerin çoğunluğu, sarhoşlukveren bütün içeceklerin azının da çoğunun da haram olduğunu ve hamr kelimesininkapsamına dahil olduğunu söylemişlerdir.
İslâm'danönce ve İslâm'ın ilk devirlerinde, câhiliye Arapları içki içer ve bunu hayatınbir parçası gibi görürlerdi. İslâm beş şeyin korunmasına büyük önem vermiştir.Bunlar: Akıl, sağlık, mal, ırz ve dindir. İçki içen kimse bu beş unsuru dakoruyamaz duruma düşer. Amerika'da içki aleyhtarlarının kurduğu bir teşkilatyeryüzünde ilk defa içkiyi kimin yasakladığını araştırır. İlk yasağın Hz.Muhammed tarafından ortaya konulduğu anlaşılınca O'nun hatırasına New York'ta"Muhammed Çeşmesi adını verdikleri bir âbide yaptırırlar.
"Hersarhoşluk veren şey şaraptır ve her sarhoşluk veren şey haramdır. Bir kimseşarabı dünyada içer de ona devam üzere iken Tövbe etmeden ölürse âhiretteKevser şarabını içemez"
(Müslim,Eşribe, 73).
"Çoğusarhoşluk veren şeyin azı da haramdır"
(el-Askalânî,Bulûgu'l Merâm, Terc. A. Davudoğlu, lV, 61 vd.).
Hz.Peygamber'e ilaç için şarap yapmanın hükmü sorulunca; "Şüphesiz şarap deva(ilâç) değil aksine derttir"
(el-Askalânî,a.g.e, IV, 61).
"Ümmetimdenbir takım kimseler, çeşitli adlar koyarak içki içeceklerdir" (el-Askalânî,a.g.e, IV, 61).
Bunagöre insana aklını kaybettiren ve onu iyi ile kötüyü, hayırla şerri ayıramazduruma getiren her şey içki sayılır. Sıvı veya katı olması sonucu değiştirmez.Afyon, eroin ve benzeri bütün uyuşturucular aynı niteliktedir. Çünkü bunlarıkullanan kişilerde aklın fonksiyonları değişir; uzağı yakın, yakını uzak görür;olağan şeylerden ayrılarak, olmayan ve olmayacak şeyleri hayal etmeye ve rüyalardenizin-de yüzmeye başlar. Bazı uyuşturucular da vücûdu durgunlaştırır, sinirleriuyuşturur, ruhsal çöküntülere yol açar, ahlâkı düşürür, iradeyi zayıflatır veferdi topluma faydasız hâle getirir.
İşteİslâm dini, fert ve toplum için faydalı olan şeyleri emrederken, zararlıolanları da yasaklamıştır. İslâm'ın yasakları tıp tarafından incelendiğinde,bunların fert ve toplum yararına olduğu görülür. Nitekim, içki ve domuz eti gibiyasaklar ilmin ve tıbbın süzgecinden geçirilmiş, nice maddî ve mânevi zararlarıuzmanlarca açıklanmıştır.
İslâm,içkinin içilmesini yasakladığı gibi, müslümanlar arasında ticaretini deyasaklamıştır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Peygamber (s.a.s) içkikonusunda on kişiyi lanetlemiştir: Sıkan, kendisi için sıkılan, içen, taşıyan,kendisi için taşınan, içiren, satan, parasını yiyen, satın alan ve kendisi içinsatın alınan..."
(Tirmizî,Büyû', 59; İbn Mâce, Eşribe, 6).
Ancakgünümüz müslümanları, İslâm’ın birçok hükmünü eğip büktükleri gibi, içkikarşısındaki duyarlılığı da yitiriyorlar. İslâm’ın yasakladığı ve hoş görmediğibirçok davranış Batı kültürünün etkisiyle onların da hayatına giriyor. Fâizemüslümanlardan bazıları başka bir isim vererek, bazıları câiz diye fetvâvererek, kimileri de günahını önemsemeyerek fâiz alıp veriyorlar. Kumara; toto,loto, piyango, at yarışı, sayısal, şans oyunu deyip takılıyorlar. Tesettüre;çağdaşlık, moda, kamusal alanda yasak deyip uymuyorlar. Bunun gibi bazıları daiçki içmeyi, neredeyse kişiliği tamamlayan, normal bir davranış olarak kabuletmektedir. Peygamberimiz buyuruyor ki: “Ümmetimdenbir grup, ‘hamr’ı (sarhoşluk veren içecekleri) kendi taktıkları bir adla helâlkılmaya çalışırlar.” (Dârimî, Eşribe 8, hadis no: 2106)
Rabbimizyeryüzünde bizim faydalanmamız için bir yığın helâl rızık yaratmışken, insanınkendine zararlı bir şeyi yiyecek veya içecek olarak seçmesi, ondan zevk almasıakıl dışı bir olaydır. Ne yazık ki, Allah’a kulluk etmeyi hayatlarından çıkaranlariçin ne içki yasağının, ne de diğer yasak ve emirlerin bir anlamı vardır.Bunlar canlarının istediğini yapmaya çalışırlar. Hoşlandıklarını yaparlar dayeryüzünü if-sâd ederler (bozarlar), azgınlaşır, haddi aşarlar, zâlim vemüstekbir olurlar. Yeryüzünü yaşanmaz hale getirirler. Hamr içmekle, önce insanınaklı, doğal işlevini kaybeder. Akılla beraber din konusundaki duyarlılık dagider. Sarhoşların nesilleri de içki içmenin zararını görürler. İçki içmekleişlenen cinâyetlerin, verilen zararların, batan ocakların, yitirilen şereflerinsayısı belli değildir. O yüzden Peygamberimiz; “İçki bütün kötülüklerin anasıdır” (Nesâî, Eşribe 44) buyurmuştur.
İslâm,içki yasağını bir iman meselesi olarak ele alıyor.
“Allah’a ve âhiret gününe imaneden hamr içmesin, Allah’a ve âhiret gününe iman eden içki içilen sofraya oturmasın.”,“Hamr içenin kalbinden iman nuru çıkar.”, “Üç kişi cennete giremez: Deyyus(karısını kıskanmayan), erkekleşen kadın ve içki düşkünü.”
(Kütüb-üSitte, 8/169)
Hz.Peygamber (s.a.s.) zamanında sarhoş için belli bir ceza yoktu. Tutuklanıpmahkemeye çıkarılan suçlu ayakkabılarla dövülür, tepiklenir, yumruklanır, çomaklanırve kırbaçlanırdı. Bu suç için verilen cezanın en yüksek miktarı kırk kırbaçtı.Hz. Ömer'in (r.a.) halifeliğinin ilk günlerinde de aynı ceza uygulanıyordu.Fakat o suçların arttığını görünce, diğer sahabelere de danışarak cezayı seksenkırbaca çıkardı.
İmamMalik, İmam Ebu Hanife ve bir rivayete göre İmam Şafiî de aynı görüşteydiler.Fakat, İmam Ahmed b. Hanbel ve bir başka rivayete göre İmam Şafiî, içki içmenincezasının kırk kırbaç olduğu fikrindedir. Hz. Ali (r.a.) de kırk kırbacı kabuletmiştir. İslam fıkhına göre, yasağın üzerinde durmak İslâm Devleti'ningörevidir. Nitekim, Hz. Ö-mer (r.a.) zamanında Beni Sakif kabilesinden Ruveyşidadlı bir adamın dükkanı, içinde gizlice şarap üretilip satıldığı içinyakılmıştır. Başka bir seferinde ise, şarap sattıkları için bir köyüyaktırmıştır.
(Tefhîmu’lKur’an, Mâide, 90. âyetin tefsiri).
"Allah Teâlâ hastalığı dailacı da indirmiştir. Ve her hastalığa bir ilaç var etmiştir. Öyleyse tedâvi olun.Ancak haram olan şeyle tedâvi olmayın."
(EbûDâvud, Tıbb 11, hadis no: 3874)
“Allah sizin için haramkıldıklarında şifâ yaratmamıştır.”
(Tâc, c. 3, s. 212)
İçki,sadece içene zarar vermekle de kalmaz; İçki içmenin toplumsal ve psikolojikyönleri bulunmaktadır. Çünkü içki, bireyin âilevî, sosyal ve meslekî faâliyetleriniönemli ölçüde aksatmaktadır. Alkol bağımlısı olan kişilerde sinir sistemiişlevinde birçok bozukluklar ortaya çıkmasına bağlı olarak şizofreni veduygusal bozukluklar meydana gelmektedir. Aynı zamanda da, alkolik olan kişinin;işini, âilesini, yaşamını kaybedebildiği, alkolik kadınlarda ise, çocuğunözürlü veya sakat doğurma ihtimalinin çok yüksek bir düzeyde olduğu ve büyükoranda streslere yol açtığı da tespit edilmiştir.
"Peygamberim!Yine sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki ihtiyacınızdan fazlasınıverin! Allah size âyetlerini böylece açıklar, ta ki düşünüp ibret alasınız."
a: Nasılinfak edeceklerini, kimlere infak edeceklerini soruyorlar bir.
b: Bir deneyi infak edeceklerini soruyorlar.
Sorununbirinci şıkkını yukarıda anlatmıştı Rabbimiz. Yâni kimlere infak etmelerigerektiği önceki âyette anlatılmıştı. Sorunun ikinci şıkkına gelince, buyururki Rabbimiz:
Peygamberimde ki; ihtiyaç fazlasını infak edin! Kendinize, ehlinize ihtiyacınız kadarınıbırakın gerisini infak edin! diyor Rabbimiz. Peki ihtiyaç nedir? Ne kadardırihtiyaç? İşte burada curcuna başlıyor. İhtiyaç kişiye yetecek kadar miktardırya, işte burada problem başlıyor. Yetecek kadar. Efendim bu devirde aylık ellimilyon da gelse yet-miyor yâni demeye başlıyor müslümanlar. Elbette ihtiyaçfelsefemizi İslâm değil de kendimiz belirlemeye kalkarsak yetmeyecektir.Böyle bir hayatı yaşarken de infak edecek bir şeylerimiz kalmayacaktır. Meselâüç beş yüz milyonluk bir evde oturma imkânımız varken beş on milyarlık bir evdeoturuyorsak elbette infak edecek bir şeyimiz kalmayacaktır. İki üç milyarlıkbir arabaya binmeye kalkıyorsak, elbette infak imkânımız kalmayacaktır.Normal bir ailenin bir yılda yiyebileceği bir miktarı evimizde bir aydatüketmeye çalışıyorsak elbette infak im-kânımız kalmayacaktır. Ama eğeryetecek kadar bir hayatı yâni Allah ve Rasülünün belirlediği bir hayatıyaşıyorsak, elbette bizim de infak edebileceğimiz bir şeylerimiz olacaktır.
Yetecekkadar bir hayat; Allah ve Resûlü’nün istediği bir hayattır. Onun dışındakihayat ise ihtiyaçsızlığın ihtiyaç haline getirildiği bir hayattır. Evimize,kendimize yapacağımız harcamalarımızı asgariye indirebilmeliyiz ki, harcamalarımızıkısarak israfı önlemeliyiz ki bizim de infak edecek bir şeylerimiz olabilsin.Elbiselerimiz eskiyince bir yenisini alacaksanız, öbürünü tasadduk edin. Allah’ınRasûlü Hz. Ai-şe’ye şöyle buyurur:
"EyAişe eski elbiseni tasadduk et ve hiçbir zaman gururlanma!"
Bir sahâbegeliyor Rasulullah’a: Ya Rasûlallah biz evde yiye-ceğimizi yetiştiremiyoruz! Geçinemiyoruz!Rızkımız yetmiyor! Darlık ve sıkıntı içindeyiz! Bizim rızkımızın bize yetmesiiçin, bu darlıktan kurtulabilmek için bize ne tavsiye edersin ey Allah’ın Rasûlü?Deyince, Rasûl-i Ekrem:
"Galibaevde ayrı ayrı kaplardan yiyorsunuz. Öyle yapmayın hepiniz tek kaptanyiyin" Buyurur.
220:"Dünyave âhiret konusunda düşünüp en iyisini alın. Peygamberim bir de sanayetimlerden soruyorlar. De ki onlar hakkında ıslahta bulunmak (mallarını korumak)sizin için daha hayırlıdır. Eğer onlara karışırsanız onlar sizin dinkardeşlerinizdir. Allah bozguncuyu ıslahçıdan ayırır. Eğer Allah dileseydi sizibu konuda mutlaka sarpa sardırırdı. Şüphesiz ki Allah Azîzdir ve hikmet sahibidir."
Hem dünya hem de âhiretinizi düzenleyesinizdiye, hem dünya hem de âhiret işlerinde iyi davranasınız diye Allah sizeböylece âyetlerini açıklıyor. Öyleyse bu din ne sadece dünyaya ne de yalnızcaâhi-rete mahsus bir dindir. Sadece âhiretle alâkalı konuları anlatan, dünyaişlerine karışmayan bir din değildir. Hem dünya hem de âhiret işlerinidüzenlemek için gelmiş bir dindir.
"Peygamberim,bir de sana yetimlerden soruyorlar. De ki; onlar hakkında ıslahta bulunmak(mallarını korumak) sizin için daha hayırlıdır. Eğer onlara karışırsanız,onlar sizin din kardeşlerinizdir."
Buradamüslümanlar yetimlerle olan ilişkilerinin nasıl olacağı konusunda onlarınmalları, eğitimleri ve terbiyeleriyle alâkalı nasıl davranacakları konusundasorular soruyorlardı. Gerçekten de yetimler, müslümanların vicdanlarındaönemli bir problem oluşturuyorlardı. Müslümanlar, yetimler konusunda günahagirecekleri korkusuyla onlarla yakın ilişkiye girmekten çekiniyorlardı. Çünküdaha önce bu konuda gelen Nisâ sûresindeki âyet onları ürkütmüştü.
"Yetimlerinmallarını haksızlıkla yiyenler, karınlarına sadece ateş dolduruyorlar ve yarınonlar çılgın ateşe atılacaklardır."
(Nisâ: 10)
İşte buâyet geldikten sonra müslümanlar onların mallarına el sürmekten korktular.Yetimlerle beraber olmaktan, onlarla birlikte yaşamaktan, yiyip içmekten,onların mallarıyla ve işleriyle ilgilenmekten çok korktular, gelip Allah’ınResûlü’ne bu konuda onlara karşı nasıl davranacaklarını sordular. Bunun üzerineRabbimiz buyurdu ki: Onlarla ilgilenmek, onların durumlarını düzeltmek, onlarıneğitimleriyle, ahlâklarıyla ilgilenmek, onları ıslah etmek daha iyidir. Çünküyetimler toplumun yanında Allah’ın emanetleridirler. Müslümanların görevi bu emanete,emanet sahibi olan Allah’ın istediği biçimde davranmaktır. Onlarla yakın ilişkiiçine girmekten korkan müslümanlara Rabbimiz buyurdu ki; onlar sizin dinkardeşlerinizdir. Onlarla ilişkiye girip, onların dünya ve âhiret işlerini ayarlamanızsizin hakkınızda daha hayırlıdır buyurarak müslümanları bu konuda teşvikediyordu. Onları aranıza alır, onlarla birlikte yaşarsanız, onların mallarınıkendi mallarınızın içine katar ve onların da kazanmalarını sağlarsanız yânionların işleriyle ilgilenirseniz, sizin hakkınızda bu çok hayırlıdır çünkübilesiniz ki onlar, sizin din kardeşlerinizdir buyuruyor Rabbimiz. Ama:
"Allahbozguncuyu ıslahçıdan ayırır."
Onlarlailgilenirken, onların mallarını kendi mallarınızın içine katarken, onlarıistifade ettirmek için mi yapıyorsunuz, yoksa siz onlardan istifade mi etmekistiyorsunuz? bunu Allah ayıracaktır.
"EğerAllah dileseydi, sizi bu konuda mutlaka sarpa sardırırdı. Şüphesiz ki Allah,azîzdir ve hikmet sahibidir."
Yâni din,kolaylık dinidir. Bu din zorluk dini değil kolaylık dinidir. Allah dilemişolsaydı sizin işlerinizi zorlaştırırdı, ama bilesiniz ki Allah sizin içinkolaylık murad ediyor, zorluk dilemiyor. Allah kolaylık olsun diye yetimlerinmallarıyla kendi mallarınızı katıp karıştırmada size izin verdi. Artık bukonuda sizin için herhangi bir sakınca kalmadı. Yetimin malıyla kendimallarınızı karıştırıp, onun malı kadar ona da bir kazanç sağlayabilirsinizbuyurdu. Peygamberimiz de yetimler konusunda şehâdet parmağıyla orta parmağınıbirleştirerek şöyle buyurdu:
"Benve yetime yardım eden kişi cennette işte şöylece beraberiz" Buyurur.
Yetim,babası olmayan demektir. Henüz buluğ çağına gelmeden babasını kaybetmişçocuklara yetim denir. Veya babası baba olarak vardır, ama her gece eve sarhoşgelip giden çocuklar da yetimdir. Babası anası tarafından kitap ve sünnetle tanıştırılmamıştüm çocuklar yetimdir. Ve bilelim ki yetimlerin doyurulması gereken üç bölgesivardır. Kafa, kalp ve mide. Kendi çocuklarımız da dahil piyasadaki tüm yetimlerinbu üç bölgelerini doyurmak zorundayız. Kafa Allah’a götürücü bilgiyle doyurulmalıdır,kalp Allah’a götürücü imanla doyurulmalı, mide de Allah’ın helâl kıldığırızıkla doyurulmalıdır. Karşımızdaki yetimlerin sadece midelerini doyurunca işbitti zannetmeyelim, onların öteki bölgelerini de doyurmayı sakın ihmaletmeyelim inşallah.
221:"Müşrikkadınları, onlar iman edinceye kadar nikâhlamayın. İman eden bir câriye, müşrikbir kadından; bu müşrik her ne kadar hoşunuza gitse de daha hayırlıdır.Müşrik erkekleri iman edinceye kadar mü'min kadınlarla nikâhlamayın. İman edenbir köle, müşrik bir erkekten; bu sizin hoşunuza gitse de daha hayırlıdır. Onlar(o müşrik erkek ve kadınlar) ateşe çağırırlar, Allah ise izniyle cennete vemağfirete çağırır. O âyetlerini insanlara açıklar, umulur ki düşünüp ibret alırlar."
Rabbimiz buâyet-i kerîmesinde mü'minlerin kesinlikle onlar iman edinceye kadar müşrikkadınlarla evlenmelerinin mümkün ol-madığını anlatır. Haram olduğunu anlatır.Çünkü câriye bile olsa mü-mine bir kadın, güzelliği hoşunuza gitse de müşrikbir kadından daha hayırlıdır. Mü'mine bir câriye her zaman için bir kâfiredenhayırlıdır. Çünkü onlar sizi ateşe, yâni cehenneme çağırırlar.
Bu türevlilikler mü'minleri günah ve şirk yollarına götürebilir. Mü'min bir kocanınmüşrik bir kadını ve ondan doğacak çocuklarını İslâm’a, imana kazandırması nekadar mümkünse, müşrike bir kadının kocasını ve çocuklarını aynı şekildekulluktan, imandan uzaklaştırıp şirke götürmesi de mümkündür. Bir de ayrıcaaynı ailede hem İslâm hem küfür birlikte yaşanır olabilir. Koca İslâm’ı, kadında şirki yaşatmak için mücâdeleye devam edebilir. Evde böyle bir çatışma yaşanabilir.
Ve böyle bir çatışma ortamındaevdeki çocukların şahsiyetleri ve İslâmî yapıları sarsılabilir. Bir gayrimüslim belki bunu kabullenebilir. Ama bir müslümanın böyle bir şeyikabullenmesi asla mümkün değildir. İslâm’a inanmış bir kimse, sadece şehvetinitatmin adına böyle bir riskin altına giremez. Bu kadınlar diledikleri gibidavranma, doğacak çocukların akidelerini bozma, kocasının kontrolü altınagirmeme gibi durumlar söz konusu olabilir. Böyle müşrik bir kadına bir müslü-managösterilebilecek sevginin gösterilmesi, kâfire velâ anlamına gelir ki; Allahkorusun bu da küfürdür. Bir kâfirin, mü'minin sevilmesi gibi sevilmesi küfürdür.Bidâyette müslümanlar müşrik kadınlarla evlenebiliyorlardı. Mekke döneminde bukonuda bir yasaklama gelmemişti. Nihâyet Medine döneminde bi'setten 19 yıl sonrabu evlilikler sona er-dirilmiştir. 19 yıl sonra müşrik kadınları nikâhlarıaltında tutan erkeklerin, onları nikâhlarından çıkarmaları emredilmiştir.Mümtehine sûresi-nin 10. âyeti şöyle buyurur:
"Kâfirkadınları nikâhınız altında tutmayınız!"
(Mümtehine 10)
Bu âyet-ikerîmede Mekke döneminde caiz olan bu evlilikler tamamıyla sonaerdirilmiştir. Âyet-i kerîmede zikredilen müşrik ifadesi ehl-i kitabındışındaki müşrikleri kapsamaktadır. Çünkü bakıyoruz ki Kur’an-ı Kerîmde pekçok âyette müşriklerle ehl-i kitap ayrı ayrı zikredilmektedir. Bu âyet-ikerîmede müşrikler umumî olarak zikredilmiştir. Ama Mâide sûresinin 5. âyet-ikerîmesi ehl-i kitap kadınlarla evlenmeyi tahsis etmiştir. Yâni Bakarasûresindeki bu âyetin hükmünü tahsis buyurarak, ehl-i kitap kadınlarla evlenmeyicaiz kılmıştır. Bakın âyet-i kerîmede şöyle buyuruluyor:
"Bugüntemiz ve pak nîmetler size helâl kılındı. Kendilerine kitap verilenlerinyemeği size helâl kılındığı gibi sizin yemeğiniz de onlara helâldir. Mü'minkadınlardan hür ve iffetli olanlar ile sizden evvel kitap verilenlerdenyine hür ve iffetli kadınlar da iffetlerinizi muhafaza ederek onlarla zinadabulunmaksızın ve gizli dost tutmaksızın kendilerine mehirlerini verip nikâhladığınıztakdirde size helâl kılınmıştır."
(Mâide: 5)
Bu âyet-ikerîmenin ifadesine göre, ehl-i kitap kadınlarla ev-lenmenin caiz olduğunuanlıyoruz. Bakara sûresindeki bu müşrik ifadesi, bu âyetle tahsisbuyurulmuştur. Bakara’daki bu âyetin, Mâi-de’deki bu âyeti nesih etmesi demümkün değildir. Çünkü Mâide sûresinin bu âyeti, Bakara sûresinin bu âyetindensonra nazil olmuştur. Bundan ötürüdür ki Bakara sûresinin bu âyeti nesih etmesimümkün değildir.
Demek kiehl-i kitap kadınlarla evlenmek, ancak onlar iffetli olmaları, zinayapmamaları veya gizli dost tutmamaları şartıyla mubah kılınmıştır. DönemindeHz. Ömer bunu yasaklamıştır. Ehl-i kitap kadınlarla müslüman erkeklerinevlenmesini yasaklamıştır. Sahabeden bir kısmı gelip: Ne yapıyorsun ey Ömer?Kur’an’ın müsaade ettiği bir şeyi sen mi yasaklıyorsun? diye itiraz etmişler.Hz. Ömer onlara şöyle cevap verir:
"Sizlergüzelliklerinden ötürü onlara meylediyorsunuz. Siz onlarla evlenince demüslüman kızlar bekar kalıyor. İşte bundan ötürü sizin ehl-i kitap kadınlarlaevlenmenizi yasaklıyorum."
Bilhassaeviyle ve çocuklarıyla ciddi bir biçimde ilgilenemeyecek durumda olanlarınehl-i kitap kadınlarla evlenmeleri çok tehlikelidir. Ben Avrupa’da böyle hemkendisini, hem çocuklarını mahvetmiş, hıristiyanlaşmış yığınlarla insan gördüm.Mü'min kardeşlerimizin bu konuda çok dikkat etmeleri gerektiğine inanıyorum.
Allah’ınRasûlü Bir hadislerinde:
"Kadındört şeyinden dolayı nikâhlanır. Malı, güzelliği, soyluluğu ve dini için. Sizdini güzel olanı tercih edin!"
Buyurur. Öyleyse evlenebilecekmü'min bir kadın mevcut olduğu müddetçe başkalarının tercih edilmesi mümkündeğildir. Bir de mesele sadece müşrik ve ehl-i kitapla da sınırlı değildir.Kur’an’a inandığını iddia ettiği halde: Ben ateistim! Ben laiğim! Ben komünistim!Ben demokratiğim diyen bizim ehl-i kitaptan kadınlarla da evlenmek haramdır.
Âyetinikinci bölümünde de buyuruluyor ki:
"Mü'minkadınları da onlar iman edinceye kadar müşrik erkeklerle evlendirmeyin. İmaneden bir köle müşrik bir erkekten (bu müşrik erkek) hoşunuza gitse de dahahayırlıdır. Çünkü onlar ateşe çağırırlar."
Müslümanbir kadının müşrik bir erkekle evlendirilmesi kesinlikle haramdır. Müşrik,ateist, dinsiz biri devlet başkanı bile olsa mü'-min bir köle ondan her zamanhayırlıdır ve üstündür. Çünkü müşrikler ateşe çağırırlar, cehennemegötürürler. Mü'min bir kadın ne müşrik bir erkekle ne de ehl-i kitap bir erkekleevlenebilir. Çünkü kadın kocaya tabidir. Koca onun dinden çıkmasınısağlayabilir.
RabbimizNisâ sûresinde:
"Erkeklerkadınları yönetmeye yetkilidirler."
(Nisâ: 34)
Âyet-ikerîmesi gereğince kadınlar kocalarının yönetimi altındadırlar. Dolayısıylamü'min bir kadını kâfir ya da ehl-i kitap bir erkekle evlendirmek, onu birkâfirin yönetimine terk etmek olacağından, bu kesinlikle o kadını ateşe atmakdemektir.
Yine Nisâsûresinde de Rabbimiz şöyle buyurur:
"Allahkâfirlere müslümanlar üzerine bir yetki verecek değildir."
(Nisâ: 141)
Buna göremüslüman bir kadının kâfir ya da ehl-i kitap bir erkekle evlendirmek demek,müslümanı kâfirin idaresine bırakmak demektir ki, bu asla mümkün değildir haramdır.
222:"Peygamberim,sana kadınların hayız halini sorarlar. De k; o bir ezadır. Aybaşı halinde ikenkadın-larla cinsi münâsebetten ayrılın. Ama onlar temizlenince o zamanAllah’ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın. Şüphesiz ki Allah çokça tevbeedenleri sever. Tertemiz davrananları da Allah sever."
Dikkatederseniz Bakara sûresinin 177. âyetine kadar Allah’ın insan hayatınakarışması anlatıldı ondan sonra da Allah’ın bu hayata karışmasının birimlerisunulmuştur. Bu birimlerden olarak oruç anlatıldı, hac anlatıldı, infak anlatıldı,kıble anlatıldı, haram aylar ve bu aylarda savaş anlatıldı, içki kumaranlatıldı ve işte sizin hayatınızın değişik zamanlarında yaşayacağınızkonulardır bunlar. Bunları Allah böylece belirlemiştir ve sizler Rabbinizin belirlediğiölçüler içinde böylece yaşayacaksınız denerek tüm bu hususlar belirlenmiştir.Ondan sonra da hayızları döneminde kadınlarla ilişki ve beraberlik konusugündeme geliyor.
Peygamberim,sana hayızdan soruyorlar. Sen de ki; o bir e-zadır ve hayız halinde ikenonlarla cinsi münâsebetten ayrılın.
Bu din,insanın fıtratını göz ardı etmeyen, hep onu gündemde tutan bir dindir.İnsanlara onların bu fıtrî özelliklerini bilen yaratıcıları tarafından, onlarınbu özelliklerine göre yaşayabilecekleri bir din sunulmuştur. İnsanlar, Allah’ınRasûlünden aybaşı dönemindeki kadınlarla ilişkiden soruyorlardı. Bu konu, buâyetler soruya binaen anlatılacağı gibi, soru sorulmadan da anlatılacak âyetlerdir.Demek ki insanlar soru soruyorlar, beklentileri var ve o beklentilerine binaenâyet gelecektir.
“Deki” Şöyle şöyle söyle onlara. Ya da ey peygamberim! Sen bununsözcülüğünü yap! demektir bunun mânâsı. Demek ki bizim neler konuşacağımızı,nelerin sözcülüğünü yapacağımızı Kur’an böyle belirliyor. Demek ki biz,insanlara bazen hayızdan da konuşacağız, bunun sözcülüğünü de yapacağız."GUL" diye gelen âyetlerle bizim sözcülüğünü yapacağımız konularözellikle belirtiliyor demektir.
Hayız herayın belli günlerinde periyodik olarak kadınların gördüğü kandır. En yaygıngörüşle en azı üç gün en fazlası da on gün olmak üzere kadınların gördüğü bukana hayız denir.
"Deki; O bir ezadır." Yâni kadının o dönemi bir ezadır. Nasıl bireza? Tabi Allah’ın yaratış kanununa uygun bir ezadır. Arapça’da eza hemhastalık hem de pislik için kullanılır. Âdet halinde kadınlar, sağlıktan çokhastalığa yakındırlar. Rabbimiz o dönemlerinde kadınlardan ayrı olmamızı,onlara cinsel yakınlıkta bulunmamamızı emretmektedir.
Bu durumHindularda, yahudilerde, hıristiyanlarda ve putperest Araplarda yanlışanlaşılmış, farklı anlaşılmış. İslâm’dan önce insanlar bunu yanlış anlamışlar,farklı anlamışlar.
Kimileri ohaldeyken kadınları hapsetmeden yana olmuşlar, kimileri ona dokunmamadan yanaolmuşlar, kimileri onun pişirdiğini ye-memeden yana olmuşlar, kimileri onlarlabirlikte yemek yememeden, hattâ onlarla aynı odada kalmamaktan yana olmuşlar,kimileri de meselâ hıristiyanlar bunların aksine bu haldeyken kadınlarla cinsimünâsebetten yana olmuşlardır. Bu durumda sanki kadın insanlıktan çıkmış gibimuteala ediliyordu. Sahabenin sorduğu soruya binaen gelen bu âyet-i kerîmedeRabbimiz buyurdu ki: Bu durum sadece insan vücudunun tabii hallerinden birhalettir. Sadece kan gelmesinden dolayı eziyetli bir halettir hepsi bu kadar.Bu hal kadının vücudunu necis yapmadığı gibi, toplum içinde onun kişiliğini deetkilememektedir. Bu durum insanlar arasındaki ilişkilerden sadece cinselilişkiye engeldir. Bunun sebebi de ilgili mahalden kan gelmesinden ve mikropalması gibi bir eziyete, bir tehlikeye maruz kalmaması içindir. Bu durum âdethalindeki kadınlara hiç dokunulmayacağı anlamına gelmez. Kadının necis olduğuanlamına da gelmez, sadece o haldeyken cinsel ilişkinin yasak olduğu anlamınagelir.
"Deki; O bir eziyettir. Artık hayız esnasında kadınlarınızla cinsel ilişkidenuzak durun onlar temizleninceye kadar."
Temizleninceyekadar. Âdet günleri bitene kadar, ya da kanama günleri bitene kadar,vücutlarını büsbütün yıkayana kadar, ya da kanama bölgelerini yıkayana kadar,ya da gusül abdesti alana kadar gibi değişik anlayışlar var. Yâni âdetdönemleri bitene kadar onlarla cinsel ilişkide bulunmayın.
Hayızhalindeki kadınlarla cinsi münâsebet yasaktır. Hayızlı bir kadının göbeği ilediz kapağı arasındaki bölgeye yaklaşılmaz. Bunun dışındaki yerlerden istifadecaizdir. Hz. Aişe annemiz der ki:
"Benve Rasulullah cünüpken aynı kaptan guslederdik. Ben hayızlı iken Allah’ınRasûlü göbeğimle diz kapağım arasına bir bez sarmamı emrederdi ve bu bezinüstünden bana yaklaşırdı."
Buyurur.(Buhârî, Müslim, Tirmizî)
Ancakburadaki kadına yaklaşmaktan maksat cimanın dışındaki yaklaşmalardır. NitekimTirmizî’deki bir hadislerinde Allah’ın Ra-sûlü bu hususu şöyle açıklar:
"Hayızlıkadınlarla cima hariç, dilediğinizi yapın!"
Hayızlılıkdönemi bittikten sonra kan gelmeye devam etse de bu cimaya engel değildir. Zirabu kan hayız kanı değil istiaze kanıdır. İstiazeli kadınla cima yapmak kadınave erkeğe herhangi bir zarar vermez.
"Hayızlıbir kadınla cima yapmanın cezası da bir dinar ya da yarım dinar sadakavermektir."
(Ebu Dâvûd, Tirmizî)
Bütünâlimlere göre hayızlı bir kadının namaz kılması, oruç tutması, Kâbe’yi tavafetmesi, mescide girmesi Kur’an’a el sürmesi veya okuması ve de kocasıyla cinsimünâsebette bulunması haramdır.
(Hayızkonusunda bir soru soruldu)
Hayızlügatte; akıntı mânasına gelir. Doğum sebebiyle olmayarak rahimden çıkankandır. İstihaza (hastalık) kanı bunun dışındadır. Küçük kızın, hayızdankesilen kadının ve hünsa-i müşkilin gördükleri kan da istihazadan sayılır. Bumesele dinimizde çok önemlidir. Çünkü temizlik, namaz, Kur'an okumak, oruçtutmak, itikâf, hac, bü-lûğ, cimâ, boşama, iddet, istibra ve saire gibi birçokhükümler bu me-seleler üzerine terettüp eder. Bu sebeple hayız meselelerini öğren-meken büyük vazife ve farzlardan biri olmuştur. Zira bir şeyi öğren-mekmertebesinin büyüklüğü, onu öğrenmeme zararının derecesine göredir. Hayızmeselelerini bilmemenin zararı, başkalarını bilmemekten daha büyüktür.
HazretiHavva'yı Cenab-ı Hak hayızla mübtelâ kılmış ve kızlarında bu hal kıyâmet gününekadar devam etmek üzere kalmıştır. Bazıları: “Hayız ilk defa İsrâil oğullarınagönderilmiştir.” demişlerse de bu sözü Buhâri: “Peygamber (s.a.v.)'in hadîsidaha büyüktür.” diyerek reddetmiştir. Hadîsi Buhârî, Hazreti Âişe (r.a.)'dan şulâfızla rivayet etmiştir: “Rasulullah (s.a.v.) hayız hakkında: Bu, Allah'ın Adem kızlarına takdirbuyurduğu bir şeydir, buyurdular.”
Hayzınen az müddeti geceleriyle birlikte üç gündür. En çok müddeti ise gecelerlebirlikte on gündür. Bunu Dârekutnî ve başkaları böyle rivâyet etmişlerdir.Azından noksan, çoğundan fazla olanlar ise hayız değil, istihazadır.
(Tekrarsoru soruldu)
Azönce dedim, hayız kadının rahminden belli günlerde kan gelmesi, doğum veyahastalık söz konusu olmaksızın, belli yaşlardaki kadının rahminden belligünlerde gelen kanı ifade eder. Türkçe’de "hayız" yerine, âdet,aybaşı, kirlilik, ay hali ve namazsızlık gibi kelimeler de kullanılır. Birkadının cinsel organından üç türlü kan gelebilir. a) Hayız kanı. Sağlıklı kadındanbelli yaşlar arasında gelir. b) Özür (is-tihaza) kanı. Kadın hastalığıolanlarda görülür. c) Lohusalık (nifâs) kanı. Doğumdan sonra belirli bir süre gelenkandır.
Âdetgörme, yani hayız, kadını erkekten ayıran özelliklerden birisidir. O, anormal veçirkin bir olay değil, normal ve kadının yaratılışının gereği olan doğal birolaydır. İslâm'ın çıkış sırasında câhiliye devri Arapları âdetli kadınaarkadan, Hıristiyanlar önden ilişkide bulunurlardı. Yahudiler ve Mecusîler ise,böyle bir kadından uzak durular, hatta temizlendikten sonra da bir haftasüreyle onlarla bir arada kalmazlar, birlikte yiyip, içmezlerdi
(Müslim,Hayız, 6; Ebû Dâvûd, tahâre)
İslâm,kadına rûhî ve fizyolojik sıkıntı veren ve onu küçük düşüren bu alışkanlıklarıyasaklayarak koruyucu bazı hükümler getirdi.
Hadisteise şöyle buyurulur:
"Bu hayız, Allah'ın Âdem(a.s)'in kızlarına yazdığı bir şeydir"
(Buhârî,Hayz, 1,7, Müslim, Hacc,119,120)
Âdet gören kadından tamamen uzak mıkalınacağını soranlara Allah elçisi şu cevabı vermiştir:
"Cinsel ilişki dışındakişeyler, normal zamanlardaki gibi yapılabilir"
(Müslim,Hayz" 16; Nesaî, Tahâret, 18)
Kur'anda, âdetten "pislik" olarak değil, "eziyet" olarak söz edilmiş,bununla, sıkıntıda bulunan hayızlı kadın korunmak istenmiştir. Diğer yandan Hz.Peygamberin eşleriyle dizkapağı ve göbek arası dı-şındaki normal ilişkilerinisürdürdüğü bilinmektedir
(Buhârî,Hayz, 5)
Âdetlikadının temiz olmayan yönü sadece âdet kanıdır. Onun tükürüğü ve teri pisdeğildir. Pişirdiği yenir ve yemek artığı da temizdir. Hz. Âişe'den şöyledediği nakledilmektedir: "Allah elçisinin isteği üzerine, ben adetli ikenkucağıma yaslanır, Kur'an okurdu"
(Buhârî,Hayz, 2, 3)
"Adetli iken, kemikli eti ısırır, sonraO'na verirdim. Alır ve be-nim ısırdığım yerden ısırırdı. Yine âdetli iken suiçtiğim kabı O'na verirdim, alır ve ağzını benim ağzımı koyduğum yere koyar veiçerdi"
(MüslimHayz, 14).
Kadın,âdet görmeye yaklaşık dokuz yaşlarında başlar ve elli beş yaşına kadar devameder. Bu yaşların dışında cinsel organdan gelecek kan "özür kanı"sayılır. Âdet gören kadın artık namaz, oruç, hac gibi bütün şer'î emir ve yasaklaramuhatap olur. Erkek çocuğun ihtilâm olması da aynı sonuçları doğurur. Âdet veyaihtilâm gecikirse, çoğunluk İslâm hukukçularına göre on beş yaşın bitmesiyleher iki cins erginlik çağına girmiş sayılır.
Âdetgörmenin üst sınırı için açık bir âyet veya hadis bulunmadığından İslâmhukukçuları tecrübeye dayanarak değişik yaşlar belirlemişlerdir. Ebû Hanîfe'yegöre elli beş yaş olan bu sınır, Mâlikilere göre, yetmiş, Hanbelîlere göre ise,elli yaştır. Şâfiîler âdetin devam edebileceği süreye bir üst sınırlamagetirmemiştir, bu hâlin ömür boyu sürebileceğini, ancak çoğunlukla altmış ikiyaşında sona erdiğini belirtmekle yetinmişlerdir. Bununla birlikte Hanefileregöre, nâdir de olsa elli beş yaşından sonra gelen kan, koyu kırmızı veya siyahrenkte ise adet kanıdır.
Günümüztıp bilimine göre, âdet; kadının ilk âdet kanaması (menarche) ile başlayıp,âdetten kesilene kadar (menepouse) her ay belirli süre devam eden kanamadır.Bu; âdet kanaması, aybaşı, kirlenme, meneses, regl gibi' kelimelerle de ifadeedilir. Türkiye'de ilk â-det görme yaşı 12-14 yaşlarıdır. Daha erken degörülebilir. En erken görme yaşı dokuz olarak kabul edilir. Âdetten kesilmeyaşı ise kırk beş ellidir. Ancak en son altmış yaşına kadar devam edebilir.Âdetin başlama, bitme ve düzenine etki yapan faktörler şunlardır: Şiddetligeçen hastalıklar, kronik (müzmin) hastalıklar, iklim ve çevre değişiklikleri,korku ve heyecan, aşırı bedensel faaliyet, dengesiz zayıflama rejimleri, aşırıgebe kalma isteği veya gebe kalma korkusu.
Hayızlıbir kadına yasak olanları da inşallah kısaca özetleyelim:
1- Namaz kılmak. Âdetli veya lohusakadının namaz kılması câiz değildir. Hz. Peygamber (s.a.s), Fâtıma binti EbîHubeyş'e "Hayız gördüğün zaman namazı bırak ve hayız hâlin sona erince,kanı temizleyerek guslet ve namaz kıl" buyurmuştur. Buhâri'deki rivâyetşöyledir: "Âdetin devam ettiği sürece namazı bırak, sonra boy abdesti alve namaz kıl"
(Buhâri,Hayz, 19)
Âdetlikadın, kılamadığı namazı kaza etmez, orucu ise kaza etmesi gerekir. Hz. Âişeşöyle demiştir: "Biz Rasûlullah (s.a.s) devrinde âdet görüyorduk. Namazıkaza etmekle emrolunmadığımız halde, tutamadığımız orucu kaza etmekle emrolunuyorduk"
(Buhârî,Hayz, 20; Ebu Dâvud Tahâre,104; Tirmizî, Savm, 67; Nesaî, Hayz,17; Siyâm, 64)
2- Oruç tutmak. Âdet gören veya lohusaolan kadın oruç tut-maz. Delil yukarıdaki Hz. Âişe hadisidir. Ancak oruç borcu,onların üzerinden düşmez. Kaza etmeleri gerekir.
3- Kabe’yi tavâf etmek. Hz.Peygamber, hac sırasında âdet gören Âişe (r.a) şöyle buyurmuştur: "Hayızgördüğün zaman, temizle-ninceye kadar Beytullah'ı tavaf dışına hacılarınyaptığı diğer hac ibadetlerini yap"
(Buhârî,hayz,1, Müslim, Hacc,119,120)
4- Kur'an-ı Kerîm okumak.Mushafa el sürmek ve onu taşımak. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:"İddetli kadın ve cünüp olan, Kur'an'dan hiç bir şey okuyamaz"
(Tirmizî,Tahâre, 98; İbn Mâce, Tahâre, 105).
Hanefileregöre, bir kılıf içindeki Kur'an'a el sürmek ve taşımak hayızlı ve cünüp içinmümkün ve câizdir. Yine ilimle uğraşan kimse, tefsir, hadis ve fıkıh kitaplarınızarûret yüzünden elbisesinin yeniyle veya eliyle tutabilir.
5- Mescide girmek, orada eğleşmek ve itikâfa çekilmek.Hadiste şöyle buyurulur: "Hiç bir hayızlı veya cünüp mescide giremez"
(İbnMâce, Tahâre, 92; Dârimî, Vudû',116)
6- Cinsel temasta bulunmak veya göbekle diz kapağıarasını okşamak (istimtâ). Bunun delili âyet ve hadistir. Âyet, işte bakaradakitemizleninceye kadar onlardan uzak durmayı emreden bu âyettir. Uzaklaşmaktan(İ'tizal) maksat, onlarla cinsel teması bırakmaktır. Yine hayızlı hanımıyla nederece ilgilenebileceğini soran bir sahabeye Allah elçisi şöyle cevapvermiştir: "Senin için göbekten üst taraf serbesttir" (Şevkânî,Neylü'l-Evtâr, I, 277).
Hanbelileregöre, göbek-diz arasında cinsel temas dışında serbesttir. Delil şu hadistir:"Hayızlı kadına cinsel temasın dışında her şeyi yapabilirsiniz"(Müslim, Hayz" 16; Nesaî, Tahâre, 16) Hanefi, Şâfiî ve Mâlikilere görehayızlı veya lohusa olan eşiyle cinsel temasta bulunan erkeğe kefâret gerekmez.Ancak tevbe ve istiğfar etmesi gereklidir.
7- Boşama. Hayız hâlindeki kadınıboşamak câiz değildir. Ancak buna rağmen boşama geçerlidir, ve bid'î tâlakadını alır. Âyette; "Boşayacağınız zaman, eşlerinizi iddetlerine doğruboşayın" buyu-rulur (Talâk,1) Yani içinde iddet meşru olan bir süredeboşayın demektir. Çünkü, ay hâlinin geri kalan kısmı iddetten sayılamaz. Allahelçisi, Abdullah b. Ömer'e, eşini temizlik günlerinde veya gebe iken boşamasınıbildirmiştir (Şevkânî, a.g.e., VI, 221)
Bukonuda bu kadar söz yeter. Daha etraflı bilgi sahibi olmak isteyenler konu ilealâkalı fıkıh kitaplarına bakabilirler.
"Amaonlar temizlenince, o zaman Allah’ın size emrettiği yerden onlarayaklaşın."
Onlartemizlenince, o dönemleri bitince artık sizin kullanabileceğiniz bir açıdanonlara yaklaşın, onlarla beraber olun.
"Şüphesizki Allah çokça tevbe edenleri sever. Tertemiz davrananları da Allahsever."
Şu anakadar yaptığınız yanlışlarınızdan eğer tevbe ederseniz, bir daha o yanlışlaradönmezseniz tevbe edenleri Allah sever. Tertemiz davrananları da Allah sever.Şirkten günahtan yasakladığı şeyleri yapmaktan arınanları, günah pisliğindentemizlenenleri, Allah’ın necaset olarak bildirdiği şeylerden uzak duranlarıAllah sever. Yâni ey müslümanlar! Eğer Rabbinizin sizleri sevmesini ve affetmesiniistiyor-sanız, işlediğiniz günahlardan hemen vazgeçin ve tevbe edin! Ve birdaha o günahlara dönmeyin. Kesinlikle bilesiniz ki; Allah’ın pis dediğişeyler pis, temiz dediği şeyler de temizdir. Eğer Rabbinizin sizleri affetmesinive sevmesini istiyorsanız, onun pis dediklerini pis bilin! Temiz dediklerinide temiz bilin!
Âyetlerbize iki mânâ işaret ediyor:
1- Buâyetler gelmeden önceki yanlışlardan, hatalardan te-mizlenme,
2- Buâyetle karşı karşıya gelip gerçeği anladıktan sonra da insansınız, hataedebilirsiniz, yanlış yapabilirsiniz, ama hemen tevbe eder ve yanlışlarınızdandönerseniz Allah sizi affeder ve sever deniliyor.
223:"Kadınlarınızsizin tarlalarınızdır. Artık kadın-larınıza enna şi'tüm gidin! Kendiniz içiniyi şeyler gönderin. Bir de muttaki olun ve bilin ki mutlaka ona kavuşacaksınız.Bunu mü'minlere müjdele."
Buradaki "Ennaşi'tüm" ifadesinin iki mânâsı üzerinde duracağız:
1- Ne zamananlamına gelir. Buna göre kadınlarınız sizin tarlalarınızdır ve her ne zamanisterseniz onlara gidin! Olacaktır mânâ.
2- İkincisidilediğiniz yönden mânâsına gelir. Yâni kadınlarınıza dilediğiniz yönden,önden veya arkadan nasıl isterseniz gidin! Nasıl beraber olursanız olun! Amapeygamberimiz tarafından ortaya konan bir tahsisle birleşme önden olmakşartıyla. Allah’ın Rasûlü pek çok hadislerinde kadınlara arkalarından(dübürlerinden) yaklaşmanın livata olduğunu ve bunun haram olduğunu açıklamıştır:
"Allah’ave âhiret gününe iman eden erkekler kadınlarına arkalarından (dübür)yaklaşmasınlar."
Bu konuda pek çok hadis vardır.
Demek kiburadaki "Enna şi'tüm" ifadesi ya dilediğiniz zaman onlarayaklaşın anlamınadır, ya da önden olmak kayd u şartıyla dilediğiniz değişikpozisyonlarla onlara yaklaşın anlamına gelecektir.
Tarlakelimesinin kullanılması da zaten bu mânâyı işaret buyurmaktadır. Tarla ekimyerini, tohum atma ve mahsul alma mahallini anlatmaktadır. Buradaki tarladan kasıtrahim, mahsulden kasıt da çocuktur. İşte bu ekim yerine varmak kayd u şartıyladilediğiniz yönden tarlalarınıza gidebilirsiniz diyor Rabbimiz. Ayrıca buâyetle bu konuda bir yanılgı içinde olan yahudilere cevap verilmiştir. Yahudilerkadının önüne arkasından, arka cihetinden yaklaşılınca doğacak çocuğun alatenli olacağını iddia ediyorlardı. Bu âyetle bunun böyle olmadığı daanlatılmış oldu.
"Kendiniziçin iyi şeyler gönderin."
Geleceğiniziçin iyi şeyler takdim edin! Geleceğinizi hazırlayın! Geleceğiniz içintakdimde bulunun! Kendi geleceğiniz konusunda lehinize hareket edin! Geleceksizin için olsun isteyin! Yarın sizin için olsun isteyin! İstikbalde söz sahibisiz olmak için, istikbali ele geçirmek için çalışın! Yaptığınızı mizanınızakonacak biçimde yapın! Yâni:
1-Kadınlarınıza yaklaşırken çocuk talep etmeye, salih evlâtlar istemeye çalışın!Böylece geleceğinizi garanti altına almaya çalışın. Gelecekte söz sahibiolmaya çalışın. Gelecek sizin olsun isteyin. Hem dünyada hem de âhirette. BakınAllah’ın Rasûlü bir hadislerinde şöyle buyurur:
"Ademoğlununölünce ameli kesilir, ancak şu üç şey hariçtir:
1- Kendisine dua edecek salih birevlât.
2- Sadaka-i câriye.
3- Ölümünden sonra faydalanılacakbir ilim."
Öyleyseburadaki kendiniz için önceden iyi şeyler takdim edin âyetinin mânâsı hayırlısalih evlâtlar yetiştirin demek olacaktır, bir.
2-İkincisi; cinsel birleşme esnasında Rabbinize dua edin demektir.
3-Üçüncüsü; cinsel birleşme esnasında bismillah deyin demektir.
4-Dördüncüsü; iffetli kadınlarla evlenerek geleceğinizi teminat altına alındemektir.
5-Beşincisi; güzel davranışlarla hem kendinizi hem de karşınızdakini cinselbirleşmeye hazırlayın anlamına gelecektir diyoruz Allahu âlem.
"Birde muttaki olun ve bilin ki; mutlaka ona kavuşacaksınız. Bunu mü'minleremüjdele."
Sizleryarın tüm yaptıklarınızın karşılığını almak üzere Rab-binizin huzurunagideceksiniz. Öyleyse bunu hiç bir zaman hatırı-nızdan çıkarmayın veyaptıklarınızı bunun bilinci içinde yapın. Allah’ın emirlerine ve yasaklarınariâyet eden ve tüm yaptıklarını inandıkları dinin kurallarına göre yapankimseler kurtuluşa ereceklerdir.
Sizdenistenen kulluk birimlerinden birisi de şudur:
224:"İyilikyapmanız, kötülükten sakınmanız ve insanların arasını düzeltmeniz için Allah’ıyeminlerinizden dolayı engel yapmayın. Şüphesiz ki Allah, herşeyi işiten vebilendir."
Yemin sağel, güçlü el anlamına gelir. Bir sözü de Allah adını anarak, Allah’ı şahittutarak güçlendirmeye de yemin denmiştir.
Allahbuyurur ki; Allah adına yaptığınız yeminlerinizi kalkan yapmayın. Bunun ikimânâsı vardır.
1-Birincisi itaatkâr, muttaki, muslih, düzeltici olmak için veya dargınlarıbarıştırmak için de olsa Allah’a çok yemin etmeyin demektir. Konu hayırlı birkonu da olsa, öyle her zaman Allah adını anarak yemin etmeye dillerinizi alıştırmayındemektir.
2- İkinciside yeminlerinizi kalkan yaparak iyiliklerde bulunmamaya, fenalıklardankorunmamaya, küsleri barıştırmamaya çalışmayın. Yâni ben bu konuda yeminetmişim ne yapayım? Yeminimi bozamam! diyerek hayırlı işler konusundayeminlerinizi kalkan yapmayın! Diyor Rabbimiz. Allah için bir yeminetmişseniz, bu yeminlerinizi Allah’a kalkan yapmayınız. Hangi konuda? Takvalı olmakonusunda, insanlar arasını ıslah etme konusunda. Diyelim ki birisiyle konuşmamaküzere yemin ettik. İki müslüman gelip bize senin onunla konuşman lâzım, onu ebrârkılman lâzım, onu takvalı kılman lâzım, onu sa-lihleştirmen lâzım! Yâni senAllah için onunla mutlaka beraber olman, onunla konuşman lâzım diye gelip bizedurumu arzettikleri zaman, yok ben yemin ettim! Söz verdim Allah’a! Gidememona! Konuşamam onunla! diye diretmeyeceğim ya da yeminimi kalkan yaparakhayırlı bir işten sarfı nazar etmeyeceğim, yeminimi bozacağım, kefaretimivereceğim ve o işi yapacağım. Bakın Allah’ın Rasûlü bir hadislerinde buhususu şöyle anlatır:
"Birkimse bir şeye yemin eder, sonra da ondan başkasını, ondan daha hayırlıgörürse; o hayırlı şeyi yapsın ve yeminine kefaret versin."
Buyurur. (Müslim Eymen 11)
Demek kibir konuda yemin etmiş ama onun yapılmasının daha hayırlı olduğunu anlamışsakhemen yeminimizi bozacak ve kefaretini vereceğiz ve de o işi yapacağız. Yemininkefareti ise Mâide’de anlatılır:
"Buyeminin kefareti, çoluk çocuğunuza yedirdiğinizin orta derecesinden on fakiridoyurmak, veya onları giydirmek, veya bir köle azad etmektir. Bunları bulamayankimse de üç gün oruç tutar. İşte bu yemin ettiğiniz vakit yeminlerinizinkefaretidir."
(Mâide 89)
Hattâ kimiâlimlere göre günah işlemek üzere yemin eden bir adam, günah işlemektenvazgeçtiği takdirde bu yemininin kefaretini de ödemesi gerekmektedir. Çünkü onunbu günahtan vazgeçmesi, kefaret anlamına gelmektedir. Meselâ adam içki içmeye,adam öldür-meye yemin etti. Yeminini kalkan yapıp bu haram fiilleri icraya mecburolduğunu asla söyleyemez. Allah’ın Rasûlü İbni Mace’nin rivâyet ettiği birhadislerinde:
"Haramişlemek üzere yemin eden birisi, bu yeminini yerine getirmesin! Çünkü haramolan şeyleri terk etmek o yeminin kefaretidir." Buyurur.
Bu konudakefaretin verilmesiyle ilgili rivâyet edilen hadisler daha çok ve sıhhatlioldukları için kişi yeminini bozacak ve kefaretini verecektir diyoruz.
Rivayetleregöre sahabeden Abdullah Bin Revaha bir kırgınlık sonucu eniştesinin yanınagitmeyeceğine, onunla konuşmayacağına yemin etmiş ve kız kardeşiyle onun arasınıdüzeltmeyeceğine söz vermişti. Bu konuda onu uyaranlara karşı da: "E benbu konuda Allah’a yemin ettim! Allah’a söz verdim! Yeminimi bozmam caiz olmaz!Yapamam! diyordu. Cenâb-ı Hak da bunun üzerine buyurdu ki; hayırlı işlerkonusunda yemin edip de bu yeminlerinizi kalkan yapmayın! Allah için yeminetmişseniz o yeminlerinizi bozun, kefaretini ödeyin de insanları sâlim kılmada,insanların arasını ıslah etmede, insanları takvalı kılmada yeminlerinizibahane ya da kalkan etmeyin! buyuruyor. Ve bilesiniz ki:
"Allahherşeyi hakkıyla işitici ve bilicidir."
225:"Allahsizi yeminlerinizdeki lağıvdan dolayı muaheze etmez. Ve lâkin kalplerinizinirtikap ettiği yeminlerle muaheze eder. Allah çok bağışlayıcıdır ve Halîmdir."
Allah siziyeminlerinizdeki "Lağıv" dan dolayı muaheze etmeyecek, hesabaçekmeyecektir. Âlimlerimiz yeminleri üçe ayırmışlardır. Bunlar yemin-i lağıv,yemin-i gamus ve yemin-i mün’akide’ dir.
1- Yemin-ilağıv; kişinin herhangi bir kasıt taşımaksızın, yemin kastı taşımaksızınkonuşurken, diline geldiği gibi düşünmeden, istemeyerek ağzından çıkanyeminlerdir. Buhârî’deki bir hadis-i şeriflerinde Allah’ın Rasûlü:
"lağıv;bir kimsenin konuşma esnasında düşünmeden "Hayır vallahi, "Evetvallahi" demesidir."
Buyurur.
Ya da lağıvyemin; kişinin herhangi birine zarar vermek kastı olmaksızın, herhangi birmenfaat celp etme niyeti de bulunmaksızın, söz arasında edilen alışkanlıkhaline getirilmiş yeminlerdir ki, bunun kefareti yoktur. Çünkü Allah,insanları ancak kalplerindeki niyetlere ve kasıtlara göre sorumlu tutacaktır.Burada şunu söyleyelim: Niyetsiz bir amelin herhangi bir değeri olmadığı gibi,amelsiz bir niyetin de Allah katında bir değeri yoktur. Çünkü niyet ameli kendibiçimiyle biçimlendirir ve kendi rengiyle renklendirir. Böylece bir amelingüzelliği ya da çirkinliği o ameli yaptıran niyete bağlıdır. Niyet güzelse amelde güzeldir, niyet bozuksa amel de bozuktur. Yetimi terbiye için dövmenin helâl,ama ondan intikam almak için dövmenin haram olması gibi.
Bir kişiyezorla yaptırılan yeminler de lağıv yeminlerdir, onun için de kefaretgerekmemektedir.
Yeminlerdekikasıtsız yanılmalardan Allah bizi sorumlu tutmayacaktır. Ama şurasını da aslaunutmayalım ki, bu sorumlu tutulma-yışımız, bizi boş yere sık sık yemin etmeninçok çirkin bir amel olduğunu söylemekten alıkoymamalıdır.
Boşyeminlerdir bunlar, o yeminlerle alâkalı bir hesap gelmeyecektir; amalağviyyatla meşgul olduğumuzdan ötürü elbette o konuda da hesap sorulacaktırbize. Aslında müslümanlar kesinlikle ağızlarını bu tür yeminlere alıştırmamalıdır.Çünkü yeminden dolayı sorumlu olmamak ayrı şey, lağviyyattan dolayı sorumlu olmakayrı şeydir. Çünkü burada her hâlükârda Allah’ın ismi hafife alınmakta ve onunlaoyun oynanmaktadır. Bir adam "Vallahi billahi, vallahi billahi’yi"diline dolaştırarak söz söylemeye çalışırsa, sen bunu niye diline doladın diyebu konuda elbette ona bir soru gelecektir. Evet bu lağıv yemindir.
2-İkincisi; yemin-i gâmus’dur. Bu da kişinin geçmişe ait bir konuda öyleolduğunu zannederek yemin etmesidir. Borcunu ödedi zannıyla; “vallahi ben sanaborcumu ödedim!” demesi veya Ankara’ya git-mediği halde gittim zannıyla;“vallahi ben geçen ay Ankara’ya gittim!” demesi gibi. Yanlış bildiğinden, hataettiğinden dolayı, işin aslının öyle olmadığını anladığı zaman bu kimsenin detevbe etmesi gerekir, bu-nun için de kefaret yoktur.
3-Üçüncüsü; yemin-i mün'akide’dir. Âyet-i kerîmesinde Rab-bimizin:
"Lâkinkalplerinizin niyetiyle irtikap ettiği yeminlerinizden Allah sizi hesabaçekecektir."
Bölümününanlattığı yeminler işte bu yeminlerdir. Yâni kişinin bilerek, niyet ederek,kasıtla yaptığı yeminlerdir.
Geleceğeait bilerek bir yemin ettiniz. Meselâ vallahi ben yarın namaz kılmayabaşlayacağım! Vallahi yarından itibaren Kur’an okumaya başlayacağım! Vallahiyarın sana borcumu ödeyeceğim! Gibi yapılan yeminlerde, yeminin gereği mutlakayerine getirilmelidir. Eğer yeminin konusu meşru ise mutlaka yerine getirilmelidir,eğer meşru bir şey değilse az evvel de ifade ettiğim gibi yeminin kefaretini verereko işten vazgeçilmelidir.
"Allahki Ğafûr’dur, Halîm’dir."
Yâni Allahmağfiret edendir, hataları örten, kusurları örtbas ediverendir, buna güçyetirendir, eğer sizler yaptıklarınızdan pişmanlık duyar ve bir dahayapmamaya azmederseniz. Bir de Allah Halîmdir, yâni çabucak hareket edivermeyen,çabucak sizin defterlerinizi dürüvermeyen, size imkân tanıyan, fevri durumlarıolmayandır. Rabbinizi böyle bilin ve hayatınızı buna göre ayarlayın.
Bundansonra Rabbimiz “Îlâ” yeminini anlatacak:
226:"Kadınlarınayaklaşmamaya yemin edenler için dört ay beklemek vardır. Eğer yeminlerinden dönerlersebilsinler ki; Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir."
Bir yeminkonusu daha geliyor; ama deminki yemin konuların-dan farklı konuda bir yemin.
“Îlâ”;kelime mânâsı yemin demektir. Şer'i mânâsı ise bir kişinin hanımıyla dörtaydan daha fazla cinsi münâsebette bulunmamak üzere yemin etmesidir. İşteböyle kadınlarından ayrı olmaya, onlara yaklaşmamaya yemin edenler. Bir gün,beş gün, on gün, bir ay, üç ay, bir yıl, beş yıl seninle beraber olmayacağım!Seninle beraber yatmayacağım! Münâsebette bulunmayacağım! diyerek yeminedenler için:
"Dörtay beklemek vardır."
"Eğerkarı koca birbirlerine dönerlerse, bilsinler ki Allah, çok bağışlayıcı vemerhamet edicidir."
Eğer"Fey" yaparlarsa, yâni bu süre içinde yeminlerinden dönerlerse Allahçok bağışlayıcıdır.
Îlâyeminiyle alâkalı şunları söyleyelim: Karı koca birbirlerini sevememiş,birbirlerine uyum sağlayamamış olabilirler. Allah karı kocanın böylebirbirlerine işkence çektirme noktasına varan beraberliklerine izin vermez.Karı kocanın şer'an ve fiilen nikâhlı olup; fakat pratikte ayrı yaşayarakilişkide bulunmamalarını hoş görmez; bunun için maksimum bir zaman belirler.Bu, dört aylık bir süredir. Kadınlarını ıslah etmek için, onların durumlarınıdüzeltmek için bir baskı aracı olarak koca bunu kullanabilir. Bazen dik başlı,kocasına itaat etmeyen, güzelliğini ve kadınlığını kullanarak erkeğini önündeboyun eğdirmek isteyen gururlu kadınlar için bu yol faydalı olabilir. Ama bubelli bir zamanla sınırlıdır. Değilse böyle bir yemini bahane ederek kadınıuzun bir süre muallakta bekletmenin caiz olmadığı ortaya konuyor.
İslâm’dan önce Araplarda bu birâdetti. Adam; sana beş yıl yaklaşmayacağım diye karısına yemin ediyor ve bukadıncağız ne evli ne boşandığı belli olmayan bir muallakta beklemek zorundakalıyordu. Kocası onu boşamamış ki bir başkasıyla evlensin, doğru dürüst evlideğil ki kocasıyla beraber olsun. Allah kadınları işte bu mağdur durumdan kurtarmakiçin bunu dört ayla sınırlandırıverdi. Buna göre hanımlarıyla birleşmemeyeyemin eden kişi, ne kadar süre için yemin ederse etsin, bu süre en fazla dörtay olabilir.
İşte böylehanımlarına yaklaşmamak üzere yemin edenler, ya bu süre dolmadan buyeminlerinden vazgeçip kefaretlerini vererek tekrar hanımlarına dönerler ki;bu dönme cinsel ilişkidir. Aksi takdirde sözle, ben sana döndüm demek yetmez.
Ya karısınadöner ya da eğer bu süre içinde hanımlarına dönmemişlerse, bu boşanmaanlamına gelecektir. Kimileri bu süre içinde karısına dönmezse bir ric'i talâkmeydana gelir derken, kimileri de bir bain talâk vaki olur fikrindedirler.
Yâni eğerdört ay içinde adam karısına dönmezse, o zaman tekrar bir araya gelmeleri içinkadının kocayı kabul etmesi şartıyla yeniden nikâh yapılması gerekir. Eğerkadın ben onu istemiyorum derse, artık tekrar bir araya gelmeleri caizdeğildir.
Müslim’inrivâyetine göre Allah’ın Rasûlü kendisinden bol nafaka, çeşitli yiyecek vegiyecek isteyen ve bu hususta kendisini rahatsız eden hanımlarına kızarak,onlara bir ay süreyle yaklaşmamak üzere yemin etmiştir. Ve yirmi dokuz günsonra onlara tekrar dönmüştür.
İşte bu Rasulullah’ın kadınlarınıtedip için kullandığı bir yoldur. Bu tedibin gerçekleşeceği kadar bir sürebeklemiştir. Yine İbni Mace-nin beyanına göre Allah’ın Rasûlü verdiği hediyeyikabul etmediği için hanımı Hz. Zeyneb’e kızarak ona yaklaşmamak konusundayemin etmiştir.
Kimileri budört aylık ayrılığın her tür ayrılıklar için Îlâ olduğunu, yâni boşanma sebebiolduğunu söylerler. Yâni sadece böyle bir kırgınlık ve yemin sebebiyle değil,her hâlükârda kocanın karısını böyle uzun bir süre yalnız bırakamayacağınısöylerler. Hattâ bu konuda tefsir kitaplarımızda şu olay anlatılır:
Hz. Ömer bir gece gizlice Medinesokaklarında dolaşırken bir kadının yalnızlıktan şikâyetini işitir. Ve hemenkızı Hafsa’nın yanına gelerek: "Ey Hafsa! Allah için söyler misin! Birkadın en fazla ne kadar kocasının yokluğuna dayanabilir?” diye sorar. Hz.Hafsa da "en fazla dört veya altı ay" der. Bunun üzerine Hz. Ömerordudaki mücahidleri altı aydan fazla tutmamaya azmeder.
Hanefî veŞafiî mezhebinin imamları bu hususun sadece yemine bağlı ayrılıklarda sözkonusu olduğunu söylerler. Yemin söz konusu olmadan Îlânın geçerli olmadığınısöylerler. Yâni bir adam yemin etmeksizin dört ay veya daha fazla bir sürehanımına yaklaşmasa bu Îlâ olmaz. Ayrıca dört aydan daha az bir süre içinhanımına yaklaşmamaya yemin de Îlâ sayılmaz. Meselâ karı koca belli bir ortakçıkar için anlaşarak cinsel ilişkiyi kesip başka işlere zaman ayırırlarsa, buÎlâ değildir denmiştir.
Evetkadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler eğer bu yeminlerinden dönerlerse, Allahbu yeminini bozmasından dolayı kendisini affedecek ve bu yemininden dolayısorguya çekmeyecektir. Ama:
227:"Yokeğer boşanmaya azmetmiş iseler (onu yerine getirsinler), şüphesiz ki Allahişitici ve bilicidir."
Hanefîleregöre bu dört aylık süre içinde hanımına dönmemek sûretiyle boşanmaya kararverirse. Şafiîlere göre de bu dört ay geçtikten sonra bizzat boşamaya kararverirse demektir bunun mânâsı. Yâni böyle Îlâ yaparak hanımına yaklaşmamayayemin eden kişinin dört ay içinde hanımına dönmemesi durumunda, bu hanımın boşolup olmaması konusunda iki ayrı görüş vardır.
1-Bunlardan biri Hanefîlerin görüşü. Ebu Hanife’ye göre yemin ettikten sonraaradan dört ay geçtiği halde, bu süre içinde hanımına dönmemekle bain talâkmeydana gelir. Bu erkeğin, ayrıca karısına seni boşadım demesi gerekmez.Çünkü azmetmek; kişinin kesin olarak bir şeyi yapmaya karar vermesi demektir.Kalben karar verdiği şeyi ayrıca bir de diliyle söylemesi gerekmez. Aradandört ay geçmesine rağmen bu adamın hâlâ hanımına dönmemesi, onu boşamayaazmettiği mânâsına gelmektedir.
2- Cumhurungörüşüne göre ise, bu dört ay içinde kişi karısına dönmese de boş olmaz. Kadınhakime başvurur. Hakim kocaya karısına dönmesini söyler. Erkek de karısınadönmezse hakimin kararıyla bu kadın kocasından boşanmış olur.
Yâni buâyet talâkın boşama hakkının kocaya ait olduğunu anlatır. Talâk hakkı elindeolan koca, bu dört aylık süre geçtikten sonra bizzat ya onu boşadığını, ya daona döndüğünü söylemesi gerekir.
"Allahsemi ve âlimdir."
Allahherşeyi bilen ve hakkıyla işitendir.
228:"Boşanankadınlar bizzat kendileri üç hayız müddeti beklerler. Eğer Allah’a ve âhiretgününe inanıyorlarsa Allah’ın Rahimlerinde yarattığını gizlemeleri kendilerinehelâl olmaz. İddet içinde barışmak isterlerse onları nikâhlarına geridöndürmeye kocaları daha lâyıktır. Erkeklerin kadınların üzerinde meşru haklarıolduğu gibi kadınların da kocaları üzerinde hakları vardır. Ama erkekleriçin kadınlar üzerinde üstün bir derece vardır. Allah güçlüdürhakimdir."
Rabbimizîlâdan söz ettikten sonra îlânın sonucunda boşanma olabileceği için, bundansonra boşanma konusunu anlatmaya başlayacak.
"Boşanmışkadınlar üç kuru müddeti beklerler." Boşanmış kadınların iddeti böyledir.Âyet-i kerîmedeki "Boşanmış kadınlar" ifadesi genel bir ifadedir.Yâni bütün boşanmış kadınları kapsamaktadır. Halbuki Kur’an-ı Kerîmin başkayerlerinde farklı konumdaki kadınlar için farklı ifadeler görüyoruz. Meselâkendileriyle cima yapılmamış, zifaf olmamış kadınların iddeti yoktur.
"Eyiman edenler! Mü'min kadınları nikâhlayıp da sonra kendilerine dokunmadanonları boşarsanız sizin için üzerlerine sayacağınız bir iddet yoktur."
(Ahzâb: 49)
Yine meselâkocası tarafından boşanmış hamile kadınların id-deti ise çocuğunu doğuruncayakadardır.
"Hamilekadınların iddetleri ise yüklerini boşaltana kadardır."
(Talâk: 4)
Yine henüzhayız görmeye başlamamış kadın ile, yaşlılıktan dolayı hayızdan kesilmişkadının iddeti üç aydır.
"Kadınlarınızdanhayızdan kesilenlerle henüz hayız görmemiş bulunanların hakkında eğer şüpheederseniz onların iddeti üç aydır."
(Talâk: 4)
Bukonumdaki kadınlar istisna edildiği zaman, geriye hür olup kendileriyle cimayapılmış kadınlar kalıyor. İşte bu âyet-i kerîmede anlatılan kadınlarbunlardır. Kendileriyle mübaşerette bulunulmuş olup da boşanmış kadınlar üçkuru müddeti iddet beklemek zorundadırlar buyuruyor Rabbimiz.
"Kuru"hayız ve temizlik anlamlarına gelen mücmel bir ifadedir. İmam Mâlik ve İmamŞafiî kuru kelimesinin tuhûr anlamına yâni hayızdan temizlik anlamınageldiğini söylemişler Hanefî ulemâsı da kuru kelimesine hayız anlamıyüklemişlerdir. Buna göre hür ve bâliğa olup kendisiyle cinsel ilişki kurulmuşkadınlar boşandıkları zaman üç hayız ya da üç tuhûr vakti geçene kadar iddetbeklemek zorundadırlar. Aslında bu iki görüş arasında pek fazla bir fark yoktur.On, on beş günlük bir fark vardır sadece.
Boşanankadının Rabbimizin emrettiği şekilde üç kuru müddeti iddet beklemesinin sebebikesin olarak, onun rahminde çocuk olup ol-madığını anlamak içindir. Bundandolayıdır ki demin ifade ettiğim gibi, kendisiyle cima yapılmamış kadınıniddeti yoktur. Aynı sebepten dolayı hamile kadının da iddeti doğuruncaya kadardır.Evet kadının rah-minde ne var ne yok bunun anlaşılabilmesi için boşandıktansonra onun üç kuru’ müddeti beklemesi gerekmektedir.
Kimileridiyorlar ki efendim kadının hamile olup olmadığı günü-müzde modern ve teknikcihazlarla bir kaç dakikada öğrenilebilmek-tedir. Dolayısıyla böyle boşanmışbir kadının üç kuru’ müddeti iddet beklemesinin ne gereği var? Filan demeyeçalışıyorlar.
HalbukiRabbimiz boşanan kadınlara üç kuru’ müddeti iddet beklemelerini emrederkenyüzde yüz onların hamile olup olmadıklarının tebeyyün etmesini ve binde bir ihtimalde olsa onun hamilelik ihtimalini kaldırmak istemektedir. Boşanmış kadının, boşandıktansonra bir defa hayız görmesi büyük bir ihtimalle onun hamile olmadığını gösterir.Ama yüzde yüz değildir tabi bu. Arkasından ikinci bir hayız görmesi hamilelikihtimalini çok daha azaltır. Üçüncü defa hayız görünce artık o kadınınkesinlikle hamile olmadığı anlaşılacaktır. Halbuki zamanımızda modern metotlardanhiçbirisi bu konuda yüzde yüz kesin sonuç verememektedir. Bu sebeple onlarkesinlikle bu konuda kıstas olamaz. Kaldı ki bu metotlar yüzde yüz kesinsonuçlar verseler bile hakkında nas bulunan bir konuda bunlarla kesinlikleamel edilmez. Bu bir iman meselesidir. Yâni elbette bunun bir de ibâdet yönüvardır. Nassa tabi olup Allah’ın dediği gibi hareket eden kişi, elbette ibâdetetmiş olacaktır.
Evet,boşanan kadınlar üç kuru’ müddeti iddet bekleyecekler.
"Bukadınlar eğer Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorlarsa, Allah’ın kendiRahimlerinde yarattığı şeyi gizlemeleri helâl değildir."
Âyet-ikerîmedeki "Allah’ın kendi Rahimlerinde yarattığı şey" denkasıt çocuk ve hayızdır. Âyet-i kerîmeye göre hamile olan kadının hamileliğini,veya hayız görmüşse bu hayızını gizlemesi haramdır. Bu nesebin sahih olması açısındançok önemlidir. Ayrıca ikinci bir evlilik söz konusu olduğu zaman da herhangibir ihtilâfa mahal bırakmaması açısından çok önemlidir. Kadının bu konulardadoğru söylemesi gerekir. Çünkü bu konularda ancak kadının beyanı geçerlidir.Kadın, çocuğum var demişse vardır, yok demişse yoktur. Çünkü bunu ancakkadının kendisi bilebilir. Başkalarına gizli olduğu için kimse bunu bilemez.
Eğer kadınçocuğu olduğu halde yok derse, ya da hayız gördüğü halde aksini söylersekocasının hakkına tecavüz etmiş olur. Ha-mile olduğu halde hamile olmadığınısöylerse, önceki kocasının hakkı olan çocuğu başkasına verdiği için kocasınazulmetmiş olur. Yine ha-yızlı olmadığı halde hayızlı olduğunu söylerse boşanmaiddeti çabuk bitecektir ve kocasına karşı yine zulmetmiş olacaktır. Yâni bu gizlemekocanın karısına dönmesine engel olacaktır. İşte bundan dolayı Rab-bimiz bunuimana bağlayarak bu şer'i hükme sâdık kalmayı imanî bir pekiştirmeyle garantiyealmıştır. Allah’a ve âhiret gününe inanan hiçbir kadının Allah’ın kendi rahmindeyarattığını gizlemesi caiz değildir.
"İddetiçinde barışmak isterlerse, onları nikâhlarına geri döndürmeye kocaları daha lâyıktır."
Bal,buûlet; mâlik, efendi, sahip anlamına gelen bir kelimedir. Kadın için buûletkocası demektir, erkek için buûlet de karısı demektir. Öyleyse onları boşayanama sadece ric'i talâkla yâni tek talâkla boşamış ve henüz onlar üzerindeefendiliklerini koruyan, mülkiyetleri devam eden kocaları, efendileri bu süreiçinde ricat ile geri dönerek onları tekrar nikâhlarına almaya herkesten dahaçok hak sahibidirler. Hattâ böyle ric'i talâkla karısını boşayıp da iddetsüresi içinde sözle ya da fiille karısını tekrar geriye almayı ortaya koyankocanın bu kararına karısı razı olmasa bile söz hakkı erkeğindir. Yâni bu durumdakadının itiraz hakkı yoktur. Böyle bir durumda koca yeni bir nikâha gerek kalmadantekrar karısına dönebilir. Zira ric'i talâkta o kadın hâlâ o kocanın karısıkonumundadır. Onun içindir ki bu kadının nafakası, geçimi kocasına aittir. Kocasınınevinde kalmak ve kocasının müsaadesi olmadan evini terk etmesi caiz değildir.Bu hususlarda hükümler vardır. Bütün bunlar ric'i talâkla karı koca ilişkisininbelli bir süre için dondurulmuş olduğunu ve bu evliliğin tamamen bitmemişolduğunu anlatır. “Ona dönmek erkeğin hakkıdır” sözünde, hem bir cevaz, hem deteşvik vardır. Yâni Rabbimiz geri dönün, boşanmayı düşünmeyin mesajını daveriyor bu âyetiyle. Bu âyetteki hüküm bain talâkla değil de ric'i talâkla,yâni geriye dönüş imkânı olan bir talâkla boşanmış kadınlar hakkındadır. Yânitek talâkla karısını boşayan koca, onu boşadığı için pişman olabilir. Vetekrar hanımıyla anlaşabileceğine inanarak onu geri almak isteyebilir. Budurumda iddet içinde istediği zaman tekrar hanımını kendisine döndürebilir. Bukonuda herkesten çok hak sahibi onun kocasıdır. Ama:
"Onlarııslah etmek isterlerse."
Yâni eğerkoca karısıyla arasını düzeltmek, onunla aralarındaki anlaşmazlıkları ortadankaldırmak ve yeniden güzellikle birlikte geçinmek niyetinde olursa, bugeçerlidir. Değilse o kadına zarar vermek veya kadının iddetini uzatarak onubekletmek gibi bir niyeti varsa, o zaman büyük günah işlemiş olur.
"Erkeklerinkadınların üzerinde meşru hakları olduğu gibi, kadınların da kocaları üzerindehakları vardır. Ama erkekler için kadınlar üzerinde üstün bir derece vardır.Allah güçlüdür hakimdir."
Âyet-ikerîmeye göre kocanın karısı üzerinde hakları olduğu gibi kadının da kocasıüzerinde hakları vardır. Boşanmanın mevzu bahsedildiği bu âyetlerin arasındaRabbimiz kadın ve erkek ilişkilerini İslâmî bir çerçeveye oturtmayı muradbuyurur. Kadının ve erkeğin karşılıklı hakları ve sorumlulukları vardır. Kocakarısının şahsiyetine karşı saygılı davranmalı, onu alçaltmamalı ve ona kötüsöz söylememelidir. Sahabenin: "Hanımlarımızın bizim üzerimizdeki haklarınelerdir ey Allah’ın Rasûlü?" şeklindeki sorularına karşı Allah’ın Rasûlüşöyle buyurur:
"Yediğinzaman yedirmen, giydiğin zaman giydirmen, yüzüne vurmaman, ona sövmemen ve onuyatağından uzak tutmamandır." (Ebu Dâvûd, İbni Mace)
Başka birhadislerinde yine Allah’ın Rasûlü şöyle buyurur:
"Adâletlehükmedenler, hanımı ve çocukları konusunda âdil davrananlar kıyamet günündeRahmân’ın sağında nûrdan yapılmış minberler üzerindedirler."
(Müslim)
Allah’ınRasûlü salih bir kocanın yeryüzünde en büyük örneği idi. Allah’ın Rasûlühanımlarına değer verir, onların sözlerini ve görüşlerini güzellikle dinler,kusurları olduğunda affeder ve onların hukukuna saygı gösterirdi. Bu konuyugündeme getirirken bakın Allah’ın Rasûlü şöyle buyurur:
"Sizinen hayırlılarınız çoluk çocuklarına karşı hayırlı olanlarınızdır. Sizlerdenehline iyilikte en hayırlı olanınız da benim."
(İbniMâce)
Kadının kocasına,kocasının anne baba ve akrabalarına karşı saygı göstermesine karşılık, kocanında karısına, karısının akrabalarına saygılı davranması ve iyi muameledebulunması gerekir. Kadın, kocasının bilhassa anne ve babasına karşı iyi davranmalıve gerek kayınvalidesinin gerekse kayınpederinin kendisine yaptığı eziyetleresabretmelidir. Çünkü hiçbir zaman ateş ateşle söndürülmez. Kadın, kocası vekocasının ailesi ile arasında çıkan tartışmalarda nefsine ha-kim olmalıdır.Böyle hareket ettiği zaman kadın, hem Allah’ın rızasını kazanmış olur hem dekocasının gözünde değerini muhafaza etmiş olur. Bu hususta kadının çok titizdavranması gerekir. Bakın Allah’ın Rasûlü başka bir hadislerinde şöylebuyurur:
"Eğerbir insanın başka bir insana secde etmesini emretseydim; üzerindekihaklarından dolayı, kadının kocasına secde etmesini emrederdim."
(Ebu Dâvûd, Tirmizî)
Bir kadınAllah’ın Resûlüne gelerek şöyle dedi: "Ey Allah’ın Rasûlü ben sanakadınların temsilcisi olarak geldim. Allah erkeklere cihadı farz kıldı. Eğermuzaffer olurlarsa ecir kazanırlar, yok eğer şe-hid olurlarsa Allah katındadiriler olarak rızıklandırılırlar. Ama biz kadınlar ise sadece onlara hizmetediyoruz. Bundan dolayı bize ne sevap var? Bize de bir şey var mı?” diyesordu. Bunun üzerine Allah’ın Rasûlüşöyle buyurdu:
"Bütünkadınlara şöylece haber ver! "Kadının kocasına itaat etmesi veüzerindeki kocasının hakkını kabul etmesi, kadına aynen cihad sevabı gibi sevapkazandırır. Lâkin kadınların çoğu bunu yapmaz."
(Bezzâr, Taberânî)
Görüyormusunuz, aslında kadının cihad sevabına ulaşması ve Rabbinin rızasını kazanarakcennete gitmesi erkeklerden daha kolaydır. Ama maalesef kadınların pek çoğubundan gafildirler. Aslında kocalarının Allah’ın dini adına yapacağı hizmetlerintümünde kadınların da payı vardır ama kadınların pek çoğu maalesef bununfarkında olmadığı için kocalarını bu tür hizmetlerden engelleyip hepyanlarında tutma savaşı vermektedirler. Kocaları sanki Allah’a değil dekendilerine hizmet için varmış gibi, onları hep kendi hizmetlerinde kullanmanınkavgasını vermektedirler. Halbuki müslüman bir kadın, birlikte sevaplar kazanmaküzere kocasını bir an bile evde boş durdurmayarak, Allah’ın dinine hizmetadına birilerine gönderme gayreti içinde olmalıdır. Çünkü sonunda elde edilecekmükâfat her ikisinin de defterine yazılacaktır.
Yine başkabir hadislerinde Allah’ın Rasûlü:
"Kocasınaitaat etmeyen kadının namazı kabul olunmaz"
Buyurur. (Taberânî, Hakim)
Yinekendisine bir şeyler sormaya gelen bir kadına Allah’ın Rasûlü şöyle buyurdu:
"Senkocana nasıl davrandığına bak ey kadın! Çün-kü o senin cennetin veyacehennemindir."
(Ebu Dâvûd,Nesei, İbni Mace)
"Dünyadakadın kocasına eziyet vermeye başladığı zaman, o kocanın cennetteki hûrilerdenolan zevceleri şöyle derler: Ona eziyet etme! Allah seni kahretsin! O seninyanında geçici olarak duruyor. Bir müddet sonra senin yanından ayrılıp bizimyanımıza gelecektir.
(Tirmizî,İbni Mâce)
YineAllah’ın Rasûlü buyurur ki:
"Kim,kocası kendisinden razı olarak ölürse o cennete gider."
(Tirmizî)
"Kocakarısını döşeğine çağırdığı zaman, kadın hayır deyip gelmezlik yaparsa vekocası da bu yüzden ona kızgın olarak sabahlarsa melekler o kadına lânet ederler."
(Buhârî, Müslim)
"Kocasınınevinden izinsiz çıkan kadın, tekrar evine dönünceye veya tevbe edinceye kadarmelekler ona lânet ederler."
(Taberânî)
Kadının,erkeği için süslenmesi gerektiği gibi, erkeğin de karısı için süslenmesigerekir. İbni Abbas der ki: "Karımın benim için süslenmesi gibi ben deonun için süslenirim. Çünkü Rabbim Kur’anında şöyle buyurmaktadır:
"Erkeklerinkadınlar üzerinde hakları olduğu gibi kadınların da erkekler üzerinde haklarıvardır."
Kadın veerkek İslâmî sorumluluk noktasında aynı konumdadırlar. Allah’ın kendilerindenistediği emirler, farzlar ve haramlar hususunda insan olarak kadının erkektenhiçbir farkı ve eksikliği yoktur. Kur’an’ın ifadesine göre zina eden, hırsızlıkyapan bir kadın bunları yapan erkek gibidir. Her ikisine de aynı had cezası uygulanır.Yine saliha bir kadın, salih bir erkek gibidir. Yaptıkları karşılığında herikisine de hazırlanan cennet, aynı cennettir. Erkeğin namazının, orucunun,sadâkatinin ve iffetinin karşılığı kadınınkinin karşılığından faklı değildir.Yâni kullukları ve sorumlulukları açısından kadın ve erkek birbirine eşittir.Lâkin aile içindeki müşterek sorumluluklarına gelince; Rabbimiz her birine ayrıayrı roller biçmiştir. İşte Rabbimiz tarafından kendilerine biçilen bu rolgereği olarak, erkeğe şahsi ve malî konumundan ötürü bir imtiyaz vermiştir.Bunu Nisâ 34 âyetiyle anlatır:
"Erkeklerkadınlar üzerine kavvamdırlar.
Peki nedirbu kavvam oluş? Zâlimdir! Despottur! Ezicidir! Aşağılayıcıdır! Horlayıcıdır!Üsttedir! Alttadır! Yandadır! Kenardadır! Değil. Ya ne? Hani İslâm’ın toplumunnüvesi dediği aile var ya, bunu bir birim kabul eder ya İslâm toplumda, işte oailede erkeğe bir fonksiyon yükler ya İslâm, işte bu anlamadır kavvam. Yânirol anlamına, şeref anlamına, kahır anlamına ve görev anlamınadır bu kavvam.Yâni kadınlar üzerinde bekçi ve muhafız anlamınadır bu kavvam. Yâni kadınlarüzerinde hizmetçi olmadır bunun mânâsı. Kadınları eğitme, yetiştirme ve ateştenkoruma görevidir. Kadınların hayatına karışma; ama onların Allah’ın emanetiolduklarını bilmedir kavvam. Veya onlardan sorumlu olma görevini üstlenmedir.Bakın bu kelime Nisâ sûresinde bir daha kullanılır:
"Eyiman edenler! Hak üzere durup adâleti yerine getirmeye çalışan kavvamlarolun!"
(Nisâ: 135)
Yâni eyiman edenler siz de toplumda bulunduğunuz konum-da, bulunduğunuz makamdakavvamlar olun! İnsanlara, hayvanlara, bitkilere, hattâ taşlara, cansızcemadâtlara karşı kavvamlar olun. Onlar nerede kullanılmalıysa, hangi konumdatutulmalıysa onları o makamda tutarak kavvamlar olun, buyurulmaktadır.
229:"Boşamaiki defadır. (Ondan sonra) kadını ya iyilikle tutmak ya da iyilikle salmakvardır. Kadınlarınıza verdiğiniz mehirlerden bir şeyi geri almanız size helâlolmaz. Meğer ki karı ile koca Allah’ın emirlerini yerine getirememektenkorksunlar. Eğer siz de onların Allah’ın emirlerini yerine getiremeyeceklerindenkorkarsanız, kadının ayrılmak için fidye vermesinde ikisine de günah yoktur.Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Onları aşmayın! Her kim de Allah’ın sınırlarınıaşarsa işte onlar zâlimlerin ta kendileridir."
Âyet-ikerîme cahiliye döneminde yaşanan çok çirkin bir âdeti kaldırmayı hedefler.İslâm’dan önce bir koca, karısını dilediği zaman, dilediği kadar boşardı.Karısına kızdığı zaman onu boşar ve işine geldiği zaman da onu geri alırdı.Âdeta kadın erkeğin elinde oyuncak konumundaydı.
Bu, keyfema yeşa boşama konusunda herhangi bir sınır olmadığı için sık sıktekrarlanırdı. Adam boşar, sonra iddeti bitmeden onu tekrar geri alırdı. Budurumda kadın ne tamamıyla evli ne de bekardı. Ne doğru dürüst onunla evlilikilişkisi vardı, ne de bir başkasıyla evlenebilecek bir özgürlüğe sahipti. Neevli ne bekar; böyle bir zulüm yaşıyordu kadınlar. Nesâi’nin rivâyetine göre:
İşte biradam karısına zulmetmek için: "Seni himayeme alma-yacağım! Serbest debırakmayacağım!" dedi. Kadın: "Bunu nasıl yapacaksın?" diyesorunca da: "Seni boşayacağım. İddetin bitmesine yakın tekrar alacağım veböylece sana çektireceğim!" deyince, kadın Rasulullah Efendimize gelerekşikâyette bulundu. Bunun üzerine işte bu âyet-i kerîme nazil oldu deniyor.
"Talâk(boşama) iki defadır.
(Nesâî)
Demek ki buâyet, bu tür bir zulmü ortadan kaldırmak için gelmiştir. Kadın erkeğin elindebir oyuncak değildir. Bütün bir evlilik süresi içinde koca karısını, ancakiki kere boşayabilir. Bundan sonra ne zaman ki onu üçüncü defa boşamışsa, artıkondan tamamen ayrılmış demektir. Yâni bir erkeğin karısına tekrar dönebileceğiboşama, ancak iki defa olan boşamadır. Üçüncü defa boşandı mı, artık oerkeğin kadını tekrar nikâhı altında tutma hakkı kalmamıştır. Üçüncü defa da boşandımı, artık o kadın başka bir erkekle normal bir evlilik kurar ve bu evlendiğierkekten de boşanırsa, ancak o zaman eski kocasına dönme hakkı doğabilir.
Boşanmakİslâm’da sevilmeyen, Allah’ın istemediği çok zor bir şeydir. Ama buna rağmeneğer taraflar anlaşamıyorlar, birbirlerine tahammül edemez ve birbirlerinikırıp dökecek bir duruma gelmişlerse, o zaman elbette birbirlerine işkenceçektirmelerinin ve kulluklarını tehlikeye düşürmelerinin de anlamı yoktur.Güzellikle ayrılırlar ve her ikisi de sevebilecekleri, anlaşabilecekleribirileriyle evlenebilirler. Rabbi-miz buna imkân tanımıştır.
Ancak iyice düşünmeden fevriolarak verilmiş kararları tekrar gözden geçirmek ve her aşamada geri dönüş vebarışma kapısını açık bırakmak üzere Kur’an güzel bir boşanma şeklini şöyletarif eder. Sünnete uygun boşama şöyle olacaktır: Kadın ay başını bitirip temizlendiktensonra cima yapmadan kocası onu bir talâkla boşar. Bu boşamadan sonra koca bekler.Bu beklemenin sebebi şudur. Belki erkek de kadın da pişman olabilirler. Erkekboşadığına kadın da boşan-dığına pişmanlık duyabilirler. Kadın böyle bir durumdabelki kocasının isteyip de yapmadıkları konusunda bir daha düşünerek kendihaksızlığını anlamış ve pişman olmuş olabilir. Her iki taraf da pişmanlık duyarakbundan sonra boş yere birbirimizi kırmayalım! Birbirimizi üzmeyelim! Aramızdaanlaşamadığımız çok ciddi konular da yok, basit şeyleri böyle büyütmeyelim,diyerek tekrar birbirlerine sarılıp beraber olmaya karar verebilirler.
İşte bunun için İslâm, bu aradakadının koca evinde kalmasını emreder. Durumu tekrar gözden geçirebilmeleriiçin kadın koca evin-de durmalıdır. Çünkü Allah bu evliliğin hemen sona ermesiniiste-miyor. Ani verilmiş, fevri verilmiş bir kararla, ya da kızgınlıkla verilmişbir kararla bu işin bitmesini istemiyor Rabbimiz. Kadın tek talâkla boşanmışama koca evinde. Koca evinde aynı evde, aynı odada; ama ayrı yataktalar.Yemeklerini yine beraber yiyorlar, kadının nafakası yine kocaya ait; ama sadececinsel ilişki yok.
Eğer her iki taraf da buboşanmadan pişman olmuşlarsa hemen iddet içinde dönerler, barışırlar ve biteriş. Ama boşanmaya kararlılarsa, her şeye rağmen boşanmak istiyorlarsa o zamankadın ikinci defa hayız görür ve ondan da temizlendikten sonra koca onu ikincidefa tek talâkla boşar. Ve yine bekler. Yine kadın kocasının evindedir, yinetekrar düşünme zamanı vardır önlerinde, pişmanlık duyarlarsa yine henüzbirbirlerine dönüş imkânları vardır. Ama buna rağmen yine de boşanmayıdüşünüyorlarsa kadın üçüncü defa hayız görür; bu hayızdan da temizlendikten sonrakoca onu üçüncü defa boşar ve böylece bu evlilik sona ermiş olur.
İşte İslâmî boşama, sünneteuygun boşama budur. Evet boşama kaçınılmaz hale geldiği zaman, birlikte yaşamaimkânı kalmadığı zaman koca karısını böyle boşayabilir.
Lâkin şimdibizim ülkede bu uygulanmıyor. Kadın, kocası tarafından bir talâkla boşandığızaman hemen babası ve ailesi tarafından kocanın evinden alınıp babasının evinegötürülüyor. Kadını da erkeği de kendi başlarına bırakmıyorlar ki, düşünüptekrar ciddi bir karar verebilsinler. Sanki bu evliliği bitirmeye kastetmişler gibi hemen apar topar kadını alıp gidiyorlar ve bir daha düşünüptaşınıp da geri dönüş imkânı bırakmıyorlar. İşi kavgalara vardırıp âdeta boşanmayıhızlandırmaya çalışıyorlar. Bu gerçekten çok kötü bir âdettir bizim memlekette.
Bir deyine, bizde çok yaygın bir boşama biçimi daha vardır; ona da bid'i boşama,bid'at boşama denir. O da kişinin, karısını ha-yızlı veya loğusa ikenboşamasıdır. Ya da bir çırpıda, bir tek sözle üç defa boşamasıdır. Üç talâkı dabir kerede ve aynı anda, aynı mecliste yapan cahiller de bilelim ki, bu Allahkanununa karşı çok büyük bir günah işlemektedirler. Allah’ın Resûlü’ne bir adamın,karısını böyle üç talâkla birden boşadığı haberi verilince Rasulullah şöyle buyurdu:
"Benaranızda olduğum halde Allah’ın kitabıyla nasıl oynuyorsunuz?"
Allah’ınResûlü’nün bu ifadesi etrafındakilere öyle tesir etti ki, aralarından birikalkıp: "Ey Allah’ın Rasûlü bunu yapan kişiyi öldüreyim mi?" Diyebağırdı.
(Nesâî)
Ani birsinirlenme sonucu, fevri bir karar sonucu, hemen üç talâkın üçünü de sıyırıpatan bu insanlar, çoğu kez pişmanlık duyup çareler armaya koşarlar. Allah’ınRasûlü bu şekildeki boşamayı yasak-lamıştır. Hattâ Hz. Ömer bu şekildekadınlarını boşayanlara kamçı ce-zası vermiştir. Bu şekildeki bir boşama günaholmasına ve yasaklan-mış olmasına rağmen maalesef geçerlidir, yâni böylekadınlarını boşayanların, kadınları kendilerinden boş olmuş demektir.
İster böylebid'at biçimde bir çırpıda olsun, isterse sünnete uygun olarak ayrı ayrızamanlarda boşamayla olsun, bir kişi karısını üç talâkla boşadı mı, artık buerkeğin bu kadını tekrar kendine döndürmesi; ancak bu kadının başka birerkekle evlenip ondan boşanması ile mümkün olabilir. Evlendiği bu ikincierkeğin kendi hür iradesiyle boşaması ve bir de bu kadının tekrar eski kocasınadönme rızası şarttır. Eğer ikinci kocasından boşanan kadın eski kocasına dönmekisterse, tekrar nikâh ve mehirle evlenebilir.
Toplumda hülle diye anlatılanbir anlayış vardır; bunun İslâm’la uzak ve yakından bir ilgisi yoktur. BakınHz. Ayşe annemiz rivâyet etmiştir. Rıfaa El-Kurazi’nin karısı Allah’ın Resûlü’negelerek şöyle dedi: "Ey Allah’ın Rasûlü! Rıfaa beni üç talâkla boşadı. Bende Abdurrah-mân Bin Zübeyr El-Kurazi ile evlendim. Fakat onun erkeklik uzvubir elbise parçası gibi..." Bunun üzerine Allah’ın Rasûlü:
"Galibatekrar eski kocan Rıfaa'ya dönmek istiyorsun, fakat bu olmaz. İkinci kocanAbdurrahmân la cima-nın tadını hissetmedikçe eski kocana dönemezsin."
Buyurdu. (Buhârî, Müslim, EbuDâvûd, Tirmizî, Nesei)
Bu ikiboşamadan sonra ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salıvermek vardır. Âyet-ikerîmedeki "İyilikle tutmak" tan kasıt ric'i talâkla boşadığıkarısını iddet içinde kendisine döndürmesi, "Güzellikle salıvermesi"de kocanın istemiyorsa, kadını kendisine döndürmemesi ve ona zarar vermemekiçin hemen iddeti biter bitmez onu salıvermesi anlamına gelmektedir.
Allah böyleistiyor ama bugün bizim İsviçre’den devşirilmiş olan medeni kanunda bununtamamen aksine bir zulüm işlemektedir. İsviçre halkı Katolik olduğundan onlarınkanunlarında boşanma diye bir şey yoktur. Bir kadınla bir erkek bir kereevlendiler mi artık hiçbir zaman boşanamıyorlar. Birbirlerini ister sevsinlerister sevmesinler fark etmez. Eğer sevmiyorlarsa her iki taraf da başkalarıyladurumu idare etsinler ama boşanma olmasın diyorlar. Sadece nesep belli olsundiye evliler güya ama ayrı yaşıyorlar. Kırk yılın başında bir enayi bulduk! Birdaha nereden bulacağız böyle bir enayiyi? Sen durumu başkalarıyla idare et, amabu kadınla beraber görün! diyorlar. Hem evli hem bekar adamlar. Kimin elikimin cebinde belli değildir. Fuhuş, ahlâksızlık adam boyu yükselmiş. Bizde debazen böyle on beş yıl önce boşanmaya müracaat edip de henüz boşanamayaninsanlar çoktur.
Bu insanlargeçinemeyeceklerini anlamışlar ve çoktan ayrılmışlar. Ayrılmışlar ama resmenayrılmadıklarından her iki taraf da ev-lenemiyorlar. Şimdi ne yapsın buadamlar? Batıdakiler gibi zina mı etsinler? Burada da yükselsin mi hayasızlıkadam boyu? Bu memleketi de bir kâfir ülkesine benzetmek isteyen adamlaryıllardır bu zulmü işlemektedirler. Allah müslümanlara basîret versin, şuurversin inşallah.
Rabbimizbundan sonra da kadınlarını boşamış kocalara şöyle seslenir:
"Kadınlarınızaverdiğiniz mehirlerden bir şeyi geri almanız size helâl olmaz. Meğer ki karıile koca, Allah’ın emirlerini yerine getirememekten korksunlar."
Âyet-ikerîmeye göre karısını boşayan bir koca daha önce karısına vermiş olduğumehiri ve evlilik hediyelerini geri isteme hakkına sahip değildir. Yâni eykocalar! Kadınlarınızı nikâhlarınız altında tutmaya zorlamak için verdiğinizmalları veya daha fazlasını geri almak için onlara eziyet vererek nikâhınızaltında tutmaya çalışmayın! Yâni sizden kurtulmak için mehirlerini ya da dahafazlasını size vermek mecburiyetinde tutmayın onları! Bu doğru değildir, buyuruluyor.
Aslındabirine verilen hediyenin geri alınmaya kalkılması çirkin bir şeydir. Allah’ınRasûlü bunu yapan kişiyi kustuğunu yalamaya çalışan kişiye benzetmiştir.Bilhassa bir zamanlar birbirlerine katılıp karışmış karı kocanın daha öncebirbirlerine verdiği hediyeleri geri istemeleri gerçekten çok utanç verici birşeydir.
"Eğer siz de onların Allah’ınemirlerini yerine getiremeyeceklerinden korkarsanız, kadının ayrılmak içinfidye vermesinde ikisine de günah yoktur."
Bu boşamaisteğinin koca tarafından gerçekleştirildiği zaman böyledir. Ancak boşanmaisteği kadın tarafından gerçekleşmiş ve erkek olarak siz ona eziyetvermediğiniz halde, ayrılmak için kadın size işkence çektirmeye başlamışsa veyasize itaat etmiyorsa ve bu evliliği devam ettirmek her iki taraf için degünaha sebep olacak noktaya gel-mişse, o zaman boşanma karşılığındakadınlarınızın vermiş olduğu malları almanızda bir sakınca yoktur. Aksinebirbirleriyle geçineme-dikleri bir durumda kadının kendisini boşaması içinkocasına bir şeyler vermesi de caizdir. Kadının isteğine dayanan bu türboşanmalarda koca hem karısına verdiği mehri alabildiği gibi daha fazlasını daalması mümkündür.
Sabit BinKaysın hanımı Allah’ın Resûlü’ne gelerek: "Ey Allah’ın Rasûlü, kocamlabir arada hayat sürmem mümkün değil! Allah’a yemin ederim ki, onun ne ahlâkınıne de dinini beğenmiyor değilim. Fakat İslâm’dan sonra küfre dönmek ve kâfirolmak da istemiyorum! Evimin bahçesinden kocamın bir kaç kişiyle gelmekteolduğunu gördüm! Onlar içinde kocamı rengi en siyah, boyu en kısa ve yüzünü deen çirkin olarak gördüm! Onu bir türlü sevemedim!" dedi. Bu sıradakarısının bu sözlerini dinleyen Sabit Bin Kays: "Ya Rasûlallah! benmalımın en iyisi olan bahçemi mehir olarak ona verdim! Eğer beni istemiyorsabahçemi geri versin, ben de onu boşayayım!" dedi. Bunun üzerine Allah’ınRasûlü o kadına şöyle buyurdu: "Kocanın dediklerine ne dersin?" Kadın evet daha fazlasını da veririm! deyince Allah’ın Rasûlüikisini birbirinden ayırdı."
(Buhârî, Nesei)
Eğer böylebir kadın kocasına belli bir fidye vererek onu kendini boşamaya ikna ederse,bunun adına İslâm fıkhında hulû denir. Ve kocanın razı olması şartıyla bu boşanmageçerlidir.
"BunlarAllah’ın sınırlarıdır. Onları aşmayın! Her kim de Allah’ın sınırlarını aşarsa,işte onlar zâlimlerin ta kendileridir."
BunlarAllah’ın hudududur. Rabbimiz aynı sûrenin orucu anlatan bölümünde de; “iştebunlar Allah’ın sınırlarıdır! Sakın onlara yaklaşmayın!” deniliyordu. Buradada boşanmadan sonra aynı ifade kullanılıyor. Birincide yaklaşmaktan menediliyor, ikincisinde de bu sınırları aşmaktan men ediliyor. Rabbimizyarattığı insanın nasıl hareket etmesi gerektiğini, her alanda neler yapmasıgerektiğini açık açık kitabında bildirmiştir.
İşte insanlar Allah’ın istediğigibi hareket ederler, hayatlarını vahiy kaynaklı düzenlerlerse çok rahatederler. Ama Allah’ın kendileri için belirlediği bu sınırların ötesine veyaberisine aşmaya başladılar mı, hem kendilerine hem de çevrelerine zulmetmeyebaşlamışlar hem ferdi hayatlarını, hem de toplumsal hayatlarını yaşanmaz birazap haline getirmişler demektir.
Sûrenin geriye kalan âyetlerinitanıyabilmek için 3. ciltte buluşmak üzere velhamdü lillahi Rabbil’ âlemin.
İKİNCİCİLDİN SONU